Bilmem, sizden biriniz bir gecenin sessizlik ve mehtabında, pencerenizden gökyüzünün uçsuz bucaksızlığını seyreden ya da bir ırmağın kenarında, suyun süzülüp giden akışına kendini kaptıran oldu mu? Eğer böylesi bir deneyiminiz olmuşsa, ihtimal ki yoğun ve ulvi bir duygunun içine de girmişsiniz; bunun sonucunda eşref saat denilen bir anı yakalamış ve zirve bir hazzı yaşamışsınızdır.
Bu anın uçup gitmesini değil, sürekli bizimle kalmasını isteriz hep. Ama çoğunlukla bu anı doyasıya ve uzun bir süre elimizde tutmaya başaramayız. Bir de bakarız ki dünyanın hay huyu içindeyiz. Birkaç saniye öncesinin o doyumsuz anından üzerimizde bir iz bile yok. Kendimizi yapayalnız, acayip bir boşluğun o soğuk kucağında buluruz.
Elbette bu iki farklı zaman dilimimiz rüya ile uyanıklık değildir. İki halimizi de uyanıkken yaşadığımız bir gerçek. Neden birinde yüksek haz alabiliyor ve diğerinden acı, ümitsizlik ve hayattan bıkkınlık duyuyoruz? Bu iki anı, kim olursak olalım, yaşamayanımız yok gibi.
Ne var ki, iki anımız arasında büyük bir tezat var. Oysa bu iki hayat kesiti bizim ve o iki anda da biz varız. Bu iki anın farkına varan biz, acaba bu anların oluşumu, kaynağı ve bizimle yakından ilgili olup olmadıkları üzerinde kafa yorduk mu hiç? Demek bir an bile olsa, şu dünyanın ağır uğraşları arasında işte benim ya da hasret kaldığım zaman dilimi dediğimiz zirveleri yaşadığımız oluyor.
İlk halimiz bizim bilinçlilik, yani özgür halimiz; ikinci halimiz ise, kendimizde olmadığımız, yani ruhsal ve duygusal, yaratılışımıza ters düşen kötü alışkanlıklarımızın tutsağı olduğumuz halimizdir. Bilinçlilik, bizim iç özgürlük içinde ve her zaman kendimizde olduğumuzu gösterir; otomatik davranışlar, kötü duygusal alışkanlıklar ve bağımlılıkların güdümünde hareket etmek ise, bizim bir şeylerce tutsak olduğumuzu.
Günümüzde Batı, yeni psikoloji ve değişik arayışlarla insanoğlunun bu bilinçlilik yanını merceğe almış bulunmaktadır. İnsanda var olan irade gücü ile otomat ve makinenin çarkı olmaktan kurtulabileceğine daha çok inanmaktadır. Bu yüzden Batı ilgisini Doğu mistisizmine, Zen öğretisine kaydırmış durumdadır. Aşkın psikolojiye el atmalarının nedeni de bu
Ama ne var ki, ne Batı ve ne de Doğu bilinçlilik konusunda ciddi anlamda yere basmaktalar. Bütün varlık âlemini en ince ayrıntılarıyla yaratan güç noktasında net olamıyorlar. Gizli güçlerin insanı çepeçevre sardığını her iki dünya da kabulleniyor. Bu güçlerin arkasındaki asıl güç, yani kainat yaratıcısı açıktan açığa söylenmez nedense. Elbette insanı aşan bir güç var ve bu da her varlıkta kendini gösteren Allahtan başkası değildir. Doğu daha çok Zen öğretileriyle çok uzun ve kolay olmayan bir yolu denemektedir yıllar boyunca; aldığı mesafe ise bir arpa boyu kadar da değil, çok az insanını aydınlatabilmiştir. Batı ise, maddenin kaskatılığı onu çok yormuş ki maneviyata, bir çare olarak Doğu Mistisizmine merak salmış. Ne kadar yararlanır ve ne kadar insanını akılcı yola sokar, o da bilinmez.
