1. Asra yemin ederim ki,
2. İnsan gerçekten hüsrandadır.
3.Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
Allah Evvel ve Ahirdir, Zahir ve Batın’dır. Zaman ve mekandan münezzehtir. Ama O bütün eşyayı hem zaman (Evvel-Ahir) hem de mekan (Zahir-Batin) itibariyle ihata etmiştir. Bunun içindir ki kâinatta deveran eden zamanın her bir anı ve mekanının her bir parçası her daim onun tasarrufu altındadır.
Zaman da, mekan da, insan da Allah tarafından yaratılmıştır. Küçük bir kâinat olan insan beden ve ruhtan, büyük bir insan olan kâinat mekan ve zamandan yaratılmıştır. Zaman ve mekan hayatı çevreleyen surlardır. İnsanın bu surların dışına çıkabilmesi bedenin hayatından sıyrılıp ruhun hayatına miraç edebilmesi ile mümkündür. Bundan dolayıdır ki insanlık tarihinden bu yana bedenin hayatından ruhun hayatına miraç etmek isteyen ve bu yönde gayret sarf eden başta Peygamberler olmak üzere hayat ve insan üzerine düşünen, konuşan, yazan binlerce insanın ölüm ve hayatın kendisinden sonra en çok vurgu yaptığı tema hayatı bütünleyen zaman ve mekan ile bunların arasındaki ilişkidir.
Dehr/zaman, kâinatın ezelden ebede kadar devam eden beka müddetinin ismidir. Kadimden bu yana hayatı ve ölümü tefekkür eden her insan zamanın insanın hayatındaki işlevini sorgulamıştır. Kimisi zamanı ömür adı altında bir sermaye görmüş ve onu hayırlı amellere vasıta yapmıştır. Kimisi zamanın yıpratıcılığına ve yozlaştırıcılığına vurgu yaparak eleştirel bir tavır sergilemiştir.
Tarih İçinde Zaman Algısı
Edebiyatın ve belagatın hüküm sürdüğü Mekke’de kafirler zamandan/dehrden şikayet ederdi. Bütün hadiseler ve musibetler gece ve gündüzden ibaret olan “dehr”e nispet edilirdi. Bunun için Peygamberimiz bir çok hadisinde bu kişileri uyarmıştır: “ ‘Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına!’ diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah'ın kendisi dehr'dir.” Bir başka hadiste dehre sövenlere: “Allah Teâla Hazretleri şöyle dedi: "Ademoğlu, dehre söverek beni üzüyor. Halbuki ben dehrim. Emir benim elimde. Gece ve gündüzü ben çeviririm.” şeklinde göndermede bulunmuştur.
İşte Asr Süresi, zamanın sorgulandığı, zaman zaman kendisinden şikayet edilen, zaman zaman kendine küfredilen böyle bir süreçte inzal olmuştur:
1. Asra yemin ederim ki,
2. İnsan gerçekten hüsrandadır.
3.Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
Sürede asra yemin edilmesinin nedeni insanın hüsranda olduğuna ve bu hüsrandan dört özellik taşıyan kişilerin kurtulacağına dikkat çekmek içindir. O günlerde Sahabelerin dünyasında bu süre o kadar yer etmişti ki, iki sahabe birbiriyle görüştüğünde bu süreyi okumadan ayrılmazlardı. Gerçekten de bu süre insanın dünyasında öyle kuşatıcı ve ihya edici bir etkiye sahiptir ki İmam Şafi’ye göre insan derinlemesine düşündüğü takdirde yalnız bu süre bile onun hidayetine vesile olabilir.
Zamanın bir mekanı “dünya” 7 kıtaya, mekanın ruhu “zaman” 4 çağa bölünmüş. İnsanlar bir yerde demir çağını yaşarken, aynı anda bir başka yerde bakır çağını yaşamışlar. Bir yerde orta çağ yaşanırken bir başka yerde yeni çağ yaşanmış. Bu durum bize Asr Suresinde de ifade edildiği gibi zamanın ve mekanın nispeten göreceli, kişiden kişiye, milletten millete, devletten devlete değişebilen bir husus olduğunu daha en baştan hatırlatıyor.
Zaman denilince ilk elden akla asr, dehr, vakit, çağ, devir, hengam, gün, eyyam… gibi kavramlar geliyor.
Zaman herkes için farklı anlam ifade eder. Onun uzunluğu veya kısalığı, olumlu veya olumsuz etkileri ve çağrışımları kişiden kişiye değişir.
Her ne kadar “hayat yaşadığımız an” olsa da gerçekte hayatımızı çevreleyen zaman dediğimiz olgu dün, bu gün ve yarını içine alan döngüsel bir süreci anlatır. Bu anlamda Batılı insan için zaman kavramı lineerdir, yani geri dönüşü olmayan düz bir çizgidir. Mü’min açısından ise çevrimseldir. Yani günler, dolayısıyla zaman döner. Bazen müminler için, bazen kafirler için... Mü’minin hayatında zaman ezelden ebede, dünyadan ahirete doğru işleyen hesap günü ile tekrar tanzim edilen bir nesnedir. Bunun içindir ki mü’minin hayatında zamanaşımı diye bir kavram yoktur. Zaman Allah’ın insana verdiği en büyük nimettir. İnsanın her anının hesabı tutulur. Borç ve alacak, hak ve hukuk bunların niteliğine göre dünyada veya ahirette bir gün karşılığını bulacaktır.
Gaflet ve dalalet ehlinin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve mekan onun nazarında ölmüştür; akıl alakadarlığıyla ona zulmetler, karanlıklar verir. Gelecek zaman inançsızlığı cihetiyle yine ölüdür.
