Bir çiçek, bir de melek muhabbeti

Mustafa ORAL

15 yıllık Risale geçmişi olan biriyim. Külliyatı defalarca devrettim. Bu okumalarım esnasında, Risalenin en çok önem verdiği hususun “tevhit” olduğunu fark ettim.

 

Hassaten Ayetü’l- Kübra, 33. Söz ve Tabiat Risalesi sürekli bu hususa vurgu yapıyor, çiçekten böceğe, seradan süreyyaya kadar kâinatta Rabb’imizin varlığına ve birliğine işaret eden noktaların altını çiziyordu.

 

Ne var ki bu durumla ilgili olarak, Müslümanların, siyasi, iktisadi ve içtimai alanda daha fazla etkin olması gerektiğinin düşünen kesimlerden “Nur talebeleri çiçek böcek muhabbeti yapıyor” gibi Risale mesleğini tahfif edici ifadeler duyabiliyorduk. Kendi hayatıma baktığımda bir Nur Talebesi olarak bu eleştirileri nispeten hak eden bir yerde durduğumu görüyor, bunu da açıklamak da zorlanıyordum.

 

Gerçekten de dünyanın dört bir tarafında masum kanı akıtılırken, Müslüman ülkeler öbek öbek işgal edilirken bu “çiçek, böcek muhabbeti” de ne oluyordu? 

 

Ne zaman sonra bu soruya bir cevap bulabildim. Evet Kur’an’da da “çiçek, böcek muhabbbeti” yapılıyor, ekinden öküze, balıktan bakara çeşit çeşit varlıktan bahsediliyordu. Bu durum bazen öyle bir raddeye geliyordu ki, bazı sürelerin adları bazı hayvanlarla anılıyordu.  Kur’an bize, kâinatta yaratılan her bir varlığın bir yaratılış gayesi olduğunu, her varlığın kendi dilince Rabb’ini andığını, sineğin şedit bir kafirin ölümüne neden olduğunu, karıncanın kafir saraylarını yerle bir ettiğini, her varlığın kendi dilince küfürle ve kafirle mücadele ettiğini hatırlatarak, bizi tefekküre, şükre ve harekete davet ediyordu.

 

Kur’an'ın bir tefsiri olan Risale için de benzer bir durum söz konusuydu. O da çiçekten, böcekten bahsediyor, insanın kâinatın yegane varlığı olmadığının, insanın aklının kâinata mühendis olmadığının, bilakis kâinattaki her varlığın kendi lisan-ı haliyle Rabb’ini zikrettiğinin, Rabb’ine karşı kulluğunu yerine getirmeyen kişinin çiçekten böceğe kadar her şeye borcu olduğunun altını çiziyordu. Yine, Rabb’e güzel bir kul olunduğunda, yani hakiki iman elde edildiğinde kâinata meydan okunabilecek bir güce ve kudrete ulaşılacağını ifade ediyordu.

 

Kur’an’ın ve Risale’nin bu çiçek ve böcek muhabbetinden anlamıştım ki, bu asrın müminleri bizler tevhide ne kadar vurgu yaparsak yapalım yine de azdır. Zira, bize Rabb’imizi tanıtan, kulluğumuzu hatırlatan tevhid delilleri olan çiçekten böceğe milyonlarca varlığın yaratılış hikmetini bilmiyoruz. Bu hikmeti anlayamadığımız için bazılarımızın anladığı manada bir türlü kâinata meydan okuyacak bir imana ulaşamıyoruz. Zaten bugün müminlerin ve İslam dünyasının hali hazır durumu da bize bunu göstermiyor mu? Bir insan, imanın tecessüm ettiği zirve noktası olan namaz gibi bir temel ibadeti yerine getirmediğinde uçan kuşun hakkını bile veremiyorsa, o insandan topun, tüfeğin hakkını vermesini nasıl bekleyebiliriz.

 

Elhamdülillah, şimdi Risaledeki çiçek böcek muhabbeti yapılan bahisleri okurken aklımda yukarıda bahsettiğim vecihle sorunlar, sıkıntılar yaşamıyorum. Ama yakın döneme kadar tevhidin bir başka erkanı olan meleklere iman bahsi hakkında benzer sorunlar yaşadım.

 

Alem-i şehadet dünyasında yaşadığını düşünen ben, kafamda alem-i gaybdaki varlıklar gibi duran meleklere iman etmenin neden bu kadar önemli olduğunu uzun süre anlayamadım. Günümüz fizik dünyasında pek de rastlandığını sanmadığımız meleklere iman niçin bu kadar önemliydi ki, “meleklere iman” rüknü, imanın altı erkanından biri olarak sayılmıştı?

