Bilim, insan aklının kâinatı okuma çabasıdır. Gayesi kâinat kitabını düzenleyen kanunları bulmaktır. Bu şekilde, insanın evrensel düzene adapte olması veya evrensel düzene hâkim olmasını hedefler. Bu noktada kâinatın bir kitap gibi düzenli, sistematik, geçmişi ve geleceğiyle bir birine bağlantılı ve bütüncül yapısı, insan aklına sağlıklı bir tefekkür mecrası temin etmektedir. Eğer kâinat sürekli ve evrensel bir kaos halinde olsaydı, makro ve mikro kozmos şeklinde düzenli bir yapıda bulunmasaydı, bilimlerden söz etmek mümkün olamazdı. Bu manada bilimler, evrendeki düzenin dolayısıyla yaratılışın ve Yaratıcı’nın en büyük delili ve sürekli müşahididir. Çünkü kanun, Kanun Koyucu’nun delilidir. Bu çerçevede akıl-bilim-evrensel düzen şeklinde dış ve iç dünya arasında bir bütünlük meydana gelmektedir.
Bilim ve Dinin Kâinata Bakışları
Kâinat içindeki canlı ve cansız nesneler üstünde ve arasında bilimin “tabiat kanunları” ve dinin “sünnetullah” adını verdiği değişmez kurallar geçerlidir. Dış ve iç dünyada gerçekleşen düzenli faaliyetler, bu kanunların eseridir. Kanunlar, hadd-i zâtında bir bilgi ve komuttan meydana gelmektedirler. Mesela “Sıfır derecede suyun donmaya başlaması” suya dair bir kanunu ifade eder. Hava sıcaklığının sıfır dereceye inmesi, suya “Don!” emri verilmesidir. Suyun diğer sıvılara muhalif olarak hacmi genişleyecek şekilde hal değişimi sergilemesi ise, suya dair özel bilgiyi gösterir. İlim ve emirden meydana gelen kanunlar, kâinattaki kuvvetleri yönetir, düzen altına alıp verimli kılar.[1] Kanunların bir kısmı, belirli bir türe has olmakla beraber evrensel boyutta olan kanunlar da bulunmaktadır. Enerjinin tükenimi yasası gibi… Canlı cansız her şey bilim dünyasının “entropi” adını verdiği, Kur’anın “helak”[2] olarak isimlendirdiği bu yasaya tabidir. Entropi, çekim, itim gibi evrensel kanunlar, kâinattaki nesneleri ve canlıları bir birine bağlar. Bu şekilde kanunlar sayesinde evrene bütünden (küll) bakabilme ve onun bütüncüllüğüne (külliyet) doğru zihnen yürüme imkânı doğmaktadır. Bu noktada bütün semavi dinler ve geleneksel kültürler, irfan ve hikmet gözüyle, kâinatın bütünlük ve bütüncüllüğünü anlatma için “ağaç” sembolünü kullanır. Keltler, “meşe”; Budizm, “incir”; Kur’an, “sidre”[3] (Arabistan kirazı) ağacını kullandığı gibi…
Buna mukabil bilim dünyası kâinatı, Big-Bang ile başlayan ve sürekli genişleyen kurallı ve kuralsız enerji kümeleri olarak görür. Bilimsel algının geldiği son nokta olan kuantum mekaniğine göre “Her şey bir enerji paketidir. Belirsizlik kâinatta esastır. Enerjinin tükenişi, zaruri bir kanundur. Aksine bir imkan söz konusu değildir.” Kuantum mekaniğinin gözden kaçırdığı üzere saf enerjiyi kuarklar, atomlar, elementler, moleküler yapılar şeklinde düzenleyen, enerji paketi haline getirip maddeyi oluşturan “bilgi” dir. Bilimin babası olan Aristotales’in tabiriyle “suret” tir. Aynı saf enerjiyi radyoaktif, asit, baz, alkali, katı, sıvı, gaz gibi özelliklerle donatarak bir arada veya farklı mekanlarda bulunduran ise “irade” dir. Bu manada “bilgi, irade ve enerji” bir araya gelmeden hiçbir nesne var olamaz. Madde zaruri olarak bu 3 özellikten oluşur. Bu noktada Kur’an mutlak genişlikte bir pencere açarak ruh, madde, olasılıklar dahil her şeyin bir “tasvir” olduğunu ifade eder.[4] Bu şekilde, her şeyin suretinin değişken olduğunu vurgular. Ayrıca varlık âlemine gelişi bir “icad” ve “halk” (yaratma) fiili olarak gösterip “Yaratan yarattığı şeyi bilmez olabilir mi? O yarattığı her şeyin özünü bilen Latîf, onun her şeyinin farkında olan Habîrdir” der.[5] İradenin aktifliği konusunu bu âyetle vurgular. Çünkü yaratma, var olan bilgi formunun, enerjinin kaynağı olan kudret ile birleştirilme eylemidir. Birleştirici unsur “irâde” dir. Bu noktada Kur’anın ve semavi dinlerin “Ağaç Evren” modeli, kuantum mekaniğinin de kabullendiği Big-Bang’a dayanan “Balon Evren” modelinden daha ilmî, daha ikna edici ve daha izah edicidir.