Bir gerçek var ki, bu dünyaya kutsal bir görev için gönderilen insanın hayatı boyunca kendinden kopuk, kötü alışkanlıkların kurbanı ve bir şeylerin kölesi olarak hayat sürdürmek zorunda olmadığıdır. Onun dünyayı yönetme gibi bir misyonu var. Dünyayı yıkmak değil, bayındır hale getirmektir en büyük varoluşsal amacı. Kendisi de tutsak değil, bir beyefendi olmalı; ne duygusal ve ne de fizyolojik dayatmaların elinden bir şey gelmez çocuğu olmalı. Her şeyden önce kendini güvencede görmeli. Ama kendisi gibi bugün var yarın yok nesnelerle ancak kendini avutabilir. Böyle olunca, her an yalnızlık ya da korkular karşısında olmaya mahkumdur. Kendisini aşan bir dayanağı bulamayacağı sürece geçmiş ve gelecek onun için adeta bir cendere.
Dayanak noktası bulmadan rahat edemez insan; güvenlik ihtiyacı onun en büyük psikolojik ihtiyacı. Derinlerden gelir bu ihtiyaç. Ona güven verecek noktayı ve bakış açısını bulmadan yapılacak meditasyonlar da insana nefes aldıramaz. Temelsiz bir bina ne kadar rüzgar ve kasırgalara dayanabilir?
İşte insanın güvenlik ihtiyacını gideren bir güce ihtiyacı var. Bu ihtiyaca cevap veren mekanizma da insanda var. Bunu bulup çalıştırmak son derece önemli bir boşluğu doldurur insanın. İnsan fıtrat ve vicdanında var olan bu gerçeği gün ışığına çıkaran bir psikoloji ekolu henüz ortaya çıkmış değil. Oysa insanın mutluluğuyla uğraşan bilim adamları direk insanın bu gerçeğinden hareket etmiş olsalar ve bir komplekse kapılmış olmasalar, insanlığın rahatı için büyük mesafeler alacakları kesin. Yani burunlarının ucunda olan İslam gerçeğine bir göz atsalar ya
İslam her zaman kestirme yolu belletmiş insanlığa. Bu yol, çağımızın Kuranın bakış açısını net bir şekilde ortaya koyan büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursînin eşsiz eseri Risale-i Nurla daha anlaşılır bir şekilde ortaya konulmuş. Onun deyişiyle insanın fıtrat ve vicdanında iki kaçınılmaz gerçek var: Nokta-i İstinat ve nokta-i istimdat; bu iki nokta, bu iki dayanak olmazsa, yaratıkların beyefendisi, en temizi ve en saygıya layık olması gereken insan, belki de en berbatı ve en mutsuzu olur (Mesnevi-i Nuriye: Nokta). Bediüzzaman, insanın rahat bir nefes alışverişini bütün düşmanlarına karşı koyacak bir nokta-i istinada ve bütün ihtiyaçlarına cevap verecek bir nokta-i istimdada bağlar. Bu iki hakikati tam karşılayacak ise bütün evreni en küçük ayrıntılarıyla yaratan Allahtan başkası değildir.
İnsan psikolojisinin bu iki ihtiyacı karşılanmadıktan ve bu noktaya yoğunlaşmadıktan sonra kolay kolay yere basamaz insan, istediği mutluluğa ve rahatlığa kavuşamaz. Sorumlu olacağı bir tek yerine sayısız nesnelerin emrine girmek zorunda kalır; bu ise özgürlüğünü alıp götürür, yaşadığının farkında bile olmaz. Artık zihni onlarla dolar. Birinden kurtulmak istese, diğerlerinin çelme takmasına takılır, kısır bir döngüden kurtulamaz bir türlü.
Ama biraz da olsa kendine gelen herkes, mekanik olmaktan kurtulmak istiyor; her an kendinde olmak istiyor. Nokta-i istinat ve nokta-i istimdadın bilincinde olmayan herkes kendini kaybetmiş, özgürlüğünü yitirmiş durumdadır. Oysa insana bilinçlilik yakışır. Bilinçlilikle kendisi ve evren çok daha güzel ve çok daha anlamlı
İnanın; mehtap, ufuk, akan nehir, açan çiçek, yağan yağmur, öten kuş, havlayan köpek, vızıldayan sinek, uğuldayan rüzgar, gülmek ve ağlamak, hepsi hepsi daha bir şeydir o zaman.
huseyinkara@risalehaber.com