Mahlûkat taifelerinden en sevdiğim taife olan kuşlardan birinin fotoğrafını Facebook ta bir kardeşin profilinde görünce, hem de böyle sırılsıklam bir halde önce rikkatime dokundu. Fakat hemen ardından Merhamet edenlerin en Merhametlisi olan Rabbimizin hikmetlerindendir, onların her mevsime dayanıklı libaslar giydirilmesi düşüncesiyle nazarım aydınlandı. Fotoğrafın altına daha bir gün önce yine ekmek attığım kuşları izlerken aklımdan geçen şu yorumu yaptım: “en sevdiğim varlıklar:)nerdeyse hergün ekmek atıyorum kuşlara, onları seyrederken aldığım lezzeti dünyalara değişmem. Rızıklarına yaklaşmaları, etrafı kollamaları. Bazen diyorum ki helal haram demeden herşeyi mideye indiren insanoğluna şu kuşçuklardan ne dersler çıkarılır. Sonra ben çoğu artık diye attığım ekmek parçalarını yemelerini izlerken bu kadar zevk alıyorsam; Mün'imi Hakiki kullarının şükederek rızıklanmasından nasıl (teşbihte hata olmasın) memnuniyet duyuyordur...”
Memnuniyet kelimesini yazarken tereddüt etmiştim acaba doğru bir ifade mi? Zira Cenab-ı Hakk’ı tavsif edecek ne bir fiil ne bir sıfat ne de o yerine koyamadığım kelimeyi anlatacak durum,masivanın sınırlı duygu ve fiilleriyle ölçülemezdi. Saat gece yarısını epey geçmişti, bilgisayarı kapatmak için hazırlanırken masaüstünde açık olan bir araştırma dosyası vardı, yine Risale-i Nur külliyatından bilgilerin toplandığı bu tarama dosyasına uyumadan evvel biraz daha bakmak istedim. Yaklaşık 130 sayfanın arasında dolaşırken karşıma Otuzuncu Lem’adan alınmış yarım bir paragraf çıktı. Aman Allah’ım az önce fotoğrafa yorum yapacakken bulamadığım tarifleri anlatıyordu. Hemen Lem’alardan sayfanın tamamına baktım.
Kâinattaki hayretnümâ faaliyet-i daimenin hikmetinin üçüncü şubesi şudur ki: Herbir merhamet sahibi, başkasını memnun etmekten mesrur olur. Herbir şefkat sahibi, başkasını mesrur etmekten memnun olur. Herbir muhabbet sahibi, sevindirmeye lâyık mahlûkları sevindirmekle sevinir. Herbir âlicenap zat, başkasını mes’ut etmekle lezzet alır. Herbir âdil zat, ihkak-ı hak etmek ve müstehaklara ceza vermekte hukuk sahiplerini minnettar etmekle keyiflenir. Hüner sahibi herbirsan’atkâr, san’atını teşhir etmekle ve san’atının tasavvur ettiği tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder.”
Bu düsturların herbiri bir kaide-i esasiyedir diye başlayan bölüm, Rububiyet kaidesinin yeryüzünde nasıl tezahür ettiğini de şu şekilde anlatıyordu:
“Nasıl ki, mesela gayet merhametli, sehâvetli, gayet kerîm, âlicenap bir zat, fıtratındaki âliseciyelerin muktezasıyla, büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir insanları bindirip, gayet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla o muhtaç fakirleri memnun ederek, denizlerde, arzın etrafında gezdirir. Ve kendisi de, onların üstünde, onları mesrurânetemâşâ ederek, o muhtaçların minnettarlıklarından lezzet alır ve onların telezzüzlerindenmesrur olur ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder.
Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir insan, böyle cüz’î bir ziyafet vermekten bu derece memnun ve mesrur olursa, elbette bütün hayvanları ve insanları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i Rahmânî olan küre-i arz gemisine bindirerek, rû-yi zemini, envâ-ı mat’umatla ve bütün duyguların ezvak ve erzâkıyla doldurulmuş bir sofra-i Rabbâniye şeklinde onlara açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnettar ve mesrurmahlûkatını aktâr-ı kâinatta seyahat ettirmekle ve bu dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle beraber, dâr-ı bekàda, Cennetlerinden herbirini ziyafet-i daime için birer sofra yapan Zât-ı Hayy-ı Kayyûma ait olarak, o mahlûkatın teşekkürlerinden ve minnettarlıklarından ve mesruriyetlerinden ve sevinçlerinden gelen ve tabirinde âciz olduğumuz ve mezun olmadığımız şuûnât-ı İlâhiyeyi “memnuniyet-i mukaddese,” “iftihar-ı kudsî” ve “lezzet-i mukaddese” gibi isimlerle işaret edilen maânî-i rububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemâdihallâkıyeti iktiza eder.”
Bir gece yarısı ami, tembel, nefsine mübtela, enesinin peşinde sürüklenen, ne kendini, ne Rabbini tanımaktan, tarif etmekten aciz bir kulunun en ufak bir hacetini gideren Rabb-i Rahim; şükürler olsun ki bu asrın evladının imanını kurtarmayı hedef ittihaz etmiş Said bir kulunun eliyle suallerine cevap gönderiyordu. Son dönemlerde yapılan sadeleştirme tartışmalarına son noktayı koyan Üstadımızın varisleri olan Ağabeylerimizin sözleri üzerine söz söylemek hiçbirimizin haddi değil. Ben henüz emekleyen bir talebe olarak kendi nakıs aklımca şu kısa ibretlik hikâyemden anlarım ki, bu ifadelerin yerine konacak yeni kelimelerimiz yokmuş !!!