Bilginin İslamileştirilmesi çabaları karşısında Bediüzzaman
Mutezile’nin akli ve İsmaililerin akli-batini tevilatı, şer’i şerif kapsamının dışına çıkmıştır. Aklın muhakemesinin devre dışı bırakıldığı dini alan hurafeye açıktır. Şer-i şeriften kopuk akıl da zındıkaya açıktır. Mustafa Kamil Şeybi’nin ilginç bir tezi vardır. Teşeyyü yani Şiilik ile tasavvuf arasında bağlantı noktaları olduğunu savunur. Bu mesele tahkik ve tetkike muhtaçtır. Elbette, Ehl-i Beyt muhabbeti ile Sufiler ve bütün dini akımlar arasında bağlantı vardır. Lakin bunu daha fazla veya daha az öne çıkaranlar olabilir. Elbette meselenin siyasi istismarcıları da vardır. Genellikle siyasi istismar Şia’nın tekelindedir. Sufilerin Ehl-i Beyt sevgisi dünyevi iddialar taşımaz, uhrevidir. Bundan dolayı paktır. İstismara kapalı olmasının nedeni de uhrevi olmasıdır. Akli tevil ile batini tevil taraftarları (ashabı) arasında buluşma ve karşılaşma noktaları vardır. Sözgelimi her ne kadar Gazali’nin akli tevil yolunda aşırı gidenleri eleştirmesi Mutezileye yönelik olarak algılansa ve sayılsa da genel olarak filozoflara yöneliktir. Ve İbni Sina ve Farabi gibi bu muhatap filozoflar esasında Mutezile’den farklı olup İsmaili meşreplidir.
Gazali, ‘el-Fadaih el Batiniyye’ kitabın da batini tevil sahiplerini reddeder. Tuhafut adlı kitabında ise genel olarak filozofları nakzeder ve eleştirir. Burada iltibasa neden olan bazı hususlar vardır. Aklı değil akliyatı, felsefeyi değil l felsefiyatı eleştirir. Zira akıl tekniktir ürünleri ise felsefidir. İmal-ı fikirdir ve almaya ve atmaya elverişlidir. Bu anlamda İmam Malik ‘bu kabrin sahibinden başka herkesin fikri alınır da atılır da’ buyurmuştur. Bu, İslam’ı değil İslamiyatı ( İslam ile ilgili içtihatlar veya fikirler demeti) eleştirmeye benzer. Bu noktada aslında Gazali ile İbni Rüşd aynı çizgiye temsil eder. Bununla birlikte İbni Rüşd zahiren filozofların cenahındadır. Lakin hem Gazali hem de İbni Rüşd aklı değil ama akliyatın eleştiriye açık olduğunu kabul eder. Akl-ı selim ile nakl-ı sahihin buluşma noktası İslamiyat alanında kıvam noktasını temsil eder.
*
Kimileri tevil köprüsü üzerinden aklı, şer’i alana hakim kılmak ister. Akıl, Gazali’nin belirttiği gibi gaybe muttali ve aşina değildir sadece bu alandaki verileri kısmen muhakeme eder. Dolayısıyla alanı kasır ve sınırlıdır. Vahiy olmadan gaybi bilgiye ulaşamaz. Dolayısıyla gaybi bilgi konusunda akıl tefviz ve teslimiyet makamındadır. Bu yine da gaybiyat alanının sınırlı olarak akliyata açık olmadığı anlamına gelmez. Lakin bu hususta tevilat yanılabilir. Bundan dolayı da bu noktada Mutezile gibi tevilde aşırı gitmemek gerekir. Hanbeliler gibi tevilata kapalı olmak da Gazali’ye göre çözüm değildir. Aşırılık ve zahirilik ve ‘Sünni Ahbarilik’ doğmaktadır. Bu konuda en isabetli yol orta yoldur.
Gazali’den önce bazı filozoflar felsefeyi dinden bağımsız kılmak isterler. Dinin hakimeyitini veya hakemiyetini reddederler. Bundan dolayı Gazali İhya-u Ulumiddin( Din İlimlerinin İhyası) projesiyle birlikte dini ilimleri ihya etmek istediği gibi bilgiyi yeniden İslamileştirmek de ister. Aklın şer’e hakim olduğunu söyleyenler bilgiyi insanileştirmekte ve seküleştirmektedirler. Felsefi anlamda bilginin insanileştirilmesi ve sekülerleştirilmesi karşısında Gazali bilgiyi yeniden İslamileştirmek istemiştir. İslami veya ilahi bilginin insanileştirilmesi Mutezile’den beri devam eden bir anlayış ve akımdır. Gazali bu alanda İslamileştirme faaliyetine girişmiştir. Aklı ilimleri veya akliyatı (akli alan) yeniden şer’i şerifin haziresine sokmak istemiştir. Ona karşı çıkanlar esasında marifetin kaynağı olarak şer’i şerifin hakimiyetine karşı çıkarlardır. Şer asıl akıl yardımcı mekanizmadır.
