Çanakkale zaferi, yokluk ve yoksulluk döneminin başarısıdır. Maddi ve siyasi açıdan devletin tıkandığı bir dönemde meydana gelmiştir. Maddi imkanların nerdeyse tabana vurduğu, düşmanların ise çok güçlü bulunduğu bir savaştır.Bu gerçeğe rağmen Çanakkale Savaşları nasıl zaferimizle sonuçlandı? Bu zaferin bir tek doğru izahı vardır. O da Mehmetçiğin imanıdır. “ölürüm şehit, kalırım gazi ” dedirten iman, askerimizin kahramanlaştırmıştır.
Çanakkale savaşında şahıs portreleri
Vehbi vakkasoğlu kitabında savaşta kahramanlık yapan veya savaşa tesiri olan kişiler anlatmış. Sultan Abdülhamid Han’nın kahramanlığı bölümünde, Sultan her şeyi bırakıp savaşın durumunu öğrenmek için Talat Paşa ve Tevfik beyle buluşmuştur. Talat bey ,uzun uzun ve pek hürmetkar bir ifadeyle önce vaziyeti sonra savaşın durumu anlatır. Durum kritiktir , düşman hem denizden hem de karadan Çanakkale`yi zorladığı için , padişah, hükumet ve hanedan-ı saltanatı esarete düşürmemek ve elim bir barış anlaşmasına mecbur olmamak için, Anadolu`ya geçip harbe oradan devam etmeyi ister.Sultan Abdülhamid gereken cevabı verip şöyle dedi ki, “Hazreti fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman, Bizans İmparatoru Konstantin kaçmayıp, harp ede ede, yıkılan kalelerin altında can vermek celadetini göstermişti. Biz Fatih`in ahfadıyız ….”
Sultan Abdülhamid Han`ın bu teklifi duymak bile istemediğini görürüz. Eski padişah, Çanakkale`nin geçilmeyeceği tahmini üzerine İstanbul`u terk etmenin tamamen aleyhindedir: özellikle padişah ve hükumet üyeleri başkentte durmalı ve moral bozukluğuna sebep olmamalıdır. Bu hususta o kadar ısrarlıdır ki, kendisini ikna etmek isteyenlere şu haysiyetli ve cesur cevabı verir,
“Son Bizans kralı Konstantin bile Fatih`e karşı şehri savundu, bırakıp gitmedi, ölümü seçti. Ben Konstantin kadar vatansever değil miyim ki, tehlike var diye İstanbul`u bırakıp gideceğim.”
Seyid Onbaşı
Unutulmaz bir zattır. Her 18 Mart’ta fotoğrafını basan gazeteler sırtında o dev mermiyle, televizyonlar da ekranlarına getirirler. Hadiseyi şöyle aktarıyoruz. Mecidiye Tabyasını alt üst etmiş olan düşman, Mehmetçiği açıkta duramaz hale getirince, askerler sığınağa koştular. Tam o sırada erlerin büyük bir bölümü sığınağa girer girmez, cephaneliğe isabet eden bir mermi, hepsinin şehit olmasına sebep olur. Ancak çamlık köyünden Mehmet oğlu Seyid yara bile almamış, sadece bayılmıştır. Etrafta kimse olmadığından birtek Ali`yi buldu. Seyid sorunca “ Arkadaşlar nerde ?”, Ali 14 şehidimiz, 24 yaralımız var, ayakta bir sen ve ben kaldık, deyince Seyid ayağa kalkıp denize doğru baktı, düşman gemileri kıyıya iyice yaklaştı, kullanabilecek tek top kalmış diğerleri toprağa gömülmüş, Seyid arkadaşı olan Ali’ye “Gel Ali yardım et de şu gülleyi sırtıma alayım” dedi. Çünkü kullanabilir topu da yaralıydı, top mermisini kaldıracak alet bozulmuştu. Ali önce mermiye sonra Seyide baktı, “Kaldıramazsın Seyid” çünkü bu top mermilerinin bir tanesi 276 kilo geliyordu.
