Fuarın ilk günü küçük bir açılış seremonisi ardından geçilen kokteylin konuları yayıncılık sorunları başta olmak üzere, yeni trendler, yazarlar, bestseller, Nobel tartışmaları.. standart konuşmalar.. standart sonuçlar..
Sıkıntı içinde standlar arasında geziniyorum. Renk cümbüşü altında, kitap kokuları karışmış, gereksiz parfüm çeşitlemeleri.. büyük afişler, popstar muamelesi gören şairler, profilden çekilmiş resimler..
Bir anda ışıklar sönüyor, ekran donuyor. Kutsal kitap standının önündeyim. Çeşitli dilde İnciller, misyonerlik yayınları.. Bir çift mavi gözün içindeyim. Benim mavi gözüm, alışageldiği gibi, o bir çift gözü alıp yeşile, bağlara, tepelere, oradan beyazın zirvesine atmak istiyor; onun mavi gözleri ise, maviden dalıp, derine, daha maviye, iç maviye, en içe mavinin beyaz dibine kadar çekiyor. Dupduru bir yüzü, küt kesilmiş kumral saçları, pembenin en sade hali dudakları, selvileri kıskandıracak düzgün duruşuyla tutup gözlerimden mavinin derinliklerine sürüklediğinde önce bulantı, ardından acı bir yanma hissi, nefessiz kalıp bayılma..
ardından hissizlik, ölüm ne denirse artık..
mahkumuyum.
Donuyor..sadece mavi, bir ruhun ilk görüntüsüyle karşı karşıyayım..donuk, bir beyazın son örtüsü..
o da kalkarsa...
kalbin son mahalline girerse..
İsmi Dunja..ondokuz yaşında..oxford’da okuyor..ilk gelişi..babası ekonomi profesörü..annesi bir gönüllü.. Bana bir kitap uzatıyor, hemen reddediyorum.
Hala geri dönemiyorum..
ölümden dönmek zor..
hala kaskatı mavinin içinde sürükleniyorum.
Geri çekiliyorum, korkuyorum, çok istiyorum. Uzaklara bakarken beni de götürüyor..hayalinin ucuna bağlanmış savruluyorum.
Buraya her şey dışarıdan getirildi diyor, Dunja, fuar için, suyu hayat, demiri inşa için, süsü sanat, sözü zevk, kitabı akıl için getirdik.
Hangi kitabı diyorum, aptalca, yok hayır istemem.
Kapıyı çalın, size açılacaktır.
Dunja da diğerlerinden farksızdı başta. Her şey dışarıdan taşındı, cennetten..
fuar için geldi.
Güzelliği Havva taşıdı, aklı Adem. Suyu dağlar, yağmuru bulutlar, denizi dereler, maviyi Dunja’nın gözleri taşıdı. Yeşili benim gözlerim getirdi. Başta Dunja da çıplaktı, bizim gibi. Sonra dağlar getirildi, giydirildi.
Dunja o kadar süslüsün ki, her gün üzerine takılmış süslerle baharlar, kışlar, güneşte pişen nar gibi yemişler..kardan kristaller..camdan keseler..
Okumalısınız diyor Dunja..eğer yalnız sizi sevenleri severseniz ne ödülünüz olur.
İnanmak gözleri kör etmemeli, kulakları sağır etmemelidir.
Teşekkür ederim, diyorum, ayrılıyorum.
Kokteyl de sona ermiş. Yetkililerin öncülüğünde kısa bir fuar turu daha atıyoruz. Birkaç konuk şair ve yazarla kısa konuşmalar, gülüşmeler, imzalar, sevgili dostuma.. Uzaktan tekrar gözüme yapışıyor Dunja..hala aynı tavır, aynı duruş.
Dunja içinde bir dünya, dünya içinde bir tek Dunja. Aklım, ruhum mavinin boğumunda hala kulaklarımdan uğultuları duyuluyor..okyanus sesi..