Gazali’nin akliyat alanında yaptığını İmam Rabbani de tasavvuf alanında yapmıştır. Vahdet-i vücut üzerinden ve tasavvufu mutlaklaştırmak üzerinden tasavvufu şer’i şeriften bağımsızlaştırma akımları karşısında İmam Rabbani, Gazali’nin kendisinden 5 yüzyıl önce yaptığını yapmıştır. İmam Rabbani Gazali’nin akli alanda yaptığını tasavvufi alana taşımıştır. Akli tevil yolu ile filozoflar birçok ahkamı veya inancı tatil etmiştir. Keza tasavvuf üzerinden de bazıları birçok ahkamı tatil etmek istemiş ve batini tevil yoluyla ibadetler iskat edilmiştir. İsmailli mezhebinin anlayışında din ve ibadetler avam içindir. Adeta filozoflar peygamber makamındadır ve onların yolu havas içindir. Bazıları bu anlamda velayetin nübüvvetten üstün olduğunu savunmuş ve bu üstünlük nedeniyle şer-i şerifi merci olmaktan çıkarmıştır.
Nübüvvetin merciiyetinin (referans noktası) dışına çıkanlar İslamiyetin merciiyetinin de dışına çıkmışlardır. Sözgelimi İbni Arabi gibi kimi Sufilere göre velayet nübüvvetten üstündür. Lakin Peygamberin ve peygamberlerin velayeti de nübüvvetinden üstündür. Hazreti Peygamberin velayeti diğer velilerin velayetinden üstün olduğundan veliler onun velayetine tabidirler. Velayetin üstünlüğü üzerinden tasavvufun dinden ve şeriattan bağımsız olması eğilimleri karşısında İbni Teymiyye, Fahreddin Razi (Tartışmalar için, ‘Nübüvvet ve Velayet Merkezli Kelam-Tasavvuf Tartışmaları/ Fahreddin er-Razi ve İbnü’l Arabi Örneği’, kitabına bakılabilir. Dr. Faruk Sancar/Sarkaç yayınları) İmam Rabbani Ahmet Sirhendi şeriatın haziresini savunmuşlardır. Dolayısıyla dinle akıl ve dinle tasavvuf arasındaki ilişkiyi dengeye oturtmak istemişlerdir. Kayıp ve kayık dengeyi tamir etmek istemişlerdir.
Bilginin imanı ve Bediüzzaman
Fransız Devrimi ve ardından pozitivizm akımıyla birlikte bilgi ve ardından siyaset dinsizliğe alet edilmiştir. İslami referans iki alanda da iptal edilmiştir. Aksine bilgide ve siyasette İslamiyeti referans almak gericilik olarak yaftalanmış ve mahkum edilmiştir. Bunu gören Bediüzzaman çabalarını bilginin İslamileştirilmesine teksif etmiş ve fenni ilimlerin insanı Allah’a ulaştırdığını ve yaratıcıdan ve onun vahyinden kopuk ve bağımsız bilgi olmayacağını ortaya koymuştur. Bilgi ile iman arasındaki şizofrenik bakışı tashih etmeye gayret etmiştir. Bu cereyana mukabele için iki proje ortaya koymuştur. Bunlardan birisi yöntem diğeri ise bu yöntemin uygulanacağı bir üniversite. Yöntem bizzat Risale-i Nur’dur. Kurum ise Medresetü’z zehra’dır.
Bu potada akıl ile nakil ve ruh ile beden buluşturulacaktır. Ve bu buluşmadan da hakikat tezahür edecektir. Dolayısıyla her asırda mücedditler kaybolan dengeyi yeniden sağlamaya çalışmışlar ve bilgiyi ve siyaseti İslamileştirmeye gayret etmişlerdir. Gazali bunu akliyat ve felsefiyat sahasında yaparken İmam Rabbani tasavvuf alanında yapmış ve onu aslına irca etmiştir. Bediüzzaman da fenni bilgi alanında kainatın Allah’a ram olduğunu ortaya koymuştur. Projesi hala fedakar elleri ve açık zihinleri ve gani gönülleri beklemektedir. Akıl ve gönül gibi, alim isminin tecelliyatına mazhar ilim de iman etmiştir. Bediüzzaman bu imanı ortaya koyar.