Ağaç Evren ve Balon Evren Modellerinin Mukayesesi
Ağaç Evren Modeli ile kâinata baktığımızda, ağacın çıktığı çekirdekte, ondan çıkacak şeylerin genetik bazda belirginliği, evrende belirsizlik değil belirginlik yasasının var ve hâkim olduğunu gösterir. Ağacın çekirdekten çıkıp büyümesi, “genişleyen evren modeli” nin doğru hâlinin “Büyüyen Evren Modeli” olduğunu ifade eder.[6] Genişlemekte gaye belirsizdir; fakat büyümede gaye nettir. Ayrıca büyüme sınırlıdır; fakat genişlemede ise sınır belirgin değildir. Genişleyen evren modelinin dayandığı patlama fiili, esasında genişletici değil, var olanı yok edici, parçalayıcı ve dağıtıcıdır. Bu çerçevede Big-Bang isimlendirmesine göre Ağaç Evren Modeli daha ilmî, gerçekçi ve mükemmeldir. Kâinat ağacının dalları, kâinattaki sâbit unsurları ifade eder. Dallardaki hayati faaliyetler ise, evrendeki enerji akışlarını gösterir. Ağacın tükenen enerjisi entropi yasasını; ağacın varlığını devam ettirebilmek ve büyüyebilmek için beslenme zorunluluğu dis-entropi yasasını bildirdiği gibi, kendisinden sürekli beslenilen tükenmez bir kuvvet menbaına da işaret eder. Ağaç Evren Modeli, bu noktada Allah’ın varlığına ve mutlak kudretine delil teşkil eder.
Rızık hakikati canlılar dünyasında gözlemlendiği üzere entropi sürecini tersine çeviren bir olgu, canlılar ise kuantum mekaniğini bozan adacıklardır. Bütün ağaçların bir çekirdekten çıkması ve çekirdeğin embriyosunun içerdiği genetik kodlar, İlâhî ilim ve hayatın delilidir. Bir ağacın kökünden kesildiğinde tekrar başka surette bir ağaç çıkması, çıkan ağacın tekrar kökünden kesildiğinde o kökten başka surette yeni bir ağacın çıkması ise, ilk çekirdekteki “külli imkan” ı bildirir. Aynı zamanda Ağaç Evren Modeli, canlılığın kâinatta nasıl başladığına dair teorilere sahih zemin sunar. Her bir ağaçta olduğu gibi hayat, kâinat ağacının her yerindedir. Kâinatın her tarafında farklı seviye ve formda bir canlılık vardır. Bu manada canlılık, dünyada değil, kâinatın kendisi ile başlamıştır. Balon Evren modelinde, canlılık tesadüfen ortaya çıkmış istenmeyen figürdür. Çünkü kuantum mekaniğinde her şey, bir enerjidir.