Seyid kararlı bir sesle “ Hele bir deneyeyim” dedi. Birkaç hamleyle sonunda mermiyi namluya sürdü, ikisi de görevleri başka olduğundan, nişan almakta ve yön tayininde acemi idi, ama uzun bekleyecek ne zaman ne de imkan vardı..Seyid topun namlusunu düşman gemilerine doğru çevirdi, mesafeyi bilebildiği kadarıyla ayarladı, birkaç denemeyle sonunda başardı. Patlatdığı gemi “ocean” dı . Seyid Onbaşı “kimin himmeti milleti ise, o tek başına küçük bir millettir” sözünü gerçekleştirdi.
Nitekim zaferden sonra ziyarete gelen kumandanların yanında, Seyid Onbaşı’
dan bu mermilerden birini bir daha kaldırmasını istenmiştir. Koca Seyid’in o şekilde bir fotoğrafı çekilecek ve muhteşem olay tarihe emanet edilecektir. Seyid kaldıramaz, defalarca tekrarlamasına rağmen başaramaz, ama çok anlamlı cümle dudaklarından dökülür, “ Kumandanım, gavuru görürsem gene kaldırırım”. Seyid, o dev mermiyi sırtlamış haldeki fotoğraf, aslında makettir. Bu tarihi olayı tasvir etmek için yapılmıştır.
Bu olay, bize bir ayeti kerime hatırlatmalıdır “ Sen atmadın, Allah attı”. Evet yapan yaptıran Allah`tır, atan attıran, isabet ettiren de odur.
Seyid Onbaşı`nın tabyasında yaşanan bir başka güzellik daha var. Müstahkem mevki kumandanı Cevat Paşa, savaşın en şiddetli anlarında iki sahil arasında gidip gelmekten asla çekinmiyor, hem kontrol ediyor, hem de Mehmetçiklere moral veriyordu.
Paşayı bir gün Mecidiye tabyası da misafir etmişti. Tabii bu kısa ziyarete ancak “hüzün ziyareti” denebilir. Çünkü tabyanın cephaneliği alt üst olmuştu. Paşa istihkam yıkıntıları arasında dolaşırken bir ağacın altında uzanmış bir asker bulup yaklaştı Mehmetçik yaşıyordu. Paşa “ neyin var evlat” deyince, asker ayağa fırlayıp hazırola geçti. Ancak asker gözleri paşadan tarafa değil, başka yöne bakıyordu. Paşa titreyen sesiyle sordu “ gözlerine bir şey mi oldu, oğlum?” Mehmetçik şu cevabı verdi. “ Üzülmeyin kumandanım, benim gözlerim göreceğini gördü” . O güzel insan, batan düşman gemilerini gördükten ve zafere giden yolun açıldığını anladıktan sonra artık görmese de olacağına inanıyordu…
Elazığlı Hasan Onbaşı
Mayıs ayının başlangıcından itibaren düşmanla temas, devamlı çarpışmalar oluyordu. Siperde sırtımızı birbirimize dayar elimize ne geçerse düşmana fırlatıverirdik. Vakit gecenin yarısına yaklaştı, düşman bulunduğumuz tepenin diplerinden yavaş yavaş bize doğru ilerliyordu, altmış kişi idik. Ben düşman ne kadar yaklaştığını anlamak için ileri hatlardaki siperlere yaklaştım, vızır vızır geçiyor mermiler, ben hemen kendimi siperin içine attım, kan sıcaktır yara da sıcakken acımaz, onun için hiçbir şey hissetmedim, sonra mesele anlaşıldı yaralanmışım . Arkadaşlar beni yatırdılar dört yerden kan akıyordu, sonrasını iyice hatırlamıyordum. Kendime geldiğimde siperin içindekiler hepsi şehit olmuş, sadece Elazığlı Hasan Onbaşı, başını çevirip bana baktı ve dedi ki:
“ Mustafa merak etme, evvel Allah ben yaşarken sana kimse dokunamaz”. Gece iyice bastırmıştı, düşman çok yakınlarımızda olmalıydı, bir ara iri kolların beni kucakladığını hissettim, Hasan Onbaşı beni sırtına alıyordu. Epey yürüdükten sonra bizimkilerden bir gurubun arasına karıştık, tedavimi yaptılar, vücuduma saplanmış kurşunlar çakıyla çıkardılar. Daha sonra hastahaneye kaldırıldım. Ordayken öğrendim ki, Elazığlı Hasan Onbaşı, ertesi akşam aynı sipere tek başına geri dönmüş, bir daha gelmemiş. Gün ışığında o sipere gidenler, 24 düşman askerlerinin ölüsüyle birlikte Elazığlı Hasan Onbaşının cesedini bulmuşlar. Görenler, Elazığlı Hasan Onbaşı dört düşman askerini bir süngünün ucuna şiş gibi geçirdiğini anlata anlata bitirmediler
