Yakıcı gündem; yürekleri kavuruyor, zihinleri parçalıyor, hisleri tarumar ediyor. Hüzünlenmemek, kederlenmemek, endişelenmemek mümkün mü?
Acı konuşmalar, açık arayıcı bakışlar, kusur sayıcı kelimeler; kardeşliği parçalıyor, samimiyeti yaralıyor, muhabbeti eritiyor, uhuvveti yıkıyor. Bunların yıkıcılığı, yakıcılığı; binaların, kurumların, partilerin, patırtıların yıkılışından çok daha derin ve etkileyici.
Yılların birikimini bir anda eritmek, senelerin sonucunu bir günde dağıtmak; yaşadığımız gündemin can sıkıcı yüzü, beklemediğimiz neticesi, ummadığımız dökülüşü…
Hüzün dağlarımıza kara karlar yağıyor; hakikat bülbülü gülünü göremiyor, gül bülbülden ırak. Ümmetin bakışı, umudu, bekleyişi, beklentisi; bu coğrafya, bu coğrafyanın insanı, bu coğrafyanın birikimi, tecrübesi idi…
Suriye ile aramızda sınır var mı, Irak bize ırak mı? Mısır bize uzak mı? Gündem ölüm değil mi? Kardeşinin ölü etini yemek ne kadar tiksindirici geliyor şimdilerde?
Zan ne zamandan beri bize bu kadar yakın oldu; kusur arayıcılık bu denli nefesimize işledi, kışkırtıcılık bu denli revaç buldu, karşıtlık bu denli karşılık buldu?
Parçanın içinde kalmak, cüzden çıkamamak, külle ulaşamamak, fotoğrafı büyük ve bütün görememek; ümmet denizine dökülememekten dökülüyor, kavruluyor, küçülüyoruz.
Suriye niye ağlamasın, Irak niye ağlamasın, Mısır niye ağlamasın? Kalpler kırıklıktan öte tefrika illetinden parçalanmış, zihinler bölünmüş, latifeler dağılmış… Dirilmek için İsrafil’in borusunu mu bekliyor?
Umut kuşunun kanadı kırık, ufuk ufkunda kara bulutlar geziyor; havf kapısı kadar, reca kapısı da açık. Amenna.
Bilinmez belki bakarsınız güneş batıdan doğar; kâinat kıyamete kıyam etmeden olmaz diyebilir miyiz? Kaderin hükmünü kim bilebilir ve karşı çıkabilir?
Diriden ölü, ölüden diri; geceden gündüzü, gündüzden geceyi çıkaran Allah her şeye kadirdir ve her hayır O’nun elindedir.