بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
"Hile ve fitne, perde altında kaldıkça tesir eder. Zâhire çıkmakla iflâs eder, kuvveti söner."
(Hutuvatı Sitte/ şeytani 6 tuzak.)
Bu yazının 3. ve son bölümünü yazarak, fitne ve fesatta bir numaralı darbeyi, Antalya İmam Hatip Lisesi'nin içinden hülasa ederek tarihe bir kez daha not düşüyoruz.
İmam hatip okullarında, iç kargaşa ve bozgunun zirveye çıktığı, 1997/ 98 eğitim öğretim yılında Gülen’ci öğretmenlere, özel bir önem ve görev yüklediler.
Mesela, önde görüneni, yılın başarılı öğretmeni seçip, bir maaş ödül ve çeşitli plaketler verdiler.
Bunların öncülüğünde sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlediler.
Belediye salonlarında, karışık oturur şekilde, anma ve kutlama programları altında, laiklik ve Atatürkçülük propagandaları gibi.
Bunlar daha önce hiç olmayan faaliyetlerdi.
Bu arada, milli görüşten gelen İHL kökenli müdür yardımcıları da, bu zorbacı kaosa ayak uydurdu.
Son iktidar döneminde genel müdür olan bir arkadaş, bir 19 Mayıs’ta, uzun yıllardan sonra ilk defa, mini etekli, şortlu kız öğrencilerle stadyumdaki gösterilere katılma işiyle görevlendirildi.
Derslere tesettürlü girilmesine müsamaha eden öğretmenler ihtar ve ceza aldılar.
Birgün, "değerli hocam, niye bu vebali taşıyasın muavinlikten istifa et" dediğimde, "hocam istifa etsem aç kalırım ya, derslerim yüzünden norm kadroya düşerim" demişti.
Halbuki eşi de çalışıyor ve durumu iyiydi.
Emekli ilahiyatçı / ülkücü ve emekli olup fiilen siyasete giren hocalar dışardan derslere giriyor ve direnmenin anlamsızlığını, günahın emredenlerde olduğunu, tesettürlülerin hatalarını da sayarak, "ulusal mücadele" kervanına katıldılar.
Bu arada müdür çeşitli vesilelerle, mesture öğrencilere yardımcı olan öğretmenleri açıkça tehdit edip, cezalandıracağını söyleyebiliyordu.
Yaşar N.Öztürk’ü de sürece kattılar
Öztürk de, eski yazı ve söylemlerini unutup, Atatürkçüler korosuna katıldı.
Mesela, Halkın Diliyle Y.Nuri Öztürk eserinin iki kapağına birden, okuyucusundan gelen şu sözleri çekinmeden yerleştirmişti:
"Kıymetli hocam siz o tartışmada Atatürkçülük diktatörlüğünü ve bağrından çıktığı beşeri idealojiler karanlığının açmazını hükümlendirdiniz."
Fakat Öztürk 1997/ 98 öğretim yılında büyük tv'lerin kıdemlisi olduğu gibi, mason kadın derneklerinin organize ettiği, valilik/ belediye destekli konferanslarla Türkiye’yi turluyordu.
O günlerde, Antalya AKM'nin büyük Aspendos Salonu’ndaki konferansına katıldığımda, bazı kitaplarını da okumuştum.
Kısaca, 28 Şubat'ın 2.etkili dini fetvacısı olarak yıldızı parlatılıyordu.
Müslümanların hata ve günahlarını, alabildiğine abartıp karikatürleştirerek, yerin dibine hatta cehenneme gönderirken, alkışlar salonu çınlatıyordu.
İşte o günlerde Öztürk’ü gerçek adımla eleştiren 3 günlük bir yazı yazdım ve ulusal bir gazetemizde yayınladım. (Bu yazı 23 yıl önce 28 Şubat tüm hışmıyla sürerken Yeni Asya gazetesinde yayınlanmıştı.)
