Önce Can Dündar, işaret etti. Asimetrik harbin ne anlama geldiğini, yine TSK’nın sitesindeki tarifle anlattı. Asimetrik harpte, taraflardan birinin TSK, diğeri Fethullah Gülen Cemaati olduğunu da yazdı.
Ardından Mehmet Barlas, “Asimetrik ilişkilerde siyasi iktidarın yeri ne?” başlıklı yazısıyla konuya açıklık getirdi.
Bu iki yazar, satır aralarını iyi okumakla ünlüdür. Mamafih, sathi bir nazarla bile, Türkiye’de yaşamın dindarlardan yana evirildiği, bunun da seçkinci elitleri rahatsız ettiği görülebilir. Temel sorun bu gidişin nereye varacağı… Yahut sonunda kendi yaşam tarzlarını tehdit edecek boyuta varıp varmayacağı… Hâkim elitlerin büyük bir kısmı bu gidişi kendi yaşamları için tehdit saydıkları için, illegal yöntemler de dâhil, gidişatı durdurmak için her yolu mubah sayıyorlar. Bu da toplumu geriyor.
Çünkü, bugüne kadar dayak yiyen taraf’ artık dayak yemek istemiyor. Aynı iktidar etrafında güç birliği yaptıkları için asker de eskisi gibi ‘efelenemiyor’! Bugüne kadar astığı astık, kestiği kestik askerin iktidara her istediğini yaptıramaması onları rahatsız ediyor.
Mamafih, o devir bitti, hatta beş sene de geçti üstünden. Zira mukadderatın vakti geldi ki ‘dayak yiyen taraf’ ayağa kalksın.
Ezanı yasaklanan, dinini öğrenmesi engellenen, mabetleri ve tekkeleri medenileşmek hesabına kapatılan; yani dayak yiyen taraf, tek parti döneminde gördü ki, şunların siyasetine, onların siyasetiyle mukabele etmek imkânsız; şu ‘ilhad rejimi’ne siyaset yoluyla dur denemeyecek!
O da siyaseti bir tarafa bırakarak, nebilerin metodunu yol edindi. “Euzu billahi min şerri’n-nefsi ve’ş-şeytani ve’s-siyase’ diyerek toplumu, ‘siyaset yoluyla evirmek’ yerine, insanları yeniden ve fert fert iman ve iz’an ile inşa etmeyi seçti…
Kur’an kurslarında, İmam Hatip okullarında, nur medreselerinde, ışık evlerinde, cami ve cemaat sohbetlerinde, insanlarımız tek tek ve yavaş yavaş yeniden bilinçlendirip ihya edildiler… Ve çoğaldılar ve çoğaldılar ve çoğaldılar…
Bu insanların aslında hiç kimse ile kavgası yok. Askerini ‘peygamber ocağı’ bilir. İktidarlarının kasıtlı dayatmalarına tahammül eder, iktidar yaptığı partilere reva görülen haksızlıklara ses çıkarmaz ama bir sonraki sandıkta, ondan daha güçlüsünü ve daha kararlısını çıkararak niyetini ortaya koyar.
Hiç kimseye karşı da değiller. Sadece evet sadece, kendisinden gasp edilen ama sanki kendisine aitmiş gibi gösterilen, “iktidarı/egemenliği”, gerçekten kendilerine ait kılmak istiyorlar…
Mustafa Kemal, saltanatı kaldırırken Mecliste yükselen itirazları bastırmak için, “Beyler, Osmanlılar, Türk Milleti'nin hâkimiyet ve saltanatını zorla ele geçirmişlerdi. Simdi Türk Milleti bu mütecavizlerin (yani Osmanlıların; Osmanlı mütecavizmiş!) elinden hâkimiyetini geri alıyor. Bu da behemehal olacaktır…!” ( Modern Türkiye’nin Doğuşu, B. Lewis, s.258) demişti.
O zaman millet adına Mustafa Kemal konuşmuştu. Şimdi millet kendi adına konuşmak istiyor ve konuşuyor. Bendeniz de bu satırları millet adına, başta Deniz Baykal ve Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ olmak üzere, herkese yeniden hatırlatmak istiyorum:
Millet, ‘kayıtsız şartsız kendisine ait olan’ hâkimiyetini, korumacı, kollamacı ve vesayetçi ‘mütecaviz’lerden alıyor ve alacak!
Mustafa Kemal’in işaret ettiği gibi “Bu da behemehal olacaktır!”
* * *
Abdullah Aymaz’ın bir yazısında okumuştum; Bediuzzaman’ın Isparta’daki zorunlu ikameti sırasında Arabacı Musa diye biri varmış, zaman zaman dışarıdaki hizmetlerine bakarmış.
Bir gün ona sormuşlar, ‘Sen hoca ile ilgili ne hatırlıyorsun?’ diye. O da şöyle demiş:
“Birgün hoca birden ayağa kalktı ve dedi ki, ‘Kardaşım ben aldım. Allahın izniyle Türkiye’yi onun elinden aldım. Hem kan da dökülmedi…”
Bediuzzaman, cumhuriyetin evvelinde bir komitanın, Türkçülüğü ‘muvakkaten’ İslam’ın bazı meselelerine karşı kullanacağını hissetmiş, bu sürecin nihayet devamını tahmin etmeye çalışmış ve en fazla 80 yıl sonra, milletin yeniden kendi değerleriyle buluşacağına hükmetmiş.