Mümin için iman ezeldeki iman etme meylinin dillendirilerek ebede taşınmasıdır. Mümin için geçmiş ve gelecek zaman imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Şimdiki zaman gibi ruh ve kalbine, iman noktasında ulvi ve manevi, zevki ve vücudi nurlar verir.
“Bast-ı zaman"
Zaman kimisi için her yerde birden bulunabilme halinden bir mekana, bir anda birden fazla zamanda bulunmaktan bir zamana, ana geçebilmektir. Kimisi “bast-ı zaman" sırrıyla, çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı miraç içindedir. Kimisi bir dakikada bir hatim indirir. Kimisi Aytmatov’da olduğu gibi “Gün var asra bedel” der. Kimisi “Gün akşamlıdır” der, her şeyin sonlu olduğunu, hiçbir şeyin ebedi olmadığını söyler. Kimisi “Gün var yılı besler, yıl var günü beslemez” diyerek zamanının kah daralmasına, kah genişlemesine vurgu yapar. Kimisi içinde Alemlerin Efendisi Muhammed Mustafâ (s.a.v.) yaşadığı için bir zaman dilimini “asr-ı saadet” olarak niteler. Kimisi deyriyyunluk eder, maddecileşir, materyalistleşirde her şeyin dehr (zaman) tarafından tayin edildiğini iddia ederek Allah’ın varlığını ve yaratıcılığını inkar eder. Kimisi de Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” isimli şiirinde olduğu gibi “Billur bir avizedir Bursa’da zaman” der ama yine de “Ne içindeyim zamanının; ne de büsbütün dışında.” itirafında bulunur.
Kavramların iç dünyamızdaki karşılıkları üzerine kafa yoran Rasim Özdenören “Aile” öyküsünde zamanın seyyallığını işler.
Borges’te zaman bir saplantıdır. Ne yaparsa yapsın, o girdaptan kurtulamaz. Onun “Zaman’a Yeni bir Yalanlama” isimli yazısı tam bir zaman manifestosu niteliğindedir. O sürekli zamanda ve uzamda bir simetriden bahseder. Ona göre zamanın simetrik bir karşılığı olduğu gibi, şiirsel bir karşılığı da vardır. Onun için “Şatoları yerle bir eden zaman dizeleri zenginleştirir” der. “Bellek Funes” adlı hikayesinde zamanın insan üzerindeki zenginleştirici özelliğini anlatır: “Hatırlıyorum onu, elinde koyu renk bir çarkıfelek çiçeğiyle hatırlıyorum. Elindeki çiçeği şimdiye kadar hiç kimsenin, bir ömür boyu sabahın şafağından akşamınkine kadar bakmış da olsa, görmediği gibi görürdü... Zamanı her an doğru bilmek çeşidinden tuhaflıkları varmış” (Hayaller ve Hikayeler-96). Alef’teki “Öteki Ölüm” öyküsü zaman üzerine bir fantezidir.
Tanpınarlar’ın, Özdenörenler’in, Borgesler’in hayatını geçirdiği kâinat zaman ve mekandan yaratılmış. Güzel mekanlar var Kabe ve Mescid-i Aksa gibi... Güzel zamanlar var kandiller ve Cuma vakitleri gibi. İnsan mekan ve zamanla kuşatılmış. İnsanlar basitleştikçe mekan merkezli düşünmeye başlar. Mekan merkezli düşündükçe daha fazla basitleşirler. Fakat zaman ve mekanı bir bütün olarak algıladığı takdirde insan sürekli yenilenir, değişir, dönüşür. Örneğin Kabe’yi binlerce yıldır bütün varlıkların hac mevsiminde cem olduğu bir mekan olarak düşündüğünde bulunduğu zamandan ve mekandan uruç ederek bir başka zamanda ve mekanda yaşamaya başlar insan. İşte insan ancak böyle bir zaman ve mekan algısı ile kendini yenileyebilir ve zamanın ve mekanın yıpratıcılığına ve eskiticiliğine karşı direnebilir.
İnsanı eskitebilen zaman seyyal, insanı yıpratabilen mekan seyyardır. Zamanda ruhi bir akış, mekanda ise cismani bir intikal söz konusudur. Bu anlamda zaman başı ve sonu mücerret bir kavramdır. Zamanın hareketini keşfetmek hayatı anlamakta ve anlamlandırmakta temel unsurlardır. Zamanın statikliği (durağanlığı) ve dinamikliği (hareketi) insanın en çok yaşı üzerinde belirgindir. Çocukluk yılları çoğu kere mekana bağlılık arz ettiğinden zaman yavaş işliyormuş gibi bir his verir insana. Oysa yaş ilerledikçe kişinin mekanla mücadelesi ve bağı artar. Bu da kişide zamanın çabuk işlediği hissini uyandırır.
Zamanın hızını mekan, dolayısıyla hareket belirler. İnsan ne kadar durağan ise zaman o kadar yavaş işler. Keza ne kadar hareket halinde ise o kadar da hızlı işler. Bu anlamda mekan ne kadar dar ise zaman o kadar genişler. Hapishane de mekan dar olduğu için insanın hareket alanı daralır. Bu insan zihninde zamanının ne kadar zor geçtiği fikrini uyandırır. Keza hastalık zamanında yatağa bağlı kalan kişi için de zaman çok yavaş işler.
Zaman bir kandildir; mekanı aydınlatır, mekana anlam katar. Ahiret mekandan çok bir zamanı imgeler. Mahşer günü yani hesap günü ahirette kurulur.