Yazıyı öğrenciler yardımıyla çoğaltıp, tüm okul panolarına astırdım.
Bu yazı panolarda 3 gün kaldıktan sonra farkedildi ve kaldırtıldı.
Ayrıca, 1997/ 98 öğretim yılında, Çanakkale Şehitlerini anma programını kol sorumlu öğretmeni olarak, görevli öğrencilerle icra ettik.
Okul bahçesinde, ilk defa saygı duruşsuz ve Kur'an-ı Hakim okunarak başlatılan Çanakkale Şehitleri anma programında, Atatürk tarihlerde yazıldığı gibi, bir kara yarbayı olarak Conkbayırı'ndaki başarılarıyla anlatılmıştı.
Bu tarz bir Çanakkale anması, 53 yıllık Antalya İHL tarihinde bir ilkti ve 28 Şubat darbesinden sonraki 18 Mart’a tevafuk etmişti.
Okul müdürü ise bu programı inceleyip onaylamış ve başarılar dilemişti.
Okulu sivil subay gibi yöneten, öğretmenlere er gibi davranan müdür, geleneğe ters anma programını icradan sonra farketmiş olmalı ki, programdan sonraki bir günde bir gurup öğretmenle odasında bulunduğumuz sırada, "bazılarının kuyruğuna basma vaktinin gelip geçtiğini" söylediğinde hiç üzerime alınmamıştım.
Bu şekilde 1997/ 98 öğretim yılı bitti.
98/99 Öğretim Yılı Kötü Bir Sürprizle Başladı
Hiç unutmuyorum, okul açıldığı ilk gün ders programı için sıraya girdiğimizde, müdür başyardımcısı gayet net şekilde, "hocam sana bu sene ders yok" dedi.
Beklemediğimden afalladım ve "herkese program var da niye bana yok" dedim.
200'e yakın kadrolu öğretmen içinde yalnız bana ders vermemişlerdi.
Aynı müdür geçen sene de görevliydi ve 700'den fazla öğrencinin sanat tarihi dersine girmiştim.
1983/84'ten beri de kesintisiz Türk İslam Sanatı dersini veriyordum.
1983/84 öğretim yılından beri ilk kez, öğretmenlik hakkım gerekçesiz şekilde elimden alınıyordu.
Daha sonra bana verilmeyen derslerim, Almancacı yandaş hocaya peşkeş çekildi, 28 Şubat darbesini desteklemesi karşılığı ek ders ücreti aldı.
Müdüre gidip, neden derslerimi vermediğini sorduğumda, "derslerim seçmeli olduğu için öğrencilerin seçmediğini ve sanat tarihinden üniversitede az soru çıktığını" söyledi.
Bu iddia çok saçma sapandı.
Okul derslerinin yarısı zaten seçmeli derslerdi ve öğrencilerin sembolik seçmesine bakmadan, kadrolu öğretmenlere göre dağıtılıyordu.
Konuştuğum öğrenciler ise, geçen yıldan daha fazla sanat tarihi seçtiklerini açıklamış, hatta topluca müdüre sormak için gitmek istediklerinde engel olmuştum.
Müdürün seçilmedi dediği ders ise, yıllardır verdiğim Türk İslam Sanatı dersi idi.
Dersin başlıca konuları tarihi akışımıza göre, İslam öncesi Türk sanatımız, İslam sonrası, Türk İslam, cami, medrese, hamam, çeşme, imaret, kervansaray, hat, halı, ebru, çini.. ile İslam dünyası sanatı idi.
Ayrıca girebileceğim beş altı çeşit daha ders olduğu halde, onlar da yandaşlara değneklik karşılığı peşkeş çekilmişti.
Ayrıca Orta Asya Türk Tarihi ve Yakınçağ Tarihi dalları, diplomamda yazılmasına rağmen bu dersler de verilmedi.
Allah bir sekinet verdi, müdürün yüzüne karşı birkaç sitemli söz söyleyip odasından çıktım.
