Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî Bilim’e Geçme Talebi
Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızda; Bilimsel Bilim yerine geçilmesini teklif ettiğimiz İslâmî Bilim’in anlaşılması için, ikisi arasındaki farkların netleşmesi gerektiği, bu sebepten çalışmamızın 3 bölüm hâlinde uzun bir özetini yapmamızın faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Çünkü Bilimsel Yöntem ve bu yöntemin ürün ve sonucu olan Bilim’in ne olduğu ve ne olmadığı anlaşılırsa; Risale-i Nur’un bu bilim ve felsefesine, yani yöntemine bakışı ve yerine teklif ettiği “İslâmî B/İlim”in (isimlendirme bana ait) farkı ve üstünlüğünün netleşeceğini düşünüyoruz. Çünkü gördüğümüz kadarıyle; Risale-i Nur, Bilim’in Bilimsel Yöntem ve Kriterlerini kabul etmez; onu eksik ve yanlış ve dar bulur! (Konuyla ilgili Üstad’ın Mektubat eserinin 29. Mektub 7. İşaret’ine bakılabilir. http://www.erisale.com/#content.tr.2.624)
Bilimsel Bilim’in evrensel ve olgusal ve tarafsız olduğuna inandırıldığımız için, dünyada başka bir Bilim Anlayışı, Felsefe ve Yöntemi olabileceğine ihtimal bile ver(e)miyoruz! Müslümanca Düşünce ile Bilimsel Düşünce arasında gidip geliyoruz! Bu iki düşünce arasındaki derin ve geniş uçurumu görmediğimizden; zıtlıklarını uzlaştırıp, aralarını telif edecek köprü ve dolgu malzemeleri toplamakla meşgulüz! Kafamız karışık, zihnimiz bölmeli, davranışlarımız tutarsız! Gerçeklikle bağını yitirmiş bir şizofren gibi; akademide “lâik”, camide “müslüman” rolü oynuyoruz!
Şimdi, Risale-i Nur’un mevcut Bilim’e bakışı ve yerine teklif ettiği İslâmî Bilim’i anlamak için giriş yapacağımız anahtar soru şu: Bilim’in, Bilimsellik Kriterlerine göre çizip – kurguladığı bu Deterministik Evrende Allahû Teâlâ ne iş yapar!? (*)
İlliyet ve nedenselliğin hâkim olduğu; yani mevcut Bilim’e göre herşeyin varlık ve devam ve çalışma sebebi, diğer sebep ve mekanizmalarla nedensellenip, açıklanabildiği ve nasıllanıp, tasvir edilebildiği böyle bir evrende Rabbimiz ne iş yapıyordur!?
Bilim’in iddia ettiği gibi; gerçekten, herşeyi başka nedenlere dayayarak nedensellediğimize ve nasıl işlediğini tasvir ederek açıkladığımıza inanıyorsak; böyle bir evren Rabbimiz’e hangi konuda muhtaçtır veya muhtaç mıdır acaba!? Peki böyle bir evrende “iman”a nasıl yer açacağız!? Maddenin perdesini aralayıp, Rabbimiz’e nasıl delil bulacağız!?
Kütle kazanımı Higgs’e; yerçekimi kütleye; yağmur, suyun buharlaşması çeşitli çevrim / döngülere; bitkilerin besin – enerji üretimi fotosentez gibi mekanizmalara; yaşam ve türler, evrim – elenme – adaptasyon – mutasyona; olmadı tesadüf, tabiat, uzun zamana; elhasıl herşeyi başka nedenlere verince Allahû Teâlâ’ya neyi vereceğiz!?
“Rabbimiz bu kâinat makinasını ve yasalarını kurmuş, herşey bu mekanizma ve kurallar gereği otomatik olarak kendi kendine işliyor”dan fazla verecek bir cevabımız var mı!? Bu cevabın yanlış olmasını geçtik; faraza doğru kabul etsek; bunun doğruluğuna herhangi bir delil – gözlemimiz var mı!? Yani bu sözümüz kâinatta karşılığı olan “bilgi” temelli bir söz mü, yoksa geçmiş atalarımızdan öğrendiğimiz “inanç ve iddia” temelli bir ezberi mi tekrarlıyoruz sadece!?
