1. Asra yemin ederim ki,
2. İnsan gerçekten hüsrandadır.
3.Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
Kur’ani zaman ve mekan
Kur’an zaman ve mekanla mukayyet değildir. Zaman ve mekan onun üzerinde belirleyici değildir. Tam tersine o zaman ve mekan üzerinde belirleyicidir. Bunun içindir ki zaman ihtiyarladıkça gençleşmekte, yeryüzü genişletilmektedir.
İnsan zaman ve mekan içinde bir denge kurabildiği müddetçe Bediüzzaman (zamanın en bedisi/güzeli) olabilir. Risale müellifi böyle bir dengeyi tutturabildiği için hem Bediiüzzaman, hem de Said Nursi olabilmiştir. O zamanın ve mekanın çocuğudur. Adı:Bediüzzaman’dır ki zamanın bediisi anlamına gelir. Soyadı: Nursi’dir. NursBediüzzaman’ın doğdu köyün/mekanın adıdır.
EvetAsr Suresinde asra yemin edilerek, zamanın tehlikelerine karşı insanlık uyarılmaktadır. Geçmişte insanlar bu tehlikenin farkına varmışlar ve kendilerine “ibnüzzaman (zamanın oğlu)” gibi mütevazi isimler seçmişlerdir. Şimdilerde ise insanlar surenin uyarısına kulak tıkıyorlar, kibirlerinden ve basitliklerinden kendilerini mekan ile ifade ediyorlar. “İstanbul Çocuğu” veya “Anadolu Çocuğu” olmakla övünen ne kadar da çok insan var etrafımızda...
Başta da söylediğimiz gibi küçük bir kâinat olan insan beden ve ruhtan yaratılmış. Büyük bir insan olan kâinat mekan ve zamandan. Bu denklemde beden mekanı, ruh zamanı temsil eder. Buradan bakıldığında beden ile mekan, zaman ile ruh arasında cüz’iyet-külliyet ilişkisi vardır. Beden minerallerden, mekan maddelerden oluşmuştur. İkisinin de fizik aleminde bir hacmi ve ağırlığı vardır. Öte yandan zaman ile ruh arasında da bir ilişki vardır. Bildiğimiz anlamda her ikisinin de fizik alemde hacim ve ağırlığı yoktur. Beden mekanın bir parçası, mekan bedenin dekorudur. Ruh zamanın bir parçası, zaman ruhun dekorudur. Beden mekana göre, ruh da zamana göre daha şeffaftır. Bunun içindir ki nasıl ki hakiki imanı elde eden insan kâinata meydan okuyabiliyorsa, hakiki imanı elde eden ruh da bedene, mekana ve zamana meydan okuyabilir.
Beden ile ruh birbiri ile ters orantılıdır. Beden genişledikçe ruh daralır. Beden ruh aleyhine kalınlaşır. Ruh beden aleyhine şeffaflaşır. Bir an için bir kabı beden, içindeki suyu da ruh olarak kabul edelim. Kabın boyutları ne kadar genişlerse, içindeki suyun o kap içinde kapladığı nispi hacim o kadar azalacaktır. Tersi durumda; yani kabın boyutları ne kadar küçülürse nispi olarak ruh da o kadar büyüyecektir. Misalden de anlaşılacağı üzere bedendeki kesafet arttıkça ruhtaki letafet azalmaktadır. Beden ne kadar incelse, zayıflasa ruh o kadar kemale ermektedir. Bazı önemli hastalık ve arazlar geçiren çocuklara baktığınızda yüzlerinde ancak kemal sahibi ihtiyarlarda görülebilecek bir olgunluğun okunmasının nedeni de budur. Zira beden zaman ve mekan tarafından zahiren yıpratıldıkça, eskidikçe ruh daha bir dengeye varır.
Beden mekanla sınırlıdır, ama ruh zamanla sınırlı değildir. Bazen beden ruhu, bazen de ruh bedeni sınırlar.
Mekan ve beden
Mekan bedenle doğru orantılıdır. Beden genişledikçe mekanın hacmi artar.
Ruh zamanla doğru orantılıdır. Ruh çoğaldıkça birden çok zamanda ve mekanda yaşayabilme mümkün olabilir. Ruh daraldıkça tayy-ı mekan ve bast-ı zaman ortadan kalkar.
Şimdi yaşadığımız çağ bir ruh çağı değildir. Bu çağ beden çağıdır. Bu çağ zaman çağı değildir. Bu çağ mekan çağıdır. Artık bu çağda zamana tapan dehriyyun çıkmıyor, çıkmayacak da. Bu çağda beden ruha, mekan zamana meydan okumaktadır. Egemenlik kayıtsız şartsız bedenin ve mekanındır. “Sizin dünyanızı genişletiyoruz” meallindeki ayetle, “Ahirzamanda zaman hızla akacak” mealindeki hadis bu egemenliğin işaretlerini vermektedir. Mekan genişlemekte, zaman mekana ayak uydurabilmek için hızını artırmakta, kendisini azaltıp yıpratmaktadır. İnsan 25. saati aramakta, genişleyen mekanın etkisini zamanı bir saat daha artırarak kapatmaya çalışmaktadır.