[Bu arada yaşadığım çok ibretlik bir gerçeği açıklamazsam hakikata saygısızlık yapmış olurum. Dava arkadaşlarımdan bir öğretmen o günlerde, önceki okulda beraber çalıştığı müdürümüze ara ara sucuk satmaya geliyormuş bilmiyordum. Birgün uzaktan görüp, hoşgeldin demek için hızlıca yanına vardığımda, yüzüme bile bakmadan arkasını dönüp gitmesini unutmam mümkün değil! Aynı mekanda iki sene ders yaptığımız halde, halimi bir kere bile sormayan bu arkadaş, yeniden göreve başladığımı duyduğunda ise cemaat içinde, "haa öyle mi ya, demek adam yerine koymuşlar" şeklinde karşılık vermişti.]
Evime doğru yürüyerek giderken, yolda kendi kendime, "oğlum, bu ikindi yağmuru gibi bir şey, arkası nasıl gelir bilnmez. Tamamen görevden alma, hapse atılma da var. Aynı odaklar, hem hakim hem hem savcı hem avukat, Allah büyük" deyip teselli bulmaya çalışıyordum.
Eve geldiğimde evde kimse yoktu.
Abdest alıp Kur’an-ı Kerim’i rastgele açtım (tefeül).
Karşıma İnşirah Suresi çıktı.
"Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Şüphesiz ki her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Bir işten yorulunca bir başka işe giriş."
"Allah Allah" dedim tam bana göre, sekinete kavuştum.
Sonraki günlerde, hiç bir şey olmamış gibi davranıyor, sabah kıravatlı takım elbiseli olarak okula gider gibi gidiyor, bir yerlerde gezip oyalanıp, eve geri dönüyordum.
Eşime ve biri ilkokula yeni başlayan üç çocuğuma hiç bir şey diyemiyordum.
Bir hafta kadar böyle sürdü.
Allah sağlığını, afiyetini artırsın fedakar eşime söylesem, önce öfke ve panikle, "ben sana hep diyordum aşırı gitme diye, beni dinlemedin korktuğum başımıza geldi" deyip, sonra da sakin ve son derece müdebbir bir tavırla çıkış yolunu konuşacaktık.
Daha fazla rol yapamazdım.
Nitekim birkaç gün sonra acı gerçeği açıkladım.
Dediğim gibi tepki ve çözüm gösterdi.
***
Enteresan Bir Tevafuk
[O hafta içinde (1998 Eylül'ü), şiir okudu diye, İBŞB başkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan da üzücü bir şekilde görevinden alınıp, Pınarhisar Cezaevi’ne gönderildi.
Muhterem Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı günlerde benzer kaderi paylaşmak, üzerinde düşünmeksizin bana enteresan gelmişti.
Bir sene sonra ise, Allah afiyet versin Mehmet Kutlular da, Vize Cezaevi’nde, 63 yaşında 11 ay hapis yattı. Onun suçu ise, "Deprem ilahi ikaz" demesiydi.
Prof Öztürk ise, "Deprem ilahi uyarı" dediği halde tutuklanmayıp, medya yıldızı olarak konuşturuluyordu.
Ayrıca daha sonra, "tarih öğretmeni ihtiyacı ilan eden" okullara da başvurdum bir netice alamadım.
Okulumuzda kütüphane memuru yoktu, vazife almak istedim reddedildim ve kütüphane kapalı kalmaya devam etti.
Şu satırları görevden uzaklaştırılmış haldeyken başörtüsü erkek mağduru olarak yazıyorum.
Tek maaşlı, eşi dışarda çalışmayan evi kirada bir öğretmen olarak bu satırları yazıyorum.
Hiç bir şeyden korkmuyorum.
Çıkartılacağı söylenen KHK'dan da korkmuyorum.