Bilimsel Bilim’in kurguladığı evren modelinde (güya!) Rabbimiz’e ihtiyaç kalmamakta; Bilim’in anlattığı evrende, O’na iman ve itikad için de kâinatta herhangi bir delil ve gerekçe kalmamakta!
Bilim’e göre, eğer Tanrı varsa ve olsa bile; bu Tanrı başlangıçta kâinatı yaratmış; mekanizma, kanun, sebep – sonuç ilişkilerini kurmuş ve ilk hareketi verip, başka birşeye karışmayan birisi olabilir! Yani kâinatın varlık ve devam ve işleyişinde O’na ihtiyaç ve zaruret duymadığı (yani Es-Samed olan Allah yerine, kâinatın Samed olduğu iddiası!) İlk Sebep Tanrısı! (Sebeplerden bir sebep yani!)
Ki Bilim’in “var, yok; yokta, var olmaz” sözünden; bilinçaltımıza sessizce fısıldanan “var olan hiçbirşey yaratılmadı, çünkü her zaman vardı” altmesajını alıyoruz biz! Ve buradan, İlk Sebep olarak bile Yaratıcı Tanrı gibi bir nedeni reddettiği ve bizi de buna inandırmaya çalıştığı sonucunu çıkartıyoruz! Bilim’e göre; “eğer madde – enerji ezelî ve ebedî (yani sonsuz) değilse ve sonsuz paralel evrenler yoksa ancak ‘Tanrı’ gibi doğaüstü bir İlk Sebep ihtimâli belirebilir! Yoksa başlangıçsız bir kâinatta, mantıken Yaratıcı bir İlk Neden Tanrısına ihtiyaç ve zarurette yok!”
Rabbimiz hakkında bu ifadelerin nezih ve zarif olmadığının farkındayım ama konuyu daha kibar ve veciz özetleyen ve bizi sarsıp, şok edici başka bir üslûp ve ifade biçimi bulamadım!
Bilimsel Makale ve Yayınlarda; herşeyin otomatik makina gibi işlediği ve “Uzun Zaman + Madde-Enerji + Tabiat + Kanun + Tesadüf + Zorunluluk + Evrim / Devrim = Herşey Mümkün” bir Kâinat Modeli’ne dayanan; yani denklem ve formüllerinde Allahû Teâlâ’nın bulunmadığı; ateist ve materyalist, natüralist ve determinist bir kâinat tasavvuru inşa ediliyor! Bilimsel Yöntem ve Kriterlerince failsiz ve öznesiz kurulan cümlelerle; bilinçaltına küfür ve şirk virüsleri telkin ve takviye ediliyor!
Bilimsellik Felsefesi’nin, kâinatın işleyişi hakkında önümüze getirdiği her “neden ve sebep”; zihnimizde eşya ile Rabbimiz arasındaki münasebet iplerini biraz daha kesmekte; kâinatın O’na delâlet ve nisbetini biraz daha kapatıp, kopartmakta! Bilim’in gösterdiği her neden; “Bu işi Allah yapmıyor, bu faaliyete O karışmıyor; bu meyve tabiî bir işleyişin ürünü olup, ilahî değil!” gibi alt (subliminal) mesajları bilinçaltımıza üflüyor!
“Evrenin varlık ve çalışması için Bilim’in gösterdiği hangi neden, anlattığı hangi sebep, izah ettiği hangi mekanizma ve Bilimsel açıklama yeterli gelmedi de; işleyişe ‘Tanrı’ gibi ek bir neden eklemek ve inanmak mecburiyetinde hissediyorsun kendini!?” gibi sorular; ustaca “iman” ve “bilgi”yi sanki birbirisinin karşıtı veya birbirinden kopuk alanlarmış gibi göstermekte ve zihnimizi yanıltmakta! Yanlış soruya, yanlış cevaplar peşinde koşturmakta bizi!
