(Küçük Sözler Risalesi notları, 5. yazı.)
Küçük Sözler ile alakadar yazılarımın sonuncusunu yazıyorum. Sanırım, bu seride beşinci ve son, bu olacak. Fakat sanmayın o hazinedeki altınlar bunlardan ibarettir... O hazinede altın çoktur. Ben, benim payıma düşen kısmından size sunabildiklerimi kalemim döndüğünce harmanladım. Yoksa her bir söz bir definedir ki, kâşiflerin gelip kendisini keşfetmesini bekler. Zaten yüzünü vahye dönmüş her kitabın manası, ona yüzünü dönebildiği nispetçe genişler, açılır. “Her şey yok olup gidicidir, Ona bakan yüzü müstesna” diyen ayet-i celile, bir yönüyle tüm mevcudatı ifade ederken, bir yönüyle ilim türünden eserleri de kapsar. Eğer Allah’ı anlatmışsanız, vahye yüzünüzü dönebilmişseniz, yazdıklarınızın da ömrü uzundur, “yok olup gidici” değildir. Risale-i Nur, bu neviden bir eserdir.
Bu yazıda, Küçük Sözler’i, yine hikayeli ve sembolik üslubu açısından ele almak istiyorum. Neden mi? Zira Bediüzzaman’ın; Eski Said’den, Yeni Said’e yolculuğu esnasında fark ettiğimiz bir kırılma açısından, Küçük Sözler, bana ayrıca manidar geliyor...
Kelile ve Dimne’nin meşhur öyküsüdür, bilirsiniz. Beydaba, o hikayeleri, halkına çok zulmeden İran hükümdarı Debşelem Şah için kaleme almıştır. Debşelem Şah, yaptığı zulümlerle halkına kan ağlatan bir adamdır. Fakat sert tabiatlıdır. Yanlışını yüzüne söyleyene de zulmeder. Nasihat almaya karşıdır. Ama oğlu, nihayetinde bu zulümlere dayanamaz ve Beydaba’ya giderek; “Babamı uyar” der. “Ama bunu öyle bir şekilde yap ki, hiçbirimize ceza vermesin.”
Beydaba uzun uzun düşünür taşınır; en sonunda şöyle bir yöntem bulur: Mesajların, hikaye üslubu içinde hayvan karakterleri üzerinden verildiği, okuyanların üzerlerine alınmadan rahatça hisselerini aldıkları bir eser yazmayı planlar ve meşhur Kelile ve Dimne isimli eserini yazar. Eser ortaya çıktıktan sonra, Debşelem Şah’a hediye şeklinde takdim edilir. O da bir hikaye kitabı okur gibi okur ve hiddetlenmeden alması gereken öğütleri alır. Hayvanlara, insan özellikleri yüklenerek yazılan ilk fabl türü eser olduğuna inanılan Kelile ve Dimne böylece ortaya çıkar.
Muhtemelen bu kısma kadar, “Kelile ve Dimne’nin Küçük Sözler’le ne bağıntısı var?” diye sorup durdunuz içinizden. Haklısınız, öykülerin doğrudan bir bağıntısı yok. Ama yazıldığı şartlar itibariyle bir bağıntısı var. Bir kere, her iki kitabın yazıldığı şartlarda da istibdatlar hükümran. Kusurlar, kimsenin yüzüne zulmünden emin olarak söylenemiyor. İşte kanaatimce; Eski Said ve Yeni Said ekseninde bir büyük kırılma da, bu usül ekseninde yaşanıyor. Eski Said döneminde, başta Miran aşiret reisi Mustafa Paşa olmaz üzere, tüm zalim iktidar sahiplerini titreten Bediüzzaman, Yeni Said döneminde, her nedense, daha farklı alanlara hasr-ı nazar ediyor, değişiyor.
