Bugün isterseniz bir düşman gözüyle Risale-i Nur’a ve Nur hizmetlerine bakalım.
Ehli zındıka gözüyle…
Ehli felsefe gözüyle…
Ve düşman ehli siyaset gözüyle…
Belki de İblis komutasındaki komiteler gözüyle…
Daha önce bir hali nazara vermek gerekir:
Artık kıyamet yaklaşmıştır. Ahir zamanın da ahirini yaşıyoruz.
Ve iblisin aldığı misyonun da sonuna gelinmiştir.
Artık binyılların birikmiş tecrübesiyle insanlığı uçuruma itmesi gerekiyor.
Yani, son darbe yaklaşmıştır.
Hani; “Ben insanları yoldan çıkartacağım. Bunlar senin değer verdiğin kadar önemli mahlûklar değildir” deyip Allah’la iddiaya girmişti ya.
Onun için bütün hızıyla ve bütün telaşıyla insanlığı zıvanadan çıkartmak istiyor.
Şimdi insanlığın geldiği noktaya baktığınızda böyle bir keyfiyetin sürdüğünü görebilirsiniz.
Giyim kuşamdan tutun hal ve etvara kadar bir sürü değişim gözükmektedir.
Erkek kadın, kadın erkek olma eğiliminde.
Bilerek veya bilmeyerek biseksüel karakterler çoğalmaya başladı.
Bu eğilim 1500 yıl önce Resulullah’ın (asm) uyarısına artık kulak asmamaya başlanması sonucu ortaya çıktı.
Zira Resulullah, “çocuklarınızı cinsiyetlerine göre giyindirin” buyurmuştu.
Bu uyarı nazara alınmayınca, "Çocuktur” deyip 10 yaşına kadar aynı elbiseler giydirildi.
Sonra büyüdükçe sınırlar ortadan kalktı.
Sonra karma eğitimle devam etti.
Sonra buna yönelik elbiseler üretildi, çizgi flimlerle, sinemayla pekiştirildi.
Sonra rolmodel insanlar, idol insanlar ve kahramanlar değişti.
Şimdi metropollerde sokak ortasında gezen insanlara baktığınızda kimin hangi cinsiyetten olduğunu anlamaktan zorluk çeker hale geldik.
Tabi bu arada evlerde çocuk yerine evcil hayvanlar, kediler, köpekler yer aldı.
Ve “Ahlak” değişti.
Şu an gelinen noktada insan hayvan çiftleşmesinde ortaya çıkacak yeni türlerden bahsediliyor.
Evet, iblis görevini son hızla yapmaktadır.
Şimdi siz söyleyin;
Bu değişimler kendiliğinden mi oldu, yoksa gerçekten kasti ve sinsi bir irade sonucu mu oldu?
Bu anlatmaya çalıştığım sadece bireysel sosyo-psikolojik değişimlerdir.
Peki devletler nezdinde gelinen nokta nasıldır?
Dünyayı idare eden bütün süper güçlerde büyük bir telaş göze çarpmaktadır.
Öyle ki çağımızın ilerisinde bir moderniteye sahip oldukları halde, âdeta cenneti aratmayacak bir konfor ve rahatın zirvesinde oldukları halde, bir açgözlülük, bir korku ve kaybetme endişesi yaşanıyor.
İlahi tevekkülü kaybetmiş olan insanlık, yüzyıllar sonrasının telaşına düşmüş, yaşadıkları güzellikleri işkence haline getirmişlerdir.
Yani hiçbir güç sahibi rahat değil…
Rahat olmayınca dünyayı ateşe vermeye başladılar.
Bütün kıtalarda savaş başladı…
Dünya kan gölüne dönmüş vaziyette.
Vicdanlar kömürleşmiş, insanlık buza dönmüştür.
Aslında zahiren baktığınızda insanlık tarihinin en büyük cehaletini yaşıyor.
Modern cehalet…
Zira bunlar Allah’ın Adetullah kanunlarını öğrendikçe Allah’tan uzaklaştılar.
“Biz kendimiz yönetiriz” deyip itikatlarınca “Tanrı”yı öldürdüler.
Cenab-ı Hak da adeta bunlara bir fırsat verdi.
Belki de bir noktada ilahi adaleti kıyamete havale edip, “Haydi bakalım ‘Tanrısız’ yaşayın” deyip farklı hikmetlere binaen önlerini açtı.
İşte yaklaşık iki yüzyıl içinde geldikleri nokta kıyamettir.
Nitekim onlar da kıyametin geldiğini anladıkları için, Dünyanın dışındaki hayatları aramaya başladılar.
Sanki Allah’ın mülkünden başka mülk varmış da oraya kaçacaklar…
Çağın fotoğrafını çok kısa bir şekilde özetlemeye çalıştıktan sonra şu yargıya varabiliriz sanırım;
Bir hal ve bir keyfiyet söz konusudur…
İnsanlık buraya kendiliğinden gelmedi.
İblis bu hali ta baştan beri hedefledi.
Cinni ve insi ordular kurup kimisine ikbal ve güç kimisine zenginlik, kimisine sınırsız haz telkinleriyle hilkatı zorlamaya başladı.
Aslında bu yerküremiz henüz daha gençken, insanlığın ilk gelişme safhalarında böylesi çığırdan çıkan kavimler helakla sonuçlanmıştı.
Peki ya bu çağ?
Kahhar-I Zülcelal bütün zamanların bütün günahları yanında henüz isim konulmamış günahları bir anda kusan bu çağa ya kıyamet cezası verecek yahut da Kur’an’i bir fetih yaşatacak.
Öyle ki bu konuda Resulullah (asm) "Yarım gün olsa da Kur’an hükmünü icra edecektir” diye bir müjdesi var.
Öyle ise farklı bir fetih insanlığı