Bu tür sorulara muhatap olan kişilerde; kâinatta iman’a yer açmak, böylelikle itikadını muhafaza etmek için; Rabbimiz’in bu kâinatla münasebet / ilişkisi, elektriğin bilgisayarla ilişki ve etkileşimine benzetilip; bu metafordan, Rabbimiz’in kâinattaki varlık, nesne ve işleyişin temel ve ana sebebi olduğu söyleniyor. Söyleniyor ama bu sözün altı doldurulmuyor; bu cümleyle ne demek istendiği bence söyleyen için bile açık değil!
Soruya muhatap olanın; itikadını, deterministik evrenle tutarlı hâle getirmek ve böylece imanını muhafaza etmek için; ezbere söylediği, klişe bir söz bu! “Bilgi” temelinden yoksun; kâinata tespit edilip, delil – ispatlarla sabitlenmemiş; yani “inanç” bazında bir iddia olarak kalıyor bu! Yani bu sözün mantıkî ve rasyonel ve ilmî temelleri ve fizik – kimya içerisinde neye tekabül ettiği belli değil!
Örneğin: “Herşeyin bir nedeni var. Mes’elâ elma ağaçtan, ağaç topraktan, toprak kayaların ufalanmasından (kayaların ufalanması da ısı, basınç, nem vs.’den) meydana geliyor! Elmanın oluşumu ve başka şeylerin hangi nedenle ve nasıl oluşabildiğini Bilimsel Bilim zaten tasvir edip, mekanizmasını açıklamış! Sen ise bu elmanın Allah’ın eseri, in’âmı, ni’meti, rızkı olduğunu söylüyorsun; bir de elmayı Rabbinin terkip, inşa ve icad ettiğini söylüyorsun! Buna delilin nedir!? Elmayı ağaç, tabiât, sebep, mekanizmalar değil de Allahü Teâlâ’nın yaptığına ve sana gönderdiğine delilin nedir!? Bilim’in gösterdiği sebeplerin yaptığı ve yapabileceği elmayı; hangi mantıkî veya ilmî gerekçeyle, neden ve niçin Allah’a bağlıyorsun!? Yaptığın veya okuduğun hangi gözlem sonucu bu neticeye ulaştın!? Allah varsa bile kâinattaki bu işleyişe karışmıyor; mekanizmayı kurmuş, evrende işler tıkır tıkır işliyor; yani bu evrendeki herşey madde–enerjinin üretimi, dönüşümü; Allah’ın eseri ve icadı değil! Bilim’in çizdiği kâinatın varlık ve işlemesi için O’na ihtiyaç yok! O’nun var olduğunu ve kâinatta şu şu işleri yaptığına dair herhangi bir alâmette yok!” sorusuna, çoğumuzun doyurucu ve karşımızdakini ikna edici bir cevabımız yok!
“İşte saydığın bütün bu şeyleri o nedenleri kullanarak zaten Allah yapıyor” gibilerinden bir sürü ezber ve hamasî cevaplarımız var muhakkak! İyi de benim de sorum bu işte: “Allahû Teâlâ’nın bu nedenleri kullanarak, bu işleri yaptığını nereden biliyorsun!? Yani bu nedensel bağlantılar arasında Allah’ın rolü nedir!? Hangi boşlukları O dolduruyor!?” Mevcut Bilim bize öyle bir evren senaryosu çiziyor ki, bu senaryoda Rabbimiz dahil değil! Bilim’in kurguladığı senaryoda Rabbimiz’e hiçbir iş, verilmesi gereken bir rol, müdahil olması gereken birşey kalmıyor!
Burada konu dışı bir not düşmek gerekiyor: Rabbimiz’in eşya ve işleyişiyle münasebeti konusunda, maâlesef Risale okuyan bizlerin de kafası karışık! “Kâinatın varlık ve devam ve işleyişi için, O’na muhtaç ve mecbur olduğunu göster! Bilim’in gösterdiği hangi neden ve mekanizma yeterli gelmedi de; ‘şu işin şurasında Allah devreye girmeli ve giriyor’ diye iddia ediyorsun!?” sorusuna net ve açık bir cevabımız yok!