Bombacı Mehmet Çavuş
Seddülbahir ve Conkbayırı bölgelerinin büyük kahramanlarından biridir Bombacı Mehmet Çavuş.. Bu kahraman çavuş, İngilizlerin siperimize fırlattığı el bombalarını hemen korkusuzca yakalar ve karşı tarafa fırlatırdı. İşte bu cesur eylemi sebebiyle Mehmet Çavuşa “Bombacı” lakabı verilmişti. Zamanla çavuş İngiliz siperlerini de öğrendi, bu sebeple de el bombasını bizim siperlerimize fırlatmadan önce üçe kadar sayıyorlardı.
İşte bu bombalarından biri bombacı Mehmet ìn elinde patladı, Çavuş`un sağ eli bileğinden koptu. Arkadaşları hemen hasahaneye yetiştirdiler. Hastahaneden bölük kumandanına mektup yazdı, şöyle dedi
“Sağ kolumu kaybettim; zarar yok, sol kolum var! Onunla da pekala iş görebilirim. Beni üzen ve tekrar kıtama katılıp düşmanla çarpışmama mani olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım.”
Ali Çavuş
Bir sabah yine bütün şiddetiyle başlamış olan boğazlaşma, akşama doğru birliklerimizin üstünlüğüyle devam ediyordu. Gözetleme yerinde, süngü hücumlarını heyecanla izlemekteydim. Kükremiş aslanlar gibi düşman siperlerine atılan Mehmetçiklerin “Allah Allah” nidaları ufku sarmış, vahşi bir uygarlığın gücünü temsil eden düşman zırhlarının top seslerini bile bastırır olmuştu. Arkamdan duyduğum ayak sesleri üzerine başımı çevirip, Ali Çavuş`u buldum, sararmış yüzünü “neyin var” diye sormama sebep kalmadı. Çavuşun sol kolu bileğinin dört beş parmak kadar yukarısından parçalanmış. Elinin yere düşmemesini ancak zayıf bir bağlantı önlüyordu. Çavuş cebinden çıkardığı bir çakıyı bana uzatmış ve “Şunu kesiver kumandanım” ricasıyla yardım istemekteydi. Bir teselli sözü söylemiş olmak için de “üzülme Çavuş Allah vücuduna sağlık versin” diyebildim
Ali Çavuş yere düşen eline, elsiz kalan kolunu ve akmakta olan kanına bir süre sessizce baktıktan sonra, gözlerini ateş ve duman içindeki ufka çevirdi, “ Feda olsun” dedi “vatan sağolsun”
Kolsuz Kahraman: Hasan Bayrak
1914 senesinin Temmuzunda sıcak bir gündü, Avrupa`da birinci dünya harbi başlamıştı, ben harbiye son sınıf talebesi idim. Kuleli lisesinde ve Harbiye`de hocalarımız, bize Balkan harbinin acı olduğu kadar taze de olan izlerini yerlerinde göstermek suretiyle heyecanımıza ayakta tutarlar. Seferliğin ilanını bildiren davul sesleri arasında mektebe dönmüştük. Harp hazırlığı dolaysıyla sizi kolordulara dağıtacağız. Gönüllü olarak istediğiniz bir yere varsa oraya vereceğiz. Ben hiç düşünmeden, Rus hududuna en yakın olan beşinci kolorduyu istedim, çünkü babam 93 harbinde Ruslarla dövüşmüştü. Düşman Çanakkale boğazına hücum edeceği için, İstanbul`a geldik. Hücum emri gelir gelmez, hemen oracıkta, diğer alay ve tabur subaylarıyla, yakın arkadaşlarım Faik ve Şükrü ile son defa kucaklaşıp helalleştik. Biraz sonra takım kolu halinde ateş hattına doğru yürüyüşe başladık. Ortalık kararınca daha zor oluyordu, çünkü araziyi hiç tanımıyorduk ve gündüzün de görmemiştik.
