Bismillahirrahmanirrahim
Mahlûkatın her nevine, her ferdine ve o nev'e ve o ferde mürettep olan asar-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemaline münasip bir vücudun verilmesidir.
Hiçbir nevi müteselsil-i ezeli değildir. İmkân bırakmaz.
İnkılab-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev'in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılab-ı hakaikin gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekat-ı mütehavvile-i hadiseden tecerrüd etmediğinden hudüsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a'raziyetleri cihetiyle envadaki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A'raz cevher olamaz.
Demek envaının fasileleri ve umum a'razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhteradırlar. Silsilede tenasül, şerait-i adiye-i itibariyedendir.
Feya acaba! Vacibü'l-Vücudun lazime-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlere sığıştıramayan, nasıl oluyor da, herbir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler?
Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kainat, nasıl oldu da küçücük ve nazik zerratların (öyle dehşetli salabet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i idamına karşı dayanıyor? Hem nasıl oluyor ki, kudret-i ezeliyenin hassası olan ibda ve icadı, hiçbir münasebet-i makule olmadan en aciz ve en biçare esbaba isnad ediliyor?
İşte Kur'an-ı Kerim, şu delili, halk ve icaddan bahseden ayatı ile ezhanda tanzim ediyor. Müessir-i hakiki yalnız Allah'tır. Tesir-i hakiki esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir-ta ki, aklın nazar-ı zahirisinde, dest-i kudret umur-u hasise ile mübaşir görünmesin. Bir şeyde iki cihet var:
Biri mülk-aynanın mülevven vechi gibi, ezdat ona varid oluyor; çirkin olur, şer olur, hakir olur, azim olur, ilh. Esbab bu cihette vardır. İzhar-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister.
İkinci cihet, melekütiyet cihetidir: Aynanın şeffaf vechi gibi. şu cihet herşeyde güzeldir. şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hatta hayat ve ruh ve nur ve vücut, iki vecihleri şeffaf ve güzel olduğundan, mülken ve meleküten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.(Mesnevi-i Nuriye Sh. 213)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
MUTAVASSIT : Ortada vasıtalık eden, iki cinsten meydana gelen ara nesil (katır gibi)
MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.
NEV : Çeşit, sınıf, cins, tür.
FERD : Tek, bir, yekta; kişi; eşsiz.Tekil şahıs
MÜRETTEB : Tertib edilmiş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş, sıralanmış. * Kasden uydurulmuş. * Tayin edilmiş. Bir şey, bir yer için ayrılmış. * Sonradan kurulmuş.
ÂSÂR-I MAHSUSA : Özel eserler.
MÜNTÎC : Netice verici.
İSTİDAD-I KEMÂL : Olgunluk kabiliyeti, yeteneği.
MÜNÂSİP : Uygun, denk.
MÜTESELSİL : Birbirini tâkip eden, zincirleme, arasız, uzayıp giden.
EZELÎ : Geçmiş ve gelecek zamanı birden içine alıp, zamanla sınırlı olmamak.
TAHAVVÜL-Ü ESNAF: Sınıf değişikliği.
İNKILÂB-I HAKAİK : Hakikatlerin tam zıddına dönmesi
GAYRI : Başkası, diğeri.
SÛRET-İ MÜTEGAYYİRE : Değişen sûret.
HAREKÂT-I MÜTEHAVVİLE-HADİSE : Hadiseleri başka şekle dönüştüren hareketler.
TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.
HUDUS : Yeniden meydana gelme. Yok iken var edilme.
MUHAKKAK : Hakîkatı ve gerçeği belli olmuş, doğru.
A\'RAZÎ : Sonradan ortaya çıkan, dolayısıyla.
ENVÂ : Çeşitler, türler, cinsler, nevîler.
MÜBAYENET-İ CEVHERİYYE : Her nev'in cevherinin ve fıtrat-ı asliyesinin birbirinden farklı ve ayrı oluşu. Cevherdeki farklılık.
CEVHER : Asıl,maya, öz, temel, kök, kıymetli taş.
ENVÂ : Çeşitler, türler, cinsler, nevîler.
FASÎLE : (C.: Fesâil) Anababa, ebeveyn, âile. * Familya, bir cinsten olan bitkilerin hepsi.
HAVÂSS : Duygular, hisler.
MÜMEYYİZ(E) : Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü farkeden. * İmtihandaki talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse.
BİZZARÛRE : Kesinlikle, zarûri olarak, mecburî olarak.
ADEM-İ SIRF : Sırf yokluk.Tam yokluk.
MUHTERA' : İcad edilmiş. İhtira' olunmuş. Uydurulmuş.
SİLSİLE : Zincirleme, sıralama.
TENÂSÜL : Türemek, nesil yetiştirmek, üremek, birbirinden doğup üremek.
ŞERÂİT : Şartlar.
ÂDİ : Basit,sıradan.
İTİBÂRÎ : Gerçek olmayan, varsayılan.
FEYÂ : #Yahu# mânâsına gelen hayret ifadesi.
VÂCİBÜ\'L-VÜCUD : Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli olan.
LÂZİME-İ ZARURİYE : Zarurî ihtiyaçlar. Kesin gereklilik.
BEYYİNE : Vâzıhan, aşikâr olarak, alenen, açık olarak.
ZİHİN : (Zihn) Anlama, bilme, hatırlama kuvveti. Anlama kuvvet ve istidadı.
MÜNÂFİ : Zıt, ters, aykırı.
DEST-İ TASARRUF-U KUDRET : Cenâb-ı Hakk\'ın herşeyde Kudret elinin tasarruf etmesi
MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.
YED-İ İDAM : Yokeden eli.
İBDÂ : Yoktan eşsiz ve benzersiz yaratma.
MÜNÂSEBET-İ MAKULE : Kabul edilir irtibat, bağ.
ESBÂB : Sebepler.
İSNAD : Dayandırma, mal etme.
HALK : Yaratma, var etme.
İCAD : Yoktan yaratmak.
ÂYÂT : Kur\'ân\'daki sûrelerin âyetleri,işaretler, deliller; Allah\'ın varlık ve birliğine işaret eden deliller.
EZHÂN : Zihinler.
TANZİM : Düzene koyma, sıralama, düzenleme.
MÜESSİR-İ HAKİKÎ : Gerçek tesir sahibi. Gerçek yaratıcı
İZZET : Şeref, üstünlük; değer, kıymet, yeterlilik.
AZAMET-İ KUDRET : Kudretin büyüklüğü.
NAZAR-I ZÂHİRÎ : Zâhirî nazar, dış görünüşe ehemmiyet vererek bakma.
DEST-İ KUDRET : Kudret eli.
UMÛR-U HASİSE : Ufak ve değersiz işler.
MÜBÂŞİR : Müfettiş, kontrolör.
MÜLEVVEN : Renkli, boyalı.
VECH : Yüz, çehre, surat, tarz, üslûp
EZDÂD : Zıtlar.
VÂRİD : Ulaşan, yetişen, gelen, erişen, ortaya çıkan.
MELEKÛT : Eşyanın Cenab-ı Hakk\'a bakan ve herşey için mutlak güzel olan, çirkinliğin bulunmadığı yüzü.