***
Bu arada, Sanat Tarihi ders kitabı yazar komisyonuna Ankara’dan seçilmem, kısa bir sevinç ve teselli oldu.
Çalışmalar sürerken, Ankara’dan gelen kontrol heyetine durum aktarılmış.
Ankara’ya döndükten sonra kitap yazma heyetindeki işime de son verildi ve ikinci bir hayal kırıklığı yaşadım.
Bu iki yıllık süreçte çocuklarımla yoğun şekilde ilgilendim, parklarda gezip eğlendik.
Başka bir iş de aramadım.
Allah’ın bir lütfu olarak, bu yazımın da çıktığı Y.Asya, o korkulu günlerde, kuponla Sözler hediye kampanyası başlattı.
Bu hamle müminlere inşirah ve cesaret verdi.
Ardarda iki kere gerçekleştirilen Risale-i Nur külliyatı hediye faaliyetinde, 20'ye yakın aboneme, yayan ve bisikletle hergün gazetelerini ve Risale'lerini götürüp, parasını tahsil ederek yerine ulaştırdım.
Bu zorlu süreç, 2000/2001 öğretim yılı başında sona erdi.
O sene ya nasip deyip, görev dilekçesi verdim, beklemediğim halde eski okuluma geri atadılar.
Meğer, bin yıl sürecek denen bu zulüm devri, 2000'de hükümeti pes ettirmiş.
1999 Temmuz ayında Milli Eğitim Bakanı, Hikmet Uluğbay, (ünlü evliya Beşkaza’lı Osman Halid’in öztorunu) çenesine sıktığı tek kurşunla intihara kalkışmış, ardından 7.4 kuvvetindeki Marmara Depremiyle, 18 bine yakın insan ölmüş, devlet günlerce deprem yerlerine ulaşamamıştı.
Millet, yapılan zulümlerin cezası olduğuna inanıyor, protestolarda, "7,4 yetmez mi" şeklinde pankartlar açıyordu.
99 depremini gittiğim memleketimde bankada öğrenmiş, gayrı ihtiyari, "bu kadar zulmün karşılığı olacağı buydu" demiştim.
İşte bu şartlarda görevinden el çektirilen bütün öğretmenlere, 2001/ 2002 öğretim yılında görev vermek zorunda kaldılar.
(2002 seçimlerinde ise millet, tüm partileri sandığa gömüp Ak Parti’yi tek başına iktidar yaptı.)
***
Ayrıca bu dönemin, özellikle İHL'nin kapatılış macerasının kitap ve kaynaklarda yer almasını diliyorum.
Ders almadan söylentilerle anılıp, unutulmasından endişe ediyorum.
Özellikle benim gibi sürecin içinde yaşayanların, acı da olsa gerçekleri yazmasını istiyorum.
Bu satırların araştırmalara konu olacağını olacağını ümit ediyorum.
Şu an Antalya İHL içler acısı bir durumda.
6 bine yakın öğrencisi olan okulumda, sadece birkaç yüz öğrenci okuyor.
Bu gidişle gelecek öğretim yılı kapısına kilit vurulacak.
Gebizli İmam Hatip Lisesi, gayrı meşru şekilde liseye çevrildi, az sayıdaki öğrencisi de eski imam hatibe yollandı.
Halbuki okulun arsası senetli şekilde, şahıs adına yalnız imam hatip okulu arsası olarak vakfedilmişti.
Bu senet, yasalar ve hukuk hiçe sayılarak gerçersiz hale getirildi.
Bu işin başı da, Kızılarık İmam Hatib’i kapanma noktasına getiren ilahıyatçı/ bozkurt ve yönetimin başı olan aynı müdürdü.
Ama din yürüyor, din hizmetleri durmuyor.
Ahirzaman fecri sadıkı doğmak üzere,
"Yaşasın ümit, ölsün yeis! Elbette şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür sada İslam’ın sadası olacaktır."
Allah’ın selamı bütün gayretlilerin üzerine olsun.