Tümen komutanımızın yakından duyulan gür sesi, bu ateş sahasına saldırmamızı emrediyordu. Çatışma çıkıp, biz ölü ve yaralılar üzerinden atlayarak saldırıyorduk. Hayli ilerlemiştik, fakat bu öldürücü ateşe eklenen karanlık arazinin yabancısı bulunuşumuz yüzünden gerideki kademlerle irtibatı kaybetmiştik. Dakikalar geçtikçe kuvvetimiz eriyordu, Seddülbahir sahiline, denize hayli yaklaşmıştık; fakat ben ve üç kişiyle kalmıştık. Sağımdaki er, geri dönmemizi teklif etti. Ben ise “düşman denize dökmek için emir aldık, arkadaşlarımızı beklemek lazım” dedim, fakat gelen yoktu. Böyle sessizce konuşurken, birden çok yakınımda bir şarapnel patladı. O anda sol tarafımı kavurucu bir sıcaklığın kapladığını hissettim. Buna rağmen hücum hızıyla birkaç adım atmıştım, sonra düşmek üzere olduğumu anladım. “ Düşman bizi yaralı yakalamasın, dönebiliriz çocuklar” dedim. Ölüyorum sanmıştım. Kelime-i şahadet getirirken kendimi kaybetmiştim. Dakikalar sonra kendime geldiğim zaman, İbrahim ve diğer iki kahramanı başımda bekler buldum. Devam eden kan kaybı dolayısıyla kulaklarıma bir uğultu, gözlerime bir sis perdesi geldi. Beni Soğanlıdere`deki ilk sıhhiye merkezine taşıdılar. Sonra hastahaneye getirilmiştim. Üç gün sonra vapurla İstanbul`a getirilip Zeynep Kamil Hastahanesine yatırıldım.
Hasan Dursun diğer gaziler gibi büyük tevazu içinde, yaptıklarını önemsemiyor, diyor ki “ Bu mukaddes toprakların müdafaasında, kader benden ancaksol kolumu aldı, diğer arkadaşlar seve seve canlarını verdiler, benimkisi onların yanında bir hiç kalır”
Harputlu Ömer Çavuş
Ömer Çavuş 13. Tümen 60. Alay 1. Taburçavuşlarındandır. Harputlu ve 33 yaşındadır. 23 Temmuz, saat 14`te kıyıya sayılmayacak kadar düşman gemileri dizilmiş. Birden ateş ve alev püsküren düşman topları, siperlerimize ölüm yağdırmaya başladı. Kudretli toplarının tesirlerine ve siperlerin yıkılmış, sığınakların çökmüş. Bu sırada alayın ikinci, üçüncü taburları da, birinci hattı pekleştirmeye gönderilmişti. İkinci tabur kumandanı bilgiler almak için emir subayını ileri gönderdi, yaklaştığı zaman Ömer Çavuş`u gördü ve kendisine sordu “Ne var ne yokÖmer Çavuş” Ömer cevabı “efendim bizim tabur subaylarından kimse kalmadı…”. Subay “ Siperler hep elinizde mi”, “ Efendim yalnız Yusuf Efendi siperlerinin üç mangalık bir kısmında düşman vardır, çünkü orda sağ erimiz yoktur” “ O kısmı bana gösterir misin?” deyince bu kahraman önüne düştü ve ilerlemeye başladılar. İlerledikten sonra Ömer Çavuş`a parmağıylagösterip “Başka yerde düşman yok, değil miÖmer Çavuş?” diye sordu. Ömer Çavuş “ Hayır efendim yoktur” . Subay “ Peki senin tertibin nasıl”. “ Sağ kalabilen şu gezdiğiniz siperlere birer ikişer nöbetçi dizdim. İngilizlerin daha ileriye gelmemesi için toplayıp artırabildiğim 25 eri de şurada toplu tutuyorum”. Subay“ artık burası emindir değil mi?” .Ömer “Allah utandırmasın” Ömer Çavuş`un bu kahramanlığı ve subaysız kalan taburunun kurtulabilen bütün erlerini emri altında toplayarak cesaret ve iyi idareyle siperleri elde tutmaya muvaffak oluşu emir subayı tarafından tabur kumandanına ve o yolla alaya bildirilmiş. Ömer Çavuş`un adı artık her yerde takdirle, saygıyla anılmaya başlanmış, göğsü kahramanlığının savaş madalyalarıyla dolmuştu.