Ağacın verdiği çok sayıdaki meyvelerin içindeki çekirdekler bütünlükten, bütüncüllüğe geçiş imkânını başlatır. Temelde bu imkânı veren, canlılık hakikatidir. Çünkü madde ve varlıkta, bütünlük (küll) algısı zirve noktadır. Canlılığın olduğu her yerde görünen ferd-tür ilişkisi ve her ferdin mensubu olduğu türün ortak özelliklerini tamamen taşıması cüz-küll ilişkisinden ötede, cüz’î-küllî şeklinde bir ilişkiyi doğurur. Bu ise, bütüncüllük hakikati demektir. Herhangi bir ağacın kendisi ile meyveleri aynı bilgiyi ve hakikati taşırlar. Kâinat ağacı ile meyveleri için de aynı durum geçerlidir. İnsan, kâinat ağacının şuurlu meyvesidir. Her bir insandaki külli akıl ve sınırsız duygular ona bütün kâinatı kuşatma, ona nüfuz etme, onu sevme, onu sahiplenerek onda tasarruf edebilme imkânı verir. İnsanlardaki şuur, her bir insanda özel bir âlemin oluşmasına yol açar. Bu şekilde insanlar sayısınca “sanal kâinat algıları” meydana gelir. Bu ise kâinat ve insan arasında küllî-cüz’î ilişkisi olduğunun net göstergesidir. Bilim dünyası kâinat-insan ilişkisini “makrokozmos-mikrokozmos” şeklinde; din ise “büyük âlem-küçük âlem” şeklinde isimlendirir.
Big-Bang teorisi, temelde materyalist bir felsefe ve fizik bilimi algısına dayanır. Her şeyin enerji ve kuvvete dayandığı bir seviyeyi tespit eder. Kuantum mekaniği bu çerçevede “enerjetizm” adı altında her şeyi bir enerji paketi olarak ele alan bir bakış ile evrene bakmaktır. Semavi dinler ise, yaratılış mekaniği bağlamında Ağaç Evren Modeli ile meseleyi kuşatır. Başlangıcı, sonu ve sonucu, dış boyutu ve dinamik içsel süreci ile kâinat ve evrensel hayatın varlığından gayeyi izah eder.
İnsanlık Dünyasının Hakikat Yolculuğu
Felsefe, bilim ve dinler tarihini incelediğimizde bütün insanların kâinat ve kendi yapıları üzerinde tefekkür etme şeklinde bir yolculuk yaptıkları görülmektedir. Bu yolculuğu yapanlar 4 sınıfa ayrılmaktadırlar:
- Sırf akılla, fakat vahyin gölgesinde, hakikati arayanlar. Bunlar imkân ve hudûs hakikatlerine dayanan kelam âlimleri grubudur.
- Sırf kalple, vahyin gölgesinde, hakikati arayanlar… Bunlar kalb ve duyguların tasfiyesi ve işrakı esasına dayanan sûfi muhakkikler grubudur.
- Sırf akılla, vahiy dairesi dışında, hakikati arayanlar. Bunlar gözlem, istatistik, tüme-varım ve tümdengelim yöntemlerini kullanan bilim adamları ve felsefecilerdir.
- Akıl-kalb-nefis bütünlüğüyle meseleye yaklaşarak, bizzat vahiyle hakikat ve hakkı arayan peygamberlerin yoludur.[7]
Bu gruplardan Kelam âlimlerinin dayandığı akıl, Batı dünyasının “intellect” adını verdiği “uhrevi akıl” dır. 3. grubun kullandığı akıl ise her şeyi orantılarla ölçen, laboratuvar ortamında gözlemleyemediği bir meseleyi yok sayan “dünyevi akıl” dır. Bu 4 grup içinde meseleye bütüncül yaklaştıkları için hak ve hakikati kuşatma, varlık ve yaratılış sırlarını idrak etmede en tutarlı ve net tespitleri yapan kişiler peygamberler ve onların metoduyla kâinat-insan-yaratılış ve Allah ilişkisine bakan hakiki âlimlerdir.
