Küresel dünyanın oyun kurucuları, Türkiye siyaseti ve cemaatleri bir bütün olarak, bir üçgen gibi ele almazsak, kuş bakışı hepsini birden görmezsek yapılan hamleleri anlayamayız.
Bir kere şu tespiti yapmakta fayda var;
Türkiye NATO’ya girdikten sonra artık Türkiye’nin kendisine has bir derin devleti olmadı.
Türkiye’nin derin devleti NATO’ydu.
Artık Türk ordusu “bizim çocuklarımız”, MİT, CIA’nin şubesi oldu o zamanlar.
Üniversite yönetimleri ve öğretim üyeleri batı kültürüyle yetişmiş elemanlardı.
Basın onlar tarafında finanse ediliyor, onların emrindeydi.
STK’lar onlar tarafından kurulmuştu.
Para dünyası zaten onların kontrolündeydi. Onların büyüttüğü iş adamları söz sahibiydi.
Önemli noktalardaki devlet adamları onlara sonuna kadar bağlı insanlardı.
Hiçbir hükümet muktedir olmuyordu. Olamazdı.( E. Fuller, İslamsız Dünya)
Derin devletin bize ait olmadığını anlamak adına zamanın idarecilerinden birkaç zevatın sözlerini aktarmakta fayda vardır:
MAH Başkanı olan Salih Korur şunları söylemişti: "Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) ekonomik olarak birçok ülkeye bağımlıdır. Devletin ajanlarına, Amerikan istihbarat servisinin İstanbul'daki bir şefi doğrudan emir veriyor. Naci Peker 1950 yılında Milli Emniyet'in ilk hizmet başkanıdır. Kendisine verilen paralar, bizim kendisine verdiğimiz bir para değildir. Yani hükümetten, Milli Emniyet'e verilmiş bir para değildir. Milli Emniyet'in diğer devletlerle olan münasebeti vardır. Başta Amerikalılar, sonra İngilizler, sonra Fransızlar. Bunlardan hizmet mukabili bir miktar alınır."
M. Fuat Doğu (1962-1972 Mit Müsteşarı): "Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum."
İhsan Sabri Çağlayangil (Demirel Hükümetlerinin Dış İşleri Bakanı): "Türkiye'de CIA'nın adamı olursunuz, ona çalışırsınız ama bundan haberiniz olmaz. İktidarlar Amerika ile 1946'da çizilen çizginin dışına çıktığında Türkiye'de hep darbeler olmuştur."
Böylesine abluka altına alınmış bir Türkiye’de, böylesine önemli bir Türkiye’de, bu kadar başlarını ağartmış Nur hareketini başıboş bırakacak kadar hovarda olmayan küresel güçler yüzyıllardır yaptıkları gibi uzun vadeli planlar ve projeler üretmeye başlayacaklardı.
Tabiki bu manada düşünen her akıl Türkiye’yi masaya yatırdığında ellerindeki en büyük güç karşılarında ki güç olacaktır. O güç de Risale-i Nur cemaatidir.
Bediüzzamansız kalan Nur Cemaati mercek altına alındı.
Önce ülkenin bütün önemli isimlerini Sivas’ta topladılar.
Ve bu olaya “Sivas Kampı” dendi.
Hepsi tek tek değerlendirilip işlerine yarayacak adam aradılar.
İhanet edecek kimseyi bulamayınca başka bir yol denediler.
Bu arada bütün karakterler incelenmiş, kimlere ne şekilde yaklaşılacağı hesaplanmıştır.
İlk etapta bu cemaatin başka dini guruplarla asla bir araya gelmemesi için oyunlar tezgâhlanacaktı.
Mesela Mehmet Kayalar Adana’ya her uğradığında Süleymancılar kendisini ziyaret eder, derselere iştirak ederlerdi.
Zira Süleyman Efendi vefat etmeden önce son defa bütün cemaatini toplayıp; "Ben gittikten sonra Said Nursi’yi takip edin” demişti. (Mehmet Kayalar. S,126 Nesil yayınları)
Dersten sonra aşirleri Süleymancılar okuyordu.