Lahikalarında, o dönemde yaşanacak mücadelelere temas etmiş. Özellikle 1997’de yaşanacak dayatmanın, milleti İslam’dan uzaklaştırma maksadı taşıdığını, bunu önlemek için de Risale-i Nurları yazdığını ifade etmiştir. Simetrik veya asimetrik olacağı konusunda bir şey söylememiştir ama 1947’de yazdığı bir mektubunda, dört kere ‘50 sene sonra’ tabirini kullanarak o tarihte yapılacak dehşetli operasyona dikkat çekmiştir. Şöyle diyor:
“Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur'an’ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra (1997’de gerçekleştirilen ve bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat sürecine işarettir) o parlak mazisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin (gelecek nesillerin) eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikati verip, (milleti) o dehşetli sukuttan (düşüştün) kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.”
Evet efendiler! Gerçi Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi imanı kurtarmak ve Allah’ın rızasını kazandırmaktır. Nur talebelerinin vazifesi de kendilerini ve vatandaşlarını ebedi bir yalnızlık hapsinden kurtarmaktır. Risale-i Nur’un dünyaya dair ikinci derecede ama son derece önemli bir vazifesi ve hizmeti de bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve gelecek nesillerin çaresizler kısmını mutlak dalaletten kurtarmaktır. Çünkü bir Müslüman başkasına benzemez. Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslüman; dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.” (Emirdağ, I, 11)
Bediuzzaman, bu ifadelerle, 28 Şubat sürecinin satır aralarını da gayet iyi okuyor. Onların maksadının doğrudan İslam ve Müslümanlar olduğunu; geri plandaki maksadın, Türk milletini, bir daha geriye dönemeyecek şekilde İslam’dan uzaklaştırmak olduğunu gayet iyi biliyor. İşte kendisi de bu amaçla Risaleleri kaleme aldığını ve kendi zamanının değil, o zamandaki mücadeleyi düşündüğünü ifade etmiş.
Evet, bugün asimetrik harbin bir tarafı olarak görülmek istenen Fethullah Gülen hareketi, Türk milletinin kendi değerleriyle yeniden buluşmak için verdiği mücadelenin sadece bir koludur. Şu millet iktidarını vesayetlerden, kollamalardan, korumalardan kurtarmaya kararlıdır!
Dolayısıyla, milletin hâkimiyetini zorla gasp edip, kendi vesayetleri altına alanlar, önünde sonunda milletin şu azmine teslim olacaklar. Hem de, -Bediuzzaman’ın ifadesiyle- ordunun yardımıyla…
“Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlubiyeti hengâmında böyle istidraclı, şanlı, talihli kurnaz bir kumandan bulduğundan gizli mahiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, hatalarını görmezlikten gelir… Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki iman nuru, Kuran ışığıyla gerçeği görür ve yapılan tahribatı tamire çalışır diye rivayetlerden anlaşılıyor…” (Şualar, 5. Şua, 500)
”Gariptir, hem çok gariptir. Yedi yüz sene müddetinde İslamiyet’in ve Kur’an’ın elinde şeref-şiar, bârik-âsa bir elmas kılınç olan Türk Milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslamiyetin bir kısım şeâirane karşı istimâl etmeğe (yasaklamaya) çalışır. Fakat muvaffak olamaz, geri çekilir.” “Kahraman ordu dizginini onun elinden kurtarıyor” diye rivayetlerden anlaşılıyor. (Şualar, 5. Şua, 501)
Görülüyor ki Bediuzzaman, bu rejimin; yani ‘İslam karşıtlığını esas alan’ ‘laikçi yaklaşım’ın –laiklik demiyorum, çünkü kimsenin vicdanların hür olmasından ibaret olan laiklikle bir derdi yok- bizzat askerler eliyle tağyir edileceğini de haber veriyor.
Başlangıçta, bir günde 300 senede yalamayacak değişikliklerin yapılacağını, ikinci devrede, 30 yılda yapılamayacak işlerin bir günde başarılacağını, belirterek şöyle der: “Üçüncü günü ve devresi bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılamaz. Dördüncü günü ve devrede (bu da 80. yıla tekabül ediyor) adileşir, bir şey yapamaz. Yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır” diyerek, o tarihten sonra, “kayıtsız şartsız milletindir” denilen egemenliğin, gerçek anlamda ve ‘vesayetsiz’ millete geçeceğini haber verir.
Seçkinci ve dayatmacı Kemalizm’in akıbeti hakkında verilmiş bu haberler çok ilginç. Askerlerimiz şu sıralarda bir takım asimetrik harekâtlardan, harplerden söz ediyorlar ama çok yakın bir gelecekte bu kavgaları milletin lehine sonuçlanacağını –şimdilik- bilmiyorlar belli ki. Veya bildikleri için tedbiri bile elden bırakıp nerede ise bir muhalefet partisi gibi iktidarla didişiyorlar.
Bir kısım TSK mensuplarının iktidara ve onun destekleyen yüzde 50 nüfusa hain muamelesi yapmalarının arkasındaki psikoloji bu! Bugün yaşanmakta olanlar da bunun şiddetli sancıları...
Asimetrik mi simetrik mi olduğu pek de önemli olmayan bu mücadeleyi hiç şüpheniz olmasın millet kazanacak! Millet hiçbir vesayet tanımadan, kendi egemenliğini kendisi adına kullanacak olanları iktidar yapacak ve onları yine kendi iradesiyle indirecektir. Kahraman ordusu da eskiden olduğu gibi onun imanının, iz’anının ve kızıl elma’sının tahakkuku uğruna mücadele ederek kıyamete kadar yaşayacaktır inşallah!
Hiç canınızı sıkmayın. Hadiseler tam da olması gerektiği şekilde cereyan ediyor. Sevgili dostum Mustafa Şen’in ifadesiyle “Var kendini gerçekleştiriyor ve böyle gerçekleştiriyor!”
Haber 7