Bilim dünyası, rasyonel aklın gözlemleri ve sebep-sonuç ilişkileri ile kâinatı, insanı ve olayları algılamaya çalışır. Sonucu, sebebin doğurduğunu kabul eder. Bu algının neticesinde “yumurta-tavuk döngüsü” nde olduğu gibi, milyarlarca yıllık zincirleme bir zihnî süreç oluşturur. Süreç ilanihaye devam edemeyeceği için başlangıçta bir nokta tayin eder. Bu noktayı Allah’a verir. Kâinattaki bütün faaliyetleri “Muharrik-i Evvel” olan Allah’a dayandırır. Aristo’nun bu usulü, şimdi de Big-Bang ile aynen devam etmektedir. Kur’an ve vahiy, bu algıyı kırar. “Hiçbir sebep hiçbir sonucu doğurma yeteneğine sahip değildir. Gerek kendi başına gerekse bütün halinde…
Yaratma iradesi ve yaratıcı güç sebeplerde yoktur. Allah, ilk muharrik olduğu gibi, bütün zamanlar ve mekanlarda tek muharriktir” der. Bir numune olarak canlıların rahimlerinde olan ceninin değişim sürecini göze sunar. Bu noktada bir kuzunun, bir koyunun rahminde tasvir sürecine baktığımızda su ve kuru ot gibi iki hammaddenin tahlil ve terkibiyle kuzunun kan, sinir, beyin, kemik gibi bütün hücrelerinin, farklı özellik, renk ve şekilde organlarının, sistemlerinin kuzunun sebebi görüntüsünde olan koyun ve koçtan habersiz şekilde koyunun rahminde şekillendiği görülmektedir. Doğan bir kuzunun, kendi türüne ait ortak özellikler ve kendine has şahsî özelliklerle dünyaya kusursuz olarak geldiği de görünmektedir. Kuzudaki kusursuz sanat, onu yaratan ilmin mükemmelliği ve mahirliğine delildir. Sanat, ilimsiz olamaz. Kuzudaki türüyle ortak yönlerle beraber ayırıcı özelliklerin olması ise kuzunun üstünde nüfuz sahibi bir iradenin etkinliğine delildir. Ortak yönler, iradenin tekliğine; ayırıcı yönler, iradenin hürriyetine delildir. Kuzunun bedenindeki hayat enerjisi ve fiziksel yapısı, kudret ve kuvveti bildirir. Bu çerçevede vahiy, Allah’ın varlık ve birliğini, sıfatlarını ve mükemmelliğini bulmak için kâinatın başına gitmek zorunda değildir. Pakistanlı mütefekkir Muhammed İkbal, Dinî Düşüncenin Yeniden Teşekkülü eserinde sebeplerle meselenin izah edilmediğini görerek “ Hangi sebep neyi icad etmiştir?” der. Determinist mantığın akıl noktasında kabul edilemez olduğunu belirtir.
Bu noktada Said Nursi, mantık üzere kaleme aldığı Ta’likat isimli eserinde “ İllet, mûcib (gerektiren) ve müessir (etkili) olandır. Sebep ise, neticeye ulaştırıcı ve hazırlayıcı olandır. ”[8] diye tanımlayarak sebeplerin etki sahibi değil, etkiyi aktarıcı mahiyette olduğunu vurgular. Aynı zamanda etki sahibi yapıyı “illet” olarak isimlendirir ve tanımını yapar. Aynı eserinde “İllet-i hakiki, irade-i İlahiyedir” der.[9] Bu çerçevede zâhiren illet konumunda görünen nesneler bir etki sergilerler; sebepler ise edilgenliği gösterirler. Ağaç Evren Modeli’ndeki, ağacın meyvelerini yapıyor görüntüsü, ağacın meyveler için zahirî bir illet mahiyetinde olduğunu bildirir. Hiç bir ağaç genetik kodlama gibi, hassas bir teknik bilgi ve irade sahibi olmadığı halde, görüntüde her bir meyvesinin içindeki her bir çekirdeğe diğer çekirdekten farklı özellikte kodlarla DNA ve RNA yazar. Ağaç-meyve ilişkisine sadece genetik bilimi ve yazılım tekniği noktasında dahi bakan bir akıl, bir illet olarak görünen ağacın bu kadar hassas ve nazik bir bilgi teknolojisinde kusursuz hüner sergilemesini kabullenemez. Bu çerçevede bakıldığında semavi dinler için her şey bir ilmî yazılım disketi, ölçülü bir enerji paketi ve bir irade tecellisidir. İlim ve iradenin bileşkesi, mânâ ve hikmeti ortaya koymasıyla din açısından, kâinat bir “âlem” ve “mânâ” olur.