Uzaktan gülümsüyor, bir buzul daha kırılıyor, başka bir yol daha açılıyor.
Buraya gelen her şey tekrar cennete taşınıyor. Dunja’nın diğerlerinden farkı bu.. yoksa Dunja da diğer kardeşleri gibi aynı ana babadan, aynı kandan..aynı yerden kopup geldik hepimiz. Dunja’ya cennet boşalıyor her gün.
Biz yalnızca kısa bir gösteri için geldik diyor, Dunja, her şey aslında çok daha karmaşıktır.
Gözleriyle bir ışık yolluyor..ne mutlu yaslı olanlara..onlar teselli edileceklerdir. Ne mutlu yüreği temiz olanlara..onlar tanrıyı göreceklerdir.
Fuar boşalıyor ve yalnız kalıyoruz, Dunja, standı toparlamaya başlıyor. Işıklar kapanıyor. Kapılardan aceleyle geçip dışarıda soluklanıyoruz.
Yemeğe çıkmayı teklif ediyorum. Kabul ediyor.
Yüksek bir dağın üstündeyiz. Aşağısı derin.. vadiler arasından binaların, yolların, parkların ve araçların hareketli ışıklarını seyrediyoruz. Dunja, kollarını yana doğru olanca düzgün şekliyle açıyor, bana bakıp gülümsüyor, pembe dudakları ıslanıyor.
Bakmayan gülemez.
Önümüzde koca bir figür olarak duran yarımay, karşı tepelerin ince, flu mavisi, tüm gün boğulduğum mavinin yoğun hissi, Dunja, beyaz elbisesiyle rüzgarın savurduğu saçlarıyla saf sütü andıran tanrı sözü gibi, her gece yeniden açılan göğün yeniden yükselen bakire yüzü..
İsrafil’in heykeli gecenin katlarında sarılı..
Şah’ın gözleri diyorum Dunja, o sırrı çözdü, tüm gece seyretti.
Bir anda değişiveriyor, anlatsana diyor, mavinin boğulduğum en dibinde, beyazın dönüştüğü gözbebeklerinde görüyor.. Şah’ı..
ben kurtuluyorum, Dunja salıveriyor beni..
gözbebeklerinde bir şebnem beliriyor, parlıyor. Dunja tutuluyor şimdi.
Akarsu kıyısına dikilmiş ağaca benzer diyor sevinçle, meyvesini hep zamanında verir, evet evet diyor yaprakları hiç solmaz,
Şah’ın elinden tutsağım diyor, tasarrufu her yerdedir O’nun diyorum.
Dunja, sevinçten kendini bırakacak oluyor boşluğa, şehrin ortasına, ışıklı renklere, tutuyorum arkasından.. kokusunu duyuyorum..
yağmurun kokusu..
çocuk kokusu gibidir, ikisi de gökten yeni inmiştir, toprağa henüz değmiştir..Dunja’yı bir çocuk gibi içime çekiyorum.
Rabden tek dileğim onu seyretmektir.
Şah’ın sesi Dunja’nın kulaklarına doluyor..diyor ki; yalnız bir’e yönel!
Dunja yığılıp kalıyor, heyecanla yüzüne dokunuyorum, bağırıyorum, gözlerini açmaya çalışıyorum. Sevgilim! ne olur uyan diye yalvarıyorum.
Kaskatı kesiliyor. İçi boş bir kütük gibi kalıyor. Bir boğulma anı gibi, bir yanık, bir acı karışımı gözlerinden fırlıyor. Dudakları aralanıyor. Sadece mırıldanıyor:
Yüzümü ara dedin, işte yüzünü arıyorum.
Dunja, daha fazla kalamıyor. Evine gitmek istiyor. Ertesi gün, güneşin kapıya bıraktığı yeni bir dünyaya uyanıyorum. Dunja, gülümseyen yüzüyle kapıda beni bekliyor.