Şam’daki Emeviye Camii’nde bütün dünya Müslümanlarına seslenen; dünyayı ve İslam’ın kara bahtını değiştirmekten bahseden Bediüzzaman, Yeni Said zamanında bir de bakıyorsunuz; Küçük Sözler’de olduğu gibi Besmeleden, namazdan, ibadetten, imandan, ahiretten bahsetmeye başlıyor. Adeta, dünyayı değiştirmeye niyetli bir mücahid, savunma alanını daraltıyor, geri bir cepheye çekiliyor. Eski Said’in ümmeti heyecana getiren çığlıkları, Yeni Said’de dostların kulağına söylenen fısıltılara dönüşüyor(!)
Gerçekten de böyle mi acaba? Ben Küçük Sözler’i yazıldığı şartlar ile beraber ele alırken; o zamanın baskıcı yönetimine karşı Üstad Hazretleri’nin çok ilginç bir taktik izlediğini görüyorum. Şapka gibi, kılık kıyafet gibi, alfabe gibi İslamî sembollerle bir takıntısı olan rejimi sembollerin anlamlarını yaşatan bir öğretiyle mağlup ediyor. Şear-i İslamiye adına her şeye ilişen rejime karşı Birinci Söz’de olduğu gibi hem İslam şiarı olan, hem de bütün mevcudatın vird-i zebanı olarak devam edegelen bir kelimenin dersiyle direniyor. O kelimenin altından bütün sembollere bir anlam yüklüyor ve semboller zihinlerde canlanıyorlar! Tabiri caizse “Bu semboller boşuna değil, bakın Besmeleden ders alın” diyor. Hemen ardından İkinci Söz’de imanın önemini ve anlamını anlatıyor; onun altını dolduruyor. Üçüncü Söz’de ibadetlerin kulluk için ne anlam ifade ettiğini ve neden yapılmasını gerektiğini vurguluyor. Dördüncü Söz’de ise artık daha şekillenmiş bir haliyle namazın idrakine geçiyor. Namazın kıymetini ve gerekliliğini izah ediyor. Muhatabına ilişmeden, kendi siperini kuvvetlendiriyor.
Böyle düşünüyorum da, Bediüzzaman’ın o dehşetli zamanlarda, hükümetin icraatlarını eleştiren eserler neden yazmadığını daha iyi anlıyorum. Eğer Bediüzzaman, 1926’da, doğrudan iktidarı eleştiren eserler yazsa idi, kim bilir akıbeti ne olurdu? Başına neler getirilirdi? Ki, yazdıklarının siyasetle ilgisi olmamasına rağmen, hayatı sürgünlerde, hapislerde, zehirlenmelerle geçmiştir. Bunun yerine Yeni Said, nasihatlerini hikaye üslubunun sembolizmi içine yedirerek, hakikatleri kıssalar içinde anlatarak meşum idareye açık kapı bırakmadan hakikatleri neşretmiştir. Ki hiçbir mahkeme bu eserlerden onu mahkum edememiştir. Ceza aldığı tek mahkeme vardır, o da Eskişehir Mahkemesi’dir ki, daha evvel yazdığı Tesettür Risalesi nedeniyle bu ceza verilmiştir. Tamamıyla haksız bir cezadır.
Bu yönüyle “Zaman tarikat zamanı değildir” diyen Bediüzzaman’ın, tarikatlerin ağır sembolizm içeren öğretilerinin, yeni rejimin çelik paletleri altında “tüm sembollere ölüm” çağrısı içinde öldürüleceğini gördüğü için, cepheyi daha gerilere almıştır kanaatindeyim. Esas mücadeleyi insanların idraki içinde, zihinlerinde yapmıştır. Sembollere sataşan bir rejime karşı, sembollerin manasını anlatarak karşı koymuştur ve bunu da perdeler altından yapmıştır. İşte bu yönüyle Küçük Sözler bana pek manidar geliyor. Hikayeli üslubu altında saklanan sivil ve ilmî direniş, ruhumu heyecanlandırıyor. Okurken heyecanlanıyorum, bağırarak okumak istiyorum. Ve “Ne yazık” diyorum, “Risale-i Nur’u çiçekten, böcekten bahseden bir hikaye kitabı gibi algılayanlara, böyle eleştirenlere...” Halbuki o eserlerde asrın Debşelemlerine karşı din-i mübin savunuluyor.