 

Sahi meleklere imanın bizim dünyamıza bakan tarafı ne olabilirdi ki? Siyasi, içtimai, iktisadi ve askeri sahada bütün dünyada bu kadar sancılar varken meleklere iman etmek niye bu kadar anlamlıydı? Oysa biz fetih ruhlu nesiller olarak İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethini anlatırken, Osmanlı’nın fetih ile ilgili plan ve projelerini ballandıra ballandıra anlatırken, Bizanslılar’ın meleklerin cinsiyetini tartıştıklarından dem vurarak “meleklere imanın gereksizliğine” bir gönderme yapmıyor muyduk?

 

Şu satırların yazarı olarak, yıllardır Risale okuyorum ve uzun bir süre Fatih’in İstanbul’a giriş yaptığı Edirnekapı’da oturdum. Bilenler bilir, İstanbul dünyanın, Edirnekapı semtinin sınırları içinde bulunduğu Fatih İlçesi de İstanbul’un kalbidir. Yine bilenler bilir ki, “Fatih” İlçesi adını İstanbul’un fatihi Fatih Sultan Mehmet’ten almıştır.

 

Fatih, başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere bir çok mübarek zevata türbedarlık ve menzillik etmektedir. Bunun içindir ki Fatih İstanbul’un “bir başka Müslüman semti”dir. Fatih’te bir sabah ezanına uyanmak bile Rabb’imizin dünyada çok az kimseye nasip edeceği büyük bir lütuftur. Şimdilerde bu semte biraz uzakta oturuyorum. İşyerim Osmanlı Devletinin payitahtının bulunduğu Babıali’de. 

 

Dönüp baktığımda geriye, Fatih benim hatırımda meleklerin kol gezdiği semt olarak kalmış. Her ne kadar, meleklerin kol kola gezdiği bir mekanda ömrüm geçse de şu yakın zaman kadar meleklere iman bahsini bir türlü kafamda oturtamamıştım. “Muhabbet güzel şey de, ne sende eski cemal kaldı, ne de bende muhabbet edecek mecal” kabilinden nispeten zorunlu, nispeten tefekkür etmeden bir “meleklere iman” inancını yedeğimde taşıyordum.

 

Fakat, elhamdülillah, bu yakınlarda, işte o fethin merkezi Babıali’de bir Risale dersinde meleklere imanın benim dünyamda ne kadar da önemli olduğunu anlayabildim. Ben ki kendimi büyük fetihlerin ve inkılapların peşinde koşar bir fıtratta yaratıldığımı sanıyordum.

 

Oysa melekler çok durağan, statik, pasif varlıklardı benim zihnimde. Ne var ki halihazır okunan Risale dersi öyle demiyordu. Meleklerin pasif, suya sabuna dokunmaz, etliye sütlüye karışmaz varlıklar olmadıklarını, bilakis hayatımızın tam merkezinde yer aldıklarını, kafirle ve şeytanla mücadele içinde olduklarını söylüyordu.

 

İşte o an bozuldu kafamdaki algı.

İşte o zaman kalbime geldi niye İstanbul fethedilirken Bizanslılar’ın meleklerin cinsiyetini tartıştıkları.

İşte o zaman anladım iman esaslarından nispeten yoksun ama fetih ve füruç hareketini önemseyen bizlerin meleklere ne kadar da haksızlık ettiğimizi.

 

O dersten sonra dönüp geriye baktığımda hatırladım ki başta Bedir olmak üzere birçok fetih hareketinde melekler bizatihi görev almış. Ve rivayet doğruysa Fatih Sultan Mehmet'i annesi Yasin Suresini okumadan hiç emzirmemiş. O çocuk Fatih yedi yaşında bir camiye götürüldüğünde “Camide melekler var” deyip, camiye girmek istememiş.

 

İstanbul fethedilirken Fatih’e melekler yardım ettiler mi bilmiyorum. Ama daha yedi yaşında camideki melekleri görecek bir maneviyata ulaşan bir komutana, Peygamberimizin “İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir, onu fetheden komutan ne güzel komutandır” mealindeki hadis-i şerifine nail olmak için yardım ettiği çok güçlü ihtimaldir.

 

Belki “melekler şehri İstanbul” fethedilirken Osmanlı askeri meleklere iman bahsini okuyordu, Bizanslılar ise meleklerin cinsiyetini tartışıyordu.

Belki İstanbul bir melekler savaşıydı; bilemiyoruz.

Ama, İstanbul’un fethinden hareketle bildiğimiz bir şey var ki, meleklere iman etmeden hiçbir fetih ve füruc gerçekleşmiyor.

 

Unutmadan; Fatih İstanbul’u fethedip de Edirnekapı’dan İstanbul’a ayak bastığında o meleklerin cinsiyetini tartışan bir kısım Bizanslılar onu çiçeklerle karşılamışlardı.

 

Sahi; Risale de manevi cihadına Barla’da “Cennet Bahçesi”nden devşirdiği çiçekleri meleklerin ellerinde dünyaya dağıtarak başlamamış mıydı?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.