Kitap Evren Modeli ve Mânâ Kanunu
Kur’an kâinatı, kendisinden bilgi edinilmesinden dolayı “Kitap Evren Modeli” yle akıllara sunar. İlk inen âyetinde bu temsil üzerinden hakikate yürünülmesini emreder.[10] Fakat kâinatın varlık gayesi ve hayatın merkezî konumunu anlatma sadedinde, “Ağaç Evren Modeli” ni akıllara sunar. Modelleme, gözle veya teknik imkanlarla kuşatılamayan yapıları anlamada bilim ve dinin kullandığı ortak yöntemdir. Bu noktada insan aklı, ebedî bir okuyucudur. Hakikat ve mânânın kâşifidir. Carl Jung’un tabiriyle her şey “arketip” şeklinde, Sigmund Freud’a göre ise “kollektif ve kişisel bilinçaltı” tarzda bir sembol ve mânâdır. Fakat epistemolojinin tespit ettiği üzere sahih bilgi ve mânâ idrakinin temelinde, var olanı ve görüneni tasdik etmek bulunmaktadır.
Doğruluk ve doğru algı, bu manada bilginin ve imanın temelidir. İman, hakikati bütün benliğiyle bir tasdik ameliyesidir. Mantık bilimine göre iman, iz’andır.[11] İz’an ise dış dünya ve iç dünyanın örtüşmesidir.[12] Bu noktada rahatlıkla denilebilir ki, evrendeki şaşmaz ve külli düzeni gözüyle görmesine, evrensel sabit kanunlara tabi bir hayatı fiilen yaşamasına ve bu düzenin konforunu zevk etmesine rağmen bazı bilim adamlarının tesadüf savunuculuğu yapması ve her şeyi tesadüfe irca etmesi asla bilimsel değildir. Tesadüf savunuculuğu kişisel bir algı, ispatsız bir iddia ve epistemoloji bilimine göre, evren çapınca büyük bir yalandır. Bu algı nihayetinde nihilist bir hayat ve evren algısı, anarşist ve ahlaksız bir yaşam biçimini netice vermektedir.
Etkinlik ve Edilgenlik Çerçevesinde Halifelik Hakikati
Kâinat ağacına etkinlik ve edilgenlik noktasında bakıldığında görüyoruz ki: Kâinat Ağacının dalları olan unsurlar, yaprakları olan bitkilere göre; mekana çivilenmiş olan bitkiler ise bu ağacın çiçekleri olan hayvanlara göre; fiziksel olarak hür olan hayvanlar ise kâinat ağacının şuurlu meyveleri ve mânen de hür olan insanlara göre daha edilgendir. Edilgenlik, fizik biliminin gösterdiği üzere, madde ve cansız nesnelerin ayrılmaz özelliğidir. İtici veya çekici bir kuvvet olmadan herhangi bir madde bulunduğu mekandan hareket edemez. Isaac Newton bunu şöyle ifade eder: “Bir cisim üzerine dengelenmemiş bir dış kuvvet etki etmedikçe, cisim hareket durumunu (durağanlık veya sabit hızlı hareket) korur.” Bu çerçevede canlı bir nesne, mesela bir ağaç, cansız mineralleri emerek, onu mekânından hareket ettirir. Bir hayvan, mesela bir tavuk, bitkinin meyvesine yerleşen mineralleri kendi bünyesine alarak yeryüzünde gezdirir. Akıl sahibi bir canlılık ise, mesela bir insan, tavuğun bünyesindeki mineralleri tavuk etini yiyerek kendi bünyesine katar. Aldığı lezzete şükretmekle o mineralleri nurlandırır, soyutlaştırır. Şükür, Yaratıcı ile yaratılanlar arasında kurulan bağdır. Şükür hakikati, bir şeye olumlu karşılık vermek mânâsına gelmesi ile Allah ile insan arasında bir devr-i daim oluşturur.
