-Mehmet Kırkıncı Hoca’ya ithaf-
Nereye gidiyorsun Ziya Gökalp? Şurada Ahmet Vefik Paşa’ya uğrayacağım, sonra birlikte Necib Asım’a gideceğiz, onlarla birşeyler konuşacak, sonra bir muhterem Zat’ı ziyaret edeceğiz.
Ziya Gökalp o gece ünlü Türkçü Vefik Paşa’nın hayatını okumuştu, onun hizmetlerini yad etmişti ama son günlerde basında çıkan bir olay onu derinden etkilemişti bu yüzden bu sabık zatlarla konuştu.
Vefik Paşa, Türkçülük hareketinin öncülerinden. İki defa Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı) yaptı. Bursa valiliği sırasında bu kentte bir tiyatro yaptırmakla ün kazanmış ve ismi Bursa ile özdeşleşmiştir.
3 Temmuz 1823'de İstanbul'da doğdu. Hariciye Nezareti memurlarından Ruhittin Efendi'nin oğludur. 1831 yılında İstanbul'da başladığı eğitimini, babasının görevi nedeniyle gittiği Paris'te Saint Louis Lisesi'nde tamamladı. Paris'te bulunduğu süre içinde Fransızca'yı anadili gibi öğrendi ve 1837'de yurda döndüğünde tercüme odasında çalıştı. 1840'da elçilik katibi göreviyle Londra'ya gitti ve İngilizce öğrendi.
Sırbistan, İzmir, Eflak ve Boğdan'da görev yaptıktan sonra 1842'de İstanbul'a döndüğünde başmütercim olarak tercüme odasında görev aldı ve Devlet Salnamesi (Yıllığı) hazırlanmasında görevlendirildi. İlerleyen yıllarda çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Tahran'a elçi olarak atanarak Fars dilini ve İran tarihinin kökenlerini öğrendi. Elçilik binalarına bayrak asma adetini getiren, Tahran'da elçi iken elçilik binasını Osmanlı Devleti toprağı olarak ilan edip bayrak çektiren Ahmet Vefik Paşa olmuştur.
1857'de kısa bir süre için Adalet Bakanlığı görevine getirildi. 1860'ta Paris büyükelçisi, 1861'de Bursa'da Evkaf Nazırı oldu. Halkın şikayetleri üzerine Bursa'daki görevinden alınarak yıllarca resmi bir görev verilmedi, bu süre içinde Türk tarih ve edebiyatına yeni eserler ve tercümeler kazandırdı. 1872'de birinci defa olarak Maarif Nazırı oldu ama 1873'de görevden alındı. Kısa bir süre Edirne Valiliği yaptı. 1878'de tekrar Maarif Nazırı, daha sonra da Başvekil oldu ama görevden alındı. 1879-1882 yılları arasında Bursa valisi olarak görev yaptı, tekrar başvekil atandı ama 3 gün sonra görevden alındı. Ölümüne kadar Rumelihisarı'ndaki evinde ilmi ve edebi çalışmalar yaptı. 2 Nisan 1891'de İstanbul'da ölmüştür, mezarı Rumelihisarı mezarlığındadır.
İlk Türkçe sözlüklerden biri olan Lehçe-i Osmani'yi hazırlayan, Türk tarihinin Osmanlı ile başlamadığını gündeme getiren ve savunan Ahmet Vefik Paşa, bazılarına göre Osmanlı Türkleri'nin ilk Türkçüsüdür. Fezleke-i Tarih-i Osmani (Kısa Osmanlı Tarihi) ve Hikmet-i Tarih (Tarih Felsefesi) adlı tarih eserleri vardır. Şecere-i Türki isimli eseri Çağatay Türkçesi'nden Osmanlı Türkçesi'ne çevirmiştir.
Bursa valiliği sırasında bugün kendi adıyla anılan bir tiyatro yaptırdı. Moliere'in 16 eserini uyarladı, Victor Hugo ve Voltaire'in eserlerini tercüme etti.