Cevabımız yok, çünkü okuduğumuz Risaleler’i, diğer okuduğumuz veya uzmanı olduğumuz fizik, kimya gibi bilimlere bağlamamışız! Çünkü Risaleler’i beynimizdeki “din” klasörüne atmışız; fizik – kimyayı da “bilim / bilimsel bilim” klasörüne kaydetmişiz! Büyük ihtimâl kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de çoğumuz için “din kitabı” kategorisinde; “hayat ve yaşam kitabı” kategorisine henüz girmemiş yani! “İslâmiyet”i de büyük ihtimâl sadece “Din Dersi”nde anlatılması gereken; hayatımızın diğer kısımlarına dokunmayan, diğer derslerden ve hayattan kopuk düşünüyoruz! Herhâlde Üstad’ın Medresetüz Zehra Projesi de; Anadolu Fen İmamhatip Okullarının, üniversite versiyonu gibi birşey zannediliyor! Neyse asıl konumuz bu değil.
İşte Bedi’üzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur’la yaptığı en büyük devrim bence; Rabbimiz’in sadece metafizik, felsefe, ilâhiyyatın konusu olmadığını gösterip; aynı zamanda fizik, kimya, biyoloji, astronomi, coğrafya gibi deney – gözleme dayalı b/ilimlerin de konusu olduğunu göstermesidir! Yani eşyanın varlık ve işleyiş ve kendi arasında ilişki – etkileşim kurmasında; O’nun varlık ve fiil, tecelli ve etkileri olmadan; salt madde – enerji determinizm / illiyet ilişki – etkileşimleriyle hiçbirşeyin varlık ve devam ve işlemesinin açıklanamayacağı ve nedensellenemeyeceği; tasvir bile edilemeyip, nasıllanamayacağı gerçeğidir! (Da Vinci’siz Mona Lisa’nın nasıl ve hangi nedenlerle meydana geldiği boya, fırça, tuval ve bir takım enerjilerle hareket eden fırçalar ile ne kadar tasvir ve nedensellenebilirse o kadar!)
Böylece “ışık olmadan eşyayı göremem” veya “kulağım olmadan sesleri işitemem” veya “yeryüzündeki gündüzün kaynağı ve ısı – ışığın nedeni Güneş’tir” demek gibi; “Allahû Teâlâ olmadan ve ilim – irade – kudret eliyle eşyayı çekip çevirmeden; eşya kendi acziyetiyle, bu şeyleri yapamaz”ın farkına vardırmasıdır! Yani asıl neden, esas sebep, tek fail, biricik müessir, ikincisi olmayan yekta kuvvet / etki sahibinin sadece O olduğunu göstermesidir! Üstelik bu gerçeği; sadece duyularına tâbi olan, yani aklı gözünde olan insanlara da gösterebilmesidir! Yani bu gerçeği görmek ve farketmek için kâlp gözü, vicdan, sezgi, ilham, basiret – firaset gibi ek duyulara veya mikroskop – teleskop gibi yardımcı araç veya uzmanlık alanlarına ihtiyaç ve zorunluluk olmadan; sadece çıplak baş gözümüze bile bunu göstermeyi başarmasıdır!
Konuya başlamadan önce; “bilim” (science) ile “bilgi” (ilim, data – information – knowledge) ayrımını yapmamız gerekiyor. Yani “bilim”, “bilgi”ye eşit değildir. Evren ve içindeki bilginin Bilimsel Yöntem ve Kriterlere göre gözlem – ölçüm ve yorumlanması sonucu elde edilmiş filtreli bilgi’ye; yani bilgi’nin “bilimsellik” prizma ve yorumundan geçerek, kırılmış hâline “bilim” diyoruz biz. Bu tanımıyla “bilim” ve “bilgi” farklı olup; bu açıdan “bilim, evrendeki bilgi’nin dar ve eksik ve saptırılmış bir türü olabilir ancak. Yani bir ifadenin “bilimsel olmaması” ayrı şey, “doğru olmaması” ayrı şeydir.