Bir süre sonra kayalar abinin olmadığı bir zaman Süleymancılara: “Biz Risale-i Nur okuyoruz aşir okumanıza gerek yok bir Fatiha yeter” deyince bir daha Süleymancılar derslere uğramadılar.
Aynı dönemde “Zaman tarikat zamanı değil hakikat zamanıdır” sözünün yanlış anlatılıp dile getirilmesi sonucu bütün tarikat mensupları cemaatten çekilmeye başladı.
Ve en nihayet siyaseten bütün cemmatin Adalet Partisi'ne monte edlimesiyle siyasal islam mensuplarının öfkesi kazanıldı.
Bu iddiaları Bediüzzaman’ın vefatından sonra cemaatın büründüğü karaktere bakıp yaşadığı sürece bakarak söylüyorum.
Zira yukarda da belirtmeye çalıştığım gibi Bediüzaman hazretlerinin İslama hizmet etmeye çalışan bütün guruplara karşı gösterdiği ilgi ve alakayı, ondan sonra cemaatın göstermemesi farklı bir kulvara girdiğini ve bu girişin ancak bir manuplasyonla olabileceğini düşünüyorum.
60'tan önce Bediüzzaman’ın varlığıyla Nur hizmeti öylesine zirve yapmıştı ki devlet nezdinde ve kamuoyunda bütün islamı yaşayanlar “Nurcu” olarak tellaki ediliyordu.
Her gurubun her hareketi Nurculuğa mal ediliyordu.
Bediüzzaman da ona göre hareket ediyor herkesi şefkatle kucaklıyordu.
Aslında olması gereken de oydu.
Çünkü Bediüzzaman, "Risale-i Nur dava değildir. Dava içinde burhandır” diyordu.
Öyle ise dava Kur’andır.
Dava; İslamiyettir.
Dava;sünneti seniyeyi ihya etmektir.
Öyle ise bu manada kim hareket ederse Risale-i Nur’a düşman olmadığı sürece Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un şahsı manevisinin himmeti altındadır.
Öyle ise “Hak yalnız benim mesleğim değildir” düsturu geçerlidir.
Öyle ise "dünyadaki bütün müsbet İslami gelişmeler bizim malımızdır onlara sahip çıkmalıyız."
Ve işte 60 ihtilalinden sonra bu düsturlar yavaş yavaş terkedildi.
Yavaş yavaş cemaat tecrit edildi.
Aslında oyun çok büyüktü.
Çığ gibi büyüyen bir islam alemi karınca gibi çoğalan müslümanlar vardı.
Bütün islam alemi sömürge altına alınmış, Türkiye gibi lider ülkeler hadım edilmiş batıya bağlanmıştı. Lakin önünü alamadıkları bir çoğalma vardı.
Ayrıca biz bilmiyorduık ama bilenler biliyordu ki Türkiye islam aleminin hala halifesiydi.
Diğer tüm islam ülkelerinin halkları hala Osmanlıyı Türkiye'de arıyordu.
Bütün algı oparasyonlarına rağmen, Türk idarecilerin katıksız onların emrine amade olmalarına rağmen büyük bir tehlike onları bekliyordu.
Eğer önü alınmazsa Bediüzzaman’ın dediği gibi bu gidişle insanlık fevc fevc islama girecekti.
Dev uyutulmuştu ama ölmemişti.
Öldürmek için büyük uğraş gerekecekti.
Bir saniye bile boş durmadılar.
Onlar uğraştıkça beklenmedik iki gelişme oluyordu.
Birincisi insanlık tekamül ediyordu.
Genel manada insanlık geldikleri noktada arayış içine girmişti.
Ya yok olacak ya da insaniyeti kübra olan islamiyete girecekti.
Diğer gelişme en baştan beri Kur’an’ın kendi başına kendi icazını göstermesiydi.
Kur’an bütün bilim dünyasında tesirini gösteriyordu.
Buna da öncülük yapan Risale-i Nurdu.
Eğer Türkiye ve Türkiye içindeki Risale-i Nur elde edilirse bütün islam alemi tamamen avuçlarına girecekti.
En güçlü ülke Türkiye …
En güçlü akım Risale-i Nurdur…
Devam edecek...