Şuur ve akıl sahibi yapıların, kâinat kitabına dair elde ettiği bilgi, şuur sahibi yapının etkinliğini bir kural altına alarak ona süreklilik kazandırır. Bu noktada sahih ve sebepler dünyasına ait doğrulanabilir bir bilgi, insan gibi şuurlu yapılar için diğer nesne ve canlılar üzerinde hâkimiyet kurma imkânı tanımaktadır. Burada belirleyici kriter, sünnetullah ve tabiat kanunları adı verilen değişmez kuralları doğru tespit etmek, bu kanunların yörüngesine dahil olarak hareket etmektir. Kur’an ve semavi dinler, insanın elde edeceği bu seviyeye “halifelik makamı” adını verir. Halife lafzı, Arapça’da, kendinden önce bir yol çizmiş, idare sergilemiş bir kişinin arkasından giden anlamındadır. Kur’an örneğinde semavi dinler insanın yaratılış sırlarından birini, bu şekilde “halife-i ruy-i zemin” olma olarak belirtir. Ki bu yön, insan benliğini teşkil eden 3 kuvvetten biri olan ve ahlak felsefesinin sahasının temel bir unsuru olan “kuvve-i akliye” nin ürünüdür. Hâl-i hazır insanlık dünyasının yeryüzündeki saltanat ve hâkimiyeti, İlâhî beyanın bütün insanlıkça teyid edilen bir ispatıdır. Bu çerçevede bilim, dinin şehadet âlemine dair okumalarının ismi olan “hikmet” in diğer adıdır. Fakat İslam’ın kabul ettiği bilim, her faaliyeti insana ve kâinata “hayır” olarak dönen bir bilimdir.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 1. Bab, 55 Lisan.
[2] Bediüzzaman Said Nursi, iktisadî bir tabir olan “tüketici” kavramını, “müstehlik” olarak ifade ederek helak kavramının, tükenme ve tükeniş anlamında olduğunu açar. (Lem’alar, 19. Lem’a, 7. Nükte)
[3] Necm suresi, 14. Muhyiddin-i Arabî, bir kitabına “Şeceretü’l-Kevn” (Kâinat Ağacı) adını vermiştir. İttihad-ı Kevnî risalesinde de kâinatı bir ağaç olarak ifade eder. Hz. İbrahim’in suhufunda geçen temsilde bildirildiği üzere kâinat ve hayat, hiçlik kuyusunun duvarında büyüyen ve bin bir çeşit meyveler veren bir incir ağacıdır. Hz. Musa’nın ufkunda kâinat ve hayat, Varlık Tur Dağı’nda büyüyen “alevli bir zeytin ağacı” dır. Allah, Onunla bu ağaç üzerinden konuşur. (Kasas suresi, 30 ve Mu’minun suresi, 20)
[4] Kur’anın 59. Suresi, olan Haşir suresi, yaratılış mekanizmasını Esmaü’l-Hüsna grupları içinde 22-24. Âyetlerde ifade ederken hilkat sürecinde Hâlık-Bâri ve Musavvir isimlerinin ayrılmazlığını bildirir. Bu noktada Musavvir ismi ile yaratmanın İlâhî bir tasvir olduğunu ve Musavvir isminin esma-yı fiiliye olmasıyla tasvir fiilinin sürekliliğini vurgular. Sürekli tasvir, yeni suretler vermeye yol açar. Bu manada kâinatta her şey yenilenen ve değişen bir suretle görünmektedir.
[5] Mülk suresi, 14.
[6] Zâriyat suresi, 51. Âyette “Gökleri kudretimizle biz bina ettik” dedikten sonra “Ve innâ lemûsiûn” der. Buradaki mûsi, genişletici anlamına geldiği gibi çap verici, kudreti daya iyi gösterici anlamına da gelir. Bu çerçevede bir fidana göre muhteşem bir ağaç daha mükemmel olarak İlâhî kudreti gösterir. Bu âyet bu manasıyla “Büyüyen Evren Modeli” ve “Ağaç Evren Modeli” ne de dayanak olur.
[7] Bediüzzaman Said Nursi, Nokta Risalesi, 3. Bürhan.
[8] Talikat, Ahmed Akgündüz Tercümesi, s. 278.
[9] Talikat, Ahmed Akgündüz Tercümesi, s. 243. İllet-i hakikiye, “illet-i tâmme” olarak da ifade edilir.
[10] Bir çok Kur’an âyeti, kâinatın da bir ekolojik ve kevnî Kur’an olduğunu açıkça ifade eder. Bu Kur’andaki her bir nesne ve olayın da bir “âyet” olduğu belirtilir. Mesela Yusuf suresi 105. Âyette Allah şöyle der: “ Semalarda ve yeryüzünde nice âyetler (deliller) vardır. Ve onlar, o delillerden yüz çevirerek yanından geçerler.”
[11] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 9. Mektub, 4. Rabian (İman-İslam Farkı)
[12] Talikat, Ahmed Akgündüz Tercümesi, s. 178.