Ahmet Vefik Paşa, tiyatroda, Tomas Fasulyacıyan Kumpanyasına kendi tercüme ve adaptasyonlarını oynattırır, her gün provalara gider, bir rejisör gibi oyunla ilgilenir ve memurları oyunu izlemeye mecbur tutardı. Bu tür hareketleri yüzünden tuhaf bir adam olarak tanındı.
Vefik Paşa! Şu anda dünyanın birçok yerinde eserleri okunan Bediüzzaman Said-i Nursi diye bir adam var, Türkçü değil ama bütün islam ve Türk coğrafyasında eserleri okunuyor üstelik değişime ve dejenereye uğramamış bir lisan ile eserleri okunuyor. Büyük kurgu, ve roman nitelikli özellikle dialoglardan oluşan eserleri bütün dünyada büyük ilgi ile okunuyor.
Biliyormusun ne olmuş Rusya’da onun Türkçe eserleri okunuyor, Rus idaresi Türkçenin yaygınlaşması ve idealize edilmesini sağlayan o eserleri okumayı yasaklamak istiyor. Mahkeme kurmuş, sen ne dersin? "Vallahi ne diyeyim, helal olsun o Bediüzzman’a bizim yapamadığımızı yapmış. Biz Türkçülük yaptık ama arkasından eserlerimizi İslam ve özellikle Türk coğrafyasında okutamadık." Peki Ziya bu adam nerede doğmuş? Bitlis’te. Yani Kürt mü? Evet ama öyle Kürtlük için Kürtçülük için kalem oynatmamış hedefi Türklerle Kürtlerin bir coğrafyasada kavgasız, dövüşsüz yaşamasını sağlamak. Hiç uydurukça olmayan bir dil kullanmış, etkileyici. İsmet İnönü onu ziyarete giden bir dostuna "dikkat et çok etkileyicidir" diyor.
Vefik Paşa, "Necip Asım’ı bu gece okudum onun Türkçülük faaliyetlerini takib ettim. Ama Bediüzzaman’ı anlattıktan sonra, kıskandım doğrusu. Ne Necip, ne ben, ne de sen Ziya, bu adamın yaptığını yapamadık. Türkü, Kürdü, Türk dünyasındaki Türkleri, hatta Alman, İngiliz, Rus daha nicelerini Türkçe ile hem dine hem kültüre hem de Türkçeye bağlıyor. Bravo bu adama hepimiz ona minnettarız, haydi şimdi onu ziyarete gidiyoruz."
Geldiler, kabrin arkasındaki geniş dünyada onu buldular, kevser denizinin kenarında oturuyor ve kitap mütalaa ediyor. "Selamünaleyküm Osmanlı, Türk ve bütün ümmeti Muhammedin ve hatta diğer milletlerin eserlerini okuduğu kardaş. Seni kadim Türkçüler ve yaşayan Türkçüler ve ülkücüler adına tebrike geldik. Duyduk ki eserlerin Türkçe olarak Rus ülkelerinde yayılmasından Rus idaresi rahatsızmış. Mahkeme ile Türkce eserlerinin okunmasını yasak edecekmiş."
Konuşmaya başladı Bediüzzaman, “güneş balçıkla sıvanmaz, musırrım, sabitim ta can verince halka hizmette fedakarın namı kalır kalbi-i millette demiş selefim Namık Kemal. Ben bütün Türkçülerin yapamadığını yaptım. Dilin bozulmayan, eskimeyen kısmını eserlerimde kullandım. Ben bin yıl İslamın bayraktarlığını yapan bir millete hizmeti ve onları Cenab-ı Alllah ve Cenab-ı Muhammed’in şefkat kucağında buluşturmak için çırpındım, sürüldüm, sürgün edildim ama ümmeti Muhammede ve onların nurani önderliğini yapmış Türk milletine ve islam ümmetine çalıştım. Ne yaparlarsa yapsınlar, Allah’ın nurunu söndüremezler. Benim üdaba arkadaşlarım hoş geldiniz, hepimiz bu coğrafyanın saadetine çalşıyoruz. Namık Kemal gibi diyorum;
Ne mümkün zulm ile bidad ile imhayı hürriyet
Çalış idraki kaldır muntedirsen ademiyetten."