Teğmen Mucip`in Hatıra Defterinden
Yüzbaşım, topçular sırtı üzerinde iki yerinden yaralandı. O dakikadan itibaren 27. Alay 2. Bölük kumandanı oldum. Artık ölmek ve öldürmek elle tutulacak kadar yakın erlerimiz pervasız ve kıvrak atılışlarla sırtın en elverişli yerine çabucak yerleştiler. Yüz altmış silahla düşmana ani baskın yapmaya başarmıştık. Sonra düşman cephesini düzeltip, şiddetli atışla hatlarımıza zarar vermeye başlamıştı. Dakikalar ilerledikçe mücadele ehemmiyet kazanıyordu. Tabur kumandanım yaralandı. “Sıhhiye sıhhiye” diye seslendim. Tabur kumandanı “sus” dedi, “ Askerler duymamalı”, sonra dedi ki “ size mümkün olduğu kadar süratle takviye göndermeye çalışacağım. Fakat takviye almasanız da, bulunduğunuz yerden kat`iyen geri çekilmeyeceksiniz. Geriye ancak bir haberci gönderebilirsiniz, o da hepinizin burada şerefle savaşarak şehit olduğunu bildirmek için”
Sonra hepimizin son nefese kadar savaştığını bildirecek o haberciyi de geriye göndermemize imkan olmayacak. Gece de durmak bilmeyen atışlarla geçti. Sabah 18 kaldık, bölük derin bir sessizliğe gömüldü, gözlerimden dökülen yaşları göstermemek için geriye döndüm. Bölük kumandanı olarak tabura yazacağım ilk yazı, aynen şöyleydi “ Madde 4: Bölükten dünkü muharebeye katılan 164 erden bu gün mevcut olan 35`tir. Şehit ve yaralıların miktarını tespit etmek mümkün olmamıştır”.
Taşla Saldıran Mehmet Çavuş
19. Tümen komutanı kurmay yarbay Mustafa Kemal, Seddülbahir`de çarpışmayla ilgili olarak 4 Mart 1915günü Boğaz müstahkem mevki komutanlığına şu raporu vermişti: “Düşman yedi torpidobot ve zırhlı ile saat 14.45`te Seddülbahir`i şiddetle bombardıman ettikten sonra sahile yaklaşarak bir zırhlının çanaklığından açtığı makineli tüfek ateşi desteğinde asker dolu üç büyük kayığı Seddülbahir iskelesine yanaştırıp 60 kadar erini kıyıya çıkarmıştı, nu noktaya karşı mevzi alan piyadelerimizin ve bölgedeki topların ateşi ve özellikle 9. Tümen 27. Alay 10. Bölük çavuşlarından Mustafa oğlu Mehmet`in komutasında olarak Seddülbahirkalesinde bulunan bir takım süngü hücumuyla püskürülmüştür. Adı geçen çavuş, tüfek mekanizmasının işlememesi üzerine taşla emrindekilere örnek olacak şekilde düşmana saldırmış, kendisi de başından ve sol memesinden yaralanmıştır. Bu çavuşun uygun bir şekilde taltifini istirham ederim.”