Şimdi beden ruh aleyhine, mekan zaman aleyhine genişlemektedir. Bedenler görenek belası ile bin bir renge bürünerek kalınlaşmakta, şeffaf bir varlık olan ruh şeffaflığını kaybedip bedenin rengini alarak bedende kaybolup gitmektedir. Beden rengarenk iken, ruh rengini ve dokusunu kaybetmektedir. Şehirler evlerle, evler eşyalarla, insanlar envai çeşit yemekle genişlemekte, ruh eşyaların bir kenarında, evin eşiğinde, şehrin varoşlarında donup kalmaktadır. Mekan genişlemekte, zaman daralmakta, beden genişlemekte, ruh daralmaktadır. Peygamberin (s.a.v.) ahirzamanda ümmeti için korktuğu şey gerçekleşmekte, ümmetin semiz, şişman erkekleri artmakta, öte yandan ruhlar alabildiğine yoksullaşmakta, zayıflamaktadır. Mekanlar villalarla, plazalarla zenginleşmekte, zaman faize tutulmuş bir servet gibi yitip gitmektedir.
Şimdi ruh gerçekte harabe bir ev olan bedenin katına inmekte, zaman mekanı kuşatmaya çalışmaktadır. Böylece zaman mekana, ruh bedene teslim olmakta, teslim-i ruh etmektedir. Beden maddiyatla beslenirken ruh maneviyatını yitirmekte, kendini bedene feda etmektedir. İbnüzzamaların, (zamanın çocuğu) Bediüzzamanların çağı geride kalmakta, mekanınınveled-i zinaları mankenler arzı endam etmektedir.
Şimdi ruh bedeni, zaman mekanı yakalamanın peşindedir. Zamanın çoğu otobüslerde geçmekte, uzak uzak şehirlerden çok çok uzak olan evlere giderken ömür geçip gitmektedir.
Bu çağda içinde ölmek için koca koca evler yapılmakta, o evleri yapmak için günde 10-12 saat ömür sermayesinden israf edilmektedir. Ömrümüz yollarda geçmekte, evlerimize geldiğimizde televizyonlarımızın başında ölebilecek kadar bir zaman kalmaktadır bize.
Ruhlar yorgundur, bedenler ruha nispeten dinçtir. Oysa Peygamber (s.a.v.) 1400 yıl önce uyarmıştır insanı: “Mümin bedenen yorgun, ruhen dinçtir.” Bu çağ dinç ve güzel bedenlerin ve mekanların, yorgun ve eskimiş ruhların ve zamanların çağıdır. Çünkü zaman ömrünü mekanda eskiterek tamamlamakta, ruh bedende kemale eremeden sönüp gitmektedir. Bunun için bu çağ ‘hızlı yaşa, genç öl. Cesedin yakışıklı olsun’ denilen bir çağdır.
Bu çağ ruhtan değil, bedenden doğmuştur. Bu çağ zamandan değil, mekandan doğmuştur. Bu çağ ruh çağı değil, beden çağıdır. Bu çağ yorum çağı değil, görüntü çağıdır. Bu çağ marketlerin ve plazaların çağıdır. Marketlerde bin bir çeşit nimete mana-i ismi ile nazar edip, ihtiyacı olmadığı bir çok şeye baka baka aşinalık kesb edip onları ihtiyaç haline getiren bir çağdır. Bu çağ nefsin galeyana geldiği, nefsani arzuların cisimleştirildiği, arzular için varlıkların fıtratlarına müdahale edildiği, insanların varlığı kendi istediği şekle getirdiği bir çağdır. Bu çağ Peygamberin bir defa dahi tadına bakmadığı, bunun için İmam-ı Şafi’nin “Peygamberin tadına bakmadığı bir şeyi ben nasıl yiyebilirim?” diyerek ömrü boyunca kendini yemekten men ettiği yuvarlak karpuz nimetinin nefislerin doymak nedir bilmeyen hazlarını tatmin etmek için dikdörtgen şeklinde üretildiği bir çağdır. Bu çağ ruhun iptal edilerek, mekanın arzulara uydurulduğu çağdır. Bu çağ bedenin ruha, mekanın zamana meydan okuduğu çağdır.