Sonra Necip Asım’a uğradılar. Necip Asım "biz çok şey yazdık, Ziya, Vefik Paşa, Nihal Atsız ama bu Bediüzzaman kadar eserlerimiz okunmadı. Ne garip bir sihriyyet var bu şahsın eserlerinde. Bizim gibi Türkçü değil ama bizim yapamadığımızı yapıyor, okunuyor, okutuyor. Türkçülük yapıyorum demiyor ama doğunun, güneyin köylerinde bile azıcık Türkçesi ile insanlar bu eserleri okuyor. Kainatın, insanın anlamını Allah’ı tanımayı öğreniyorlar. Geçen biri hikaye etti. Batman'da bir adam varmış askerde Türkçe bile bilmiyormuş Bediüzzaman’ı okumuş ve Türkçe öğrenmiş. Şimdi seksen yaşına rağmen onun eserlerini memleketinde yaymaya ve okumaya çalışıyor."
Memleketim Erzurum’un Olur kasabasında Balcı Mehmet Abi vardı, devlet adamı gibi konuşurdu. Dile öyle vakıftı ki bir doçent seviyesinde cümleleri çözerdi. Vefik Paşa, Necip Asım, Nihal Atsız birbirinin yüzüne acib bir tahayyürle baktılar, "ne güzel olsun, madem Türkçeyi hem de dini öğretiyor ona minnettarız evet minnettarız" dediler.
Necip Asım, 1911 yılında Türk milliyetçiliği alanında kurulan ilk dernek olan Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı ve bu derneğin başkanlığına getirildi. Mehmet Arif Bey ile birlikte yürüttüğü Osmanlı tarihi ile ilgili çalışmalarını bu derneğin tüzel kişiliği altında yürütmeye başladı. Derneğin kimi üyeleri ile birlikte 1915 yılında kurulan Âsâr-ı İslamiye ve Milliye Tetkik Encümeni’ne katıldı. Osmanlılık düşüncesinin iyice yerleşmiş olduğu Abdülhamid devrinde Türkçü ve Türkçeci olarak belirmiş olan en güçlü düşünce adamlarımızdandır. O günlerde Türkçeciler grubunda Ahmet Mithat Efendi ve Şemsettin Sami ile birlikte yer almıştır.
Bütün bu büyük Türkçüler Bediüzzaman’ı hayırla yadettiler, Bediüzzaman’ın eserleri nereye girmişse orada tavattun etmiştir.
Takdir-i hüda kuvve-i bazu ile dönmez
Bir şema ki mevla yaka üflemekle sönmez
Sonra İstiklal Marşının ilk dörtlüğünü yani korkmamayı telkin eden kısmını okudular. Bediüzzaman da onlara el salladı.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Marş yazılırken henüz savaştaydık, bu yüzden Akif orduya hitab ediyor, sonra da millete hitap ediyor. Korkma kelimesi bizim dini ve tarihi kültürümüzde önemli bir yere sahip. Peygamberimiz (asm) Hz. Ebubekir ile mağarada gizlendiklerinde Kureyş mağaranın önüne gelir, örümcekler kalın bir perde örmüşlerdir, güvercinler de üzerinde yuva yapmıştır. İçeri girmek isterlerse de birisi "bak şu ağa Muhammed doğmadan önce örülmüştür, hem şu kuşlara bak, ne kadar eminler." Mağarada Hz. Ebubekir endişelenir, Peygamberimiz (asm) "innallaha maana, korkma Allah bizimle beraberdir" der. Ve oradan kurtulurlar. Hz. Ali vahiy menşeli duası olan Celcelutiyesinde, dolaylı olarak kendisine “latehaf” korkma denir ve o da hayatı boyu korkma nedir bilmez. Bunun örnekleri çok. Akif bu tarihi hadiselere de gönderme yaparak ordumuzu ve halkımızı "korkmaya gerek yok Allah bizimle" demiştir. Evet tarih boyunca daima iyilik yapmış, iyilerden yana olmuş, cihana ilmi ve fazileti öğretmiş bir milletiz. Bu yüzden kötü bir muamele ile karşılaşmak eşyanın tabiatına aykırıdır.