Bilgi – bilim farkı derken, mes’elâ “suyun belli şartlarda hep aynı derecede kaynamaya başlaması” bir bilgi’dir, ölçüm bilgisi’dir, kim ölçerse aynı sonucu alır; fakat “bilim” değildir. Bu ölçüm / ham data / bilgi / veri; “bilimsellik” kriterleriyle filtrelenip, yorumlandıktan ve sonra diğer verilerle harmanlanıp, işlendikten sonra “bilim / bilimsel bilim”e; uygulamada ise “teknoloji”ye dönüşür…
Konuya başlamadan önce diğer dikkat edilmesi gereken nokta: “Bilgi” ve “inanç” arasındaki ayrımın yapay ve sun’î olduğudur. Yani bu ikisi bir bütünün parçası olup, ayrılmalarının mümkün olmadığının bilinmesi gerekmektedir. Evet “bilmek” ve “inanmak” kavramları, var olmak için birbirlerine muhtaç ve mahkûm. Yani neyin “bilgi” olduğuna inanç’ımızla veya neyin “inanç” olduğuna bilgi’mizle karar verip; “bu bilgi’dir veya inanç’tır / biliyorum veya inanıyorum” diyoruz, deriz.
Kısaca her “bilgi” inanca ve her “inanç”ta bilgiye dayanır; ikisinin de dayandığı bir epistemoloji – ontoloji ve metafiziği vardır. Açarsak: Her “doğru veya yanlış bilgi”, doğru veya yanlış inanç’a ve “her doğru veya yanlış inançta”, doğru veya yanlış bilgi’ye dayanır. Bu ikisi arasında birbiriyle ayrılmaz ve kopmaz bir ilişki – etkileşim olup, aralarındaki ayrım yapaydır.
Örneğin: Bir bilimadamının bilimsel gözlem – deneylerle elde ettiğini söylediği bilgilerin, doğru ve bilimsel olduğuna inanmamız ve bundan emin olmamız; bizim için “görmeden inanmaya” (siz isterseniz bu inancınıza “bilmek” deyin farketmez) karşılık gelir. Burada, işittiğimiz veya okuduğumuz bu “haber”in; “bilgi / doğru bilgi” olduğuna inanmamız sözkonusudur. Bu haber’in bilimsel bilgi olduğu ve doğru olduğu, o uzmanın yalan söyleme veya yanılmasının çok düşük ihtimâl olduğu, dolayısıyle aynı deney – gözlemi biz de yaparsak aynı sonucu alacağımız, bu sebepten aynı ölçümü bizim de yapmamızın gerekmediğine inanırız...
Buradan çıkan diğer sonuç: Görmediğimiz herşey salt “inanç”ın konusuna girmez, aynı zaman da “bilgi”nin de konusudur bu veya gördüğümüz herşey salt “bilgi”nin konusuna girmez, aynı zaman da “inanç”ın da konusudur bu! Elhasıl “bilgi” ve “inanç” arasındaki ayrım yapay olup, bu ayrımı gerçek zannetmek; insan zihin ve algısını bozan ve manipüle eden zihinsel bir ilüzyon, düşünceyi çıkmaz sokaklarda patinaj yaptıran bir yanılsamadır.
Bu kısa girişten sonra konuya başlarsak; tahmin edilebileceği üzere; biz bu yazımızda ne dinî veya felsefî, ne de bilimsel gerçeklerden bahsetmeyeceğiz! Çünkü “gerçek” gerçektir, dinîsi – dinsizi, felsefî veya bilimsel olan – olmayanı ol(a)maz. Çünkü “hak”, hak oluş keyfiyetiyle ve tanım olarak izafî ve değişken değildir. Fakat “hak’ka ait bilgi” demek olan “hakikât”in, izafîyet ve değişkenliğinden sözedilebilir. Çünkü araya “bilgiyi öğrenen ve edinen” mahlûk (burada insan) giriyor ki; bunların çeşitliliği ve bulundukları boyut ve bakış açısı, nazar ve sınırlılıkları, sahip oldukları kavram zenginlikleri ve lisanda bunun ifade edilerek, kelimelere dökülmesi; hakikâtin bilgisi’nde çeşitliliğe ve izafîliğe yolaçıyor.