Ruh Çağı
Bu çağ ruh çağı değil, beden çağıdır. Bu çağ yorum çağı değil, görüntü çağıdır. İşte büyük şehirlerde saatlerimizi yitirdiğimiz, vakitlerimizi kaybettiğimizotobüs yolculukları... Ağır işleyen trafikte otobüslerin pencerelerinden panayır yerlerini andıran caddelere bakarken çeşit çeşit elbiselerle arz-ı endam eden kadın ve erkekler... Kendini beğendirmek arzusuyla bazen az, bazen çok giyinen kadın ve erkekler… Gerçekte mekanının belirlediği, ama insanların hemen çoğuna göre zamanın belirlediğini zannettiği moda... Bu çağ Modaların, Kadıköylerin, Kadınköylerin, Kadınkölelerin çağıdır.
Bu çağ zaman öldürme çağıdır. Bu çağda mekan zamanı zaptetmektedir. Bu çağda ömürler gaspedilmektedir. Günler kısaldıkça kısalmaktadır. İnsan kendi kıyametine doğru nefes nefese koşmaktadır. Gökten yere bırakılan bir nesnenin hızı yere yaklaştıkça nasıl biraz daha artarsa ulvi latifelerini yitirerek imanın göğünden düşen insanın kıyamet saati de hızla kara toprağa doğru düşmektedir. Ölümün saati hiç olmadığından daha hızlı işlemektedir. İnsan kendi kıyametine zamanı öldüre öldüre yaklaşmaktadır. Zamane insanı ailesiyle ve sevdikleriyle beraber olmayı vakit kaybetmek olarak değerlendirdiği için zamanının büyük kısmını alışveriş ve eğlence merkezlerinde geçirerek öldürmektedir.
Bu çağ vaktin nakte dönüştürülmeye çalışıldığı bir çağdır. Plazalarda zamanın satılarak villa ve köşk gibi mekanların satın alındığı bir çağdır. Vaktin mekanla nakde çevrilmeye çalışılarak ömürlerin heder edildiği bir çağdır.
Bu çağ fena ve faniliğin kol gezdiği bir çağdır. Yarın endişesinin beka endişesinin önüne geçtiği bir çağdır. Senesi bir saniye gibi geçen, hayatı hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olan çağdır. Zamane insanı kendi içinde miraca yükselerek beka alemi içine girmek istememektedir.
Bu çağ zavallı insanların şehirlere hapsedildiği bir çağdır. Değil mi ki şehirde yaşayanlar, gerçekte Allah yolunda hapsedilmiş kimselerdir. Zira her insan zaman ve mekanın birleştiği yerde iman etmek üzere halk edilmiştir. Oysa bu çağda onu imansızlığa mahkum eden o kadar çok engel vardır ki. Çünkü şehirler öyle bir dizayn edilmiştir ki hemen bir çok şey insanı dünyaya çağırmaktadır. O da dünyanın sesine doğru gelirken fenayı görmektedir aslında. Bu durumu görüp bir süre dirense de bir gün o mekanın bütünlediği görenek belasının pençesine düşmektedir. Gıdalarına ihtikâr yapılmakta, ihtiyaçları olan şeylerin fiyatları yükseltilmektedir. Bu çağ her şeyin bedelinin yüksek olduğu, her şeyin faizinin olduğu bir çağdır. Bu çağ muhabbetlerin pahalıya satıldığı, üstelik faizlerinin çok yüksek ayarlandığı bir çağdır.
Bu çağ zamana ve mekana hakim olma çağıdır. Bu çağ bir üstünlük ve imtiyaz arama çağıdır. Bu çağ “Ben bilirim, ben yaparım, ben bana ve sana hakimim” diyen insanların çağıdır. Bu çağ kendilerinden şahitlik istenmediği halde kendilerini pazarlamak için şahitlikte bulunan insanların çağıdır. Onlar ihanet içindedirler. Onlar kendilerine ve kâinata ihanet etmektedirler. Onlara itimat edilemez. Onlar bilgi, onlar duygu oburluğu içindedirler. Onlar Mevlana’yı Mesnevi ile değil, pilav ile hatırlarlar. Onların aralarında bu oburluk yüzünden şişmanlık zuhûr eder. Onlar gerçekten hüsrandadır. Onlar gerçekten “iman edip iyi ameller işleyen” kişilerden değildirler. Onlar “birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden kişiler”den değildir.
Mekandan zamana, bedenden ruha miraç vakti
Evet şimdi mekandan zamana, bedenden ruha miraç vakti...
Şimdi iman edip şu zamanın ve mekanın farkına varıp orada iyi ameller işleme, zamanının ve mekanının yıpratıcılığına karşı, insanı sürekli dünyaya çağıran dünyanın faniliklerine karşı birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme çağıdır.
Bu çağ aslında zamana ve mekana yemin edilebilecek kadar değerli bir çağdır.
Bu çağ aslında hepimizin mekanının cennet, zamanının asr-ı saadet olabileceği bir çağdır.
Bu çağ aslında asr-ı saadet, bu çağ aslında ve’l-asr çağıdır.