Allah, Hz. Musa’ya “Ya Musa latehaf” Ya Musa Korkma, diye hitab eder firavunla olan mücadelesinde. Akif dini benden kat kat üstün bilen bir adam. Bu korkma hitabını söylerken bu kelimenin nerelerde kullanıldığını biliyordu. İstiklal Marşı yıllardır açıklanır, bu sahanın duayenleri bir gün bu dini ve milli metni bu tarihi realitelere göre izah etmediler. Din ve millet aynı metinde bunlar ayrı şeyler değil. Sanki ayrı şeymiş gibi milleti biri savunur, biri dini, yok böyle şey bunlar ayrı olduğu için bu ayrılıklar doğru.
Birinci dörtlükte Akif millete olan güveni anlatır, bu şafaklarda yüzen al sancak yine yüzecektir. Hatta ülkede bir tek yanan, tüten ocak bile kalsa o tek insan o bayrağı dalgalandıracak iradeye ve güce sahiptir. Bu millete olan güvendir. O kadar maziden gelen bir sahiplik kelimesi ile hitab eder ki, o benim milletimin yıldızıdır parlayacak. Tekrar iki defa o benimdir, o benimdir, burada üç kere benimdir demesi güçlülüğü ifade ediyor, milletin gücünü ifade ediyor. “Milletimidir ancak” derken burada ancak kelimesi tahsis yani yalnız bize aittir demektir.
***
Bu tarihi ve kozmik, fiktif fantezi sona erdi, Türkçenin zaferi Risale-i Nurlar her yerde yayılacaktır. Hiç kimse endişe etmesin… Milliyetçilik, bu vatanın her yerinde, Türk dünyasında bu büyük eserlerin yayılmasına çalışmaktır. Bak o zaman ne kadar harika büyüyecek ve geleşeceğiz. Elinde okutacak eseri olmayan bir düşünce zavallıdır.
Birden Kevser suyunun etrafından Akif geldi, arkadaşlarla konuştu, "Bediüzzaman’ı ben Darül Hikmetten tanırım, orada çok derinlikli ilim, felsefe ve din konuşurdu. Onun eserlerinin böyle dünyada neşrini ibretle seyrediyorum."
Girmezse bir millete tefrika düşman giremez
Toplu vurdukça yürekle onu top sindiremez
Bediüzzaman bu büyük işinden dolayı herkes tarafından alkışlanması gerekirken onu fındık kabuğunu doldurmayan mülahazalarla yorumlamak insaf değildir. Herkes gelsin bu eserleri dağıtsın hem millet Türkçe öğrensin hem de imanını ve dinini, Allah’a kul olsun Muhammed’e ümmet. Faaliyetlerinin yanında grup halinde okumak olan tek adam Bediüzzaman’dır.
Risalelere düşman olanlar kimler
Rus mahkemelerinin bilirkişi olarak özellikle ateist, materyalist, komünist, İslam karşıtı kişileri ataması süreci daha sıkıntılı bir şekle soktu. Zira bilirkişi olarak atanan kişiler tamamen ön yargılı davranmakta, objektiflikten uzak raporlar hazırlamakta, muhtevasına dair hiçbir incelemeye gerek duymadan kendi düşüncelerine göre yorum yapmaktaydılar.
Rusya Mahkemeleri tarafından Risale-i Nur Külliyatı’nın yasaklanmasının ardından tek suçu bu kitapları okumak olan pek çok Nur talebesi “ekstremist” suçlamasıyla tutuklandı.