Yani nazar, niyet ve sınırlılıklar, bir de görülenin tam kelimelerle tespit ve ifade edil(e)memesi üstüne eklenince, bu ayrı bir izafîliğe daha neden oluyor ki bunun nedeni: Tüm kelime ve kavramların, mecaz / metafor / temsil olmasıdır. Yani “kelime ve kavramlar” işarettir sadece; işaret ettikleri şeyin kendisi değil. Nasıl ki hakikât, hak’kın kendisi değil; öyle de kelime ve lisanda bunun ifadesi de hakikât’in kendisi değil; sadece bir işaret ve temsil ve misâlidir. Buradan çıkan sonuçlardan biri: “Hakikât”, yaşa(n)madan bilin(e)mez; bildiğimiz şey “hakikat’in sözlü ifadesi” olabilir ancak!
Burada, devam etmeden önce bir konuyu daha hatırlamamızda yarar var, şöyle ki: Kâinattan elde ettiğimiz ve edeceğimiz bilgiler sor(g)ularımızdan bağımsız değildir; yani neyi ararsak, onu buluruz. Evet, evrende bulduğumuz ve bulacağımız şeyler, aradıklarımızdan bağımsız değildir. Yani eşyaya bakarken sorduğumuz sorular, aradığımız şeyler ve deney – gözlem araçlarımız; farkedip, bulacağımız cevapları da belirliyor.
Yani sormadığımız soruların cevabını, kâinatta göremeyiz; görsekte farkedemeyiz. İşte bu sebepten, soruları bilmek, cevaplardan daha önceliklidir. Çünkü doğru soruyu bilmezsek, doğru cevabı da bulamayız; görsekte tanıyamayız.
Elhasıl Bilim, yanlış sorduğu soruların cevabını bulma peşinde! Halbuki yanlış sorunun doğru cevabı olmaz; önce soruyu düzeltmeli! O hâlde cevapları öğrenmekten önce, soruları öğrenmek çok daha önemli; çünkü doğru cevaba doğru soruyla ulaşılır. Yani "Cevap nedir?"den önce, "Soru, doğru soru nedir?"i öğrenmeli. Aksi hâlde bir ömür boyu yanlış yerde ağ atmış oluruz veya büyük balık yakalayacağım diye, küçük balıkları ağın gözeneklerinden kaçırırız…
Halbuki kâinat ve içindeki her birşey, çoğu sorumuza cevaptır; fakat soruyu bilmediğimizden, cevabı da göremiyoruz! Doğru soruyu bilen için, kafasına düşen bir elma bile yeterli cevaptır...
İşte Risale-i Nur’daki konuları; “Bilimsel Bilim’in yerine ‘İslâmî Bilim’i niçin ve neden tercih etmeliyiz veya tercih etmek zorundayız? Mevcut Bilim’e alternatif olduğunu iddia ettiğimiz bu yeni B/İlim Anlayışının farkı ve üstünlüğü nedir?” sorusunun cevabını arama niyetiyle okursak; yazılarda, bu sorunun kadraj ve kamera açısına giren cümle ve anlamlar netleşip, koyulaşır; diğer anlamlar odak noktasından çıkıp, bulanıklaşmaya başlar. Risaleler’de hafızamızda kalacak olanlar da, işte zihin kameramızın zum ve objektif alanına giren bu alanlar olacaktır.
İşte zihin ve niyet kameralarımızın sayısını arttırdığımızda, bunların bir de açı ve yüksekliklerini çeşitlendirdiğimizde yazılarda şu nokta belirginleşmeye başlayacaktır: Herhangi bir düşünsel sistem içerisinde, mes’elâ Bilimsel veya Felsefî Yöntem ve dizge içerisinde ortaya çıkan bir problem ve soru; başka bir sistem içerisinde, mes’elâ Vahyî Yöntem içerisinde belki hiç karşılaşılmayacak bir problemdir. Dahası: Bir metodun, kendi kavram ve yöntemlerinin sonucu olarak doğan; yani yönteminin zorunlu sonucu olarak karşılaştığı problem ve soru(n)ları; Vahyî Yöntem ve enstrüman – kavramlarla cevaplamaya çalışmak doğru değildir. Çünkü problem, Nübüvvet / Vahiy Sisteminden doğmamış ki, o yöntem içerisinden cevap vermek zorunda olalım veya çözüm üretebilelim.
Demek istediğim: Bilimsel Yöntem veya Felsefî Düşünce Sistemi’nin kendi dar ve sınırlı kalıpları içerisinde cevaplamaktan aciz kaldığı veya cevabının doğrulama – yanlışlama ve sağlama’sından aciz kaldığı sorular; gene kendi düşünce sistem ve metodundan kaynaklanmakta olup; kendi yöntem ve kavramlarından kaynaklanan bu problemlere, gene o sistem içinde kalınarak veya başka sistemlerden devşirme usulüyle, eklektik / demonte çözümler bulunamaz. Çünkü parçası olduğu kendi sistemi içerisinde fonksiyonel olan bir çözüm veya uygulama, başka sistem içerisinde işlevini kaybeder; hatta çözüm yerine, ithâl edildiği sistem içerisinde yeni problemler üretip, zarar verebilir. Bir nevi doku uyuşmazlığı gibi.
Peki çözüm için ne yapmalı? Başa dönüp, sistem tekrar check ve revize edilmeli; belki paradigma değişimiyle, sistem tamamen terkedilmeli. Örneğin: Bilimsel Yöntem ve Kavramlarına bağlı kalındığı müddetçe “Rabbimiz, ahiret, melekler veya meleklerin eşya üzerindeki fonksiyonları veya ahiretin madde üzerindeki yansımaları” gibi konuların gözlem – delil – ispatı mümkün değil veya sınırlı ve yerin altından tünel açmak gibi zor (Mes’elâ 30. Söz 1. Maksad’taki temsile bakınız: http://www.erisale.com/#content.tr.1.738). Fakat Risaleler’de anahatları gösterilmiş İslâmî B/İlim’in kendi yöntem, tanım ve kavramlarıyla bu mümkün ve gösterilebilir ve bir kısmı Risaleler’de zaten gösterilmiş. Yani kâinattaki hazineleri açacak anahtar, dilini tercüme edecek sözlük, şifresini çözecek kodlar önümüzde!
Yani mevcut Bilim teknoloji ve keşifleriyle insanlığı kısa bir zamanda belki 200 – 300 yıl ileriye götürdü ama kapatıp – göstermedikleri veya amaç – yöntem – tanımı icabı keşfedemedikleriyle de; bizi zekâ veya bilgi seviyesi soyut şeyleri ve manevî değerleri anlayamayacak binler sene önceki mağara insanlığına geri götürdü!
Evet çözüm mevcut Bilim’de değil, zaten sorunun kaynağı kendisi! “Bilim” dediğimiz şey, “bilimsellik” dediğimiz yöntem; nötr ve tarafsız, evrensel ve objektif değil; daha doğrusu doğrudan taraf değil! Çünkü birşeyi “ya Yaratıcı ve Rabbi, faili ve ustası var(mış)” gibi inceler ve ifade ederiz veya “yok(muş)” gibi. Yani bu konunun ortası, tarafsız kalınacak objektif ve nesnel bir noktası yok.
Bu konuda gözlem yapıp, delil toplamak için, var – yok arası eşit uzaklıkta orta veya dış ölçüm ve yorum noktası ve a’rafta kalınabilecek tarafsız nötr ve yüksüz bölgesi olmadığı için ve zaten Bilimsel Bilim de taraf olarak “Allah var(mış)”ı kabul etmediği, hatta reddettiği için; mecburî istikamet “Allah yok(muş)” gibi ifadeler kullanır ve gözlem – ölçümlerini de öyle tasvir ve ifade eder! Yani gözlemlerinde sadece yatay sebep – sonuç ilişki / etkileşimlerine yakın çekim, zum yaparak; ateist ve materyalist, natüralist ve determinist odaklı bir dünyanın filmini çeker!
Sonra bu kurgu ve senaryoya göre; “yaratma” yerine “oluşma”; “Allah irade eder ve yapar” yerine “tesadüfen, rastgele oldu / oluyor”; “sevk-i İlâhî” yerine “içgüdü / sevki tabiî” gibi öznesiz ve failsiz [yani eşyanın varlık ve çalışma ve birşeylere sebep olmasında Allahû Teâlâ yokmuş; varsa bile O müdahale etmeden, zaten O’na ihtiyaç ve zaruret olmadan da işler yürüyebilir ve yürüyormuş gibi] kendi yöntem (Bilimsel Yöntem) ve kavramlarını (Bilimsel Kavram) kullanır! Üstelik, kâinattan keserek montajladığı ve senaryosunu yazarak, seslendirmesini de yaptığı bu “yapay animasyon”un gerçekliğine herkesin inanmasını dikte eder! Üstelik bunu; “Bilimsel Bilim’in objektif ve nesnel, inançtan tarafsız ve bağımsız olduğu” yalanıyla; bu şırıngayla zihinlere enjekte, bu ambalajla ilka ve telkin eder!
Bilimsel İfadeler’de saklı buna benzer Subliminâl Mesaj ve Gizli İknâ örnekleri, Birden çok Anlamlı Virütik Mesajlar; hemen hemen her ifadelerinde vardır; bazı örnekler için: http://www.metabilgi.org/hurafeornekleri/ linkine bakılabilir. Bu tür, yani şuurumuzun farkına varmadığı için, şuurumuz ve irademizce filtrelenmeyip, sorgulanmadan direkt bilinç ve bilinçaltımıza buyur ve kabul ettiğimiz bu derin ve gizli ve fısıltılı alt mesajları farkedip, korunmak ve içimizdekileri temizlemek için henüz antivirüs ve aşı ve tedavi programları geliştirmemişiz!
Bu tür parazitli, kirli mesajların tekrar ve telkini; bizde, bu mesajların doğruluğuna delilsiz – ispatsız inanma sürecini başlatır ve derinleştirir! Sinsice yayılan bu tür Yanlış Bilgi Virüsleri kendisini, içimizdeki zihin ve kâlp klasörüne, oradan tüm davranış kodlarımıza kopyalar; bizi ve tüm davranışlarımızı ele geçirir! Sonraki aşamada; “cami – namazda” ve “çarşı – namaz dışında” olmak üzere, çift değerli davranış ve algılayış kodlarıyla çalışan parttime müslümanlık dönemi başlar!
İleride lâzım olacak bu noktaları zihnimizde tutarak konumuza devam edelim. Yani Bilim, önünde gördüğü masaya bakarak; “ben bunun; marangoz ve ustasını, fail ve öznesini denklem ve teorilerime dahil etmeden; nasıl nedenseller ve tasvir edip, açıklayabilirim?” sorusunun cevabı peşindedir! Üstelik Bilim; “kâinatta Allah’ın varlık ve icraatını gösteren ve ispat eden bir delil ve gözlemim yok! Bilâkis herşeyi O olmadan ve O’na ihtiyaç ve mantıkî zarurette duymadan, çok daha iyi tasvir ve nedenselleyebiliyorum!” iddiasındadır!
Yazımızın 2. Bölümüne haftaya devam edelim inşâallah.
(*) İnsanlığın tüm felsefe ve bilim, din ve kelâm tarihinde belki en temelde tüm soru ve problemleri temel olarak bu soruya sadeleştirilebilir ve özetlenebilir veya bu soruya verdikleri cevaba göre sınıflandırma yapılabilir. Bu soruya verdikleri cevaba göre temel olarak; teizm, ateizm, deizm, idealizm, rasyonalizm, realizm, materyalizm, natüralizm, determinizm veya mu’tezile, cebriye, eş’âriye, maturidiyye veya katolik, protestan, yahudilik gibi yollara ayrılmışlar. Belki asıl soruları bu olmasa bile; farkında olmadan, bilerek veya bilmeyerek başlangıçta bu soruya verdikleri cevaba göre yollar ayrılmış. “O zaten yok ki evrenle bir münasebeti olsun!...” veya “O var, evren ve bizle ilişkisi de şöyle: ...” diyerek verdikleri cevapların çeşitlerine göre ana ve sonra da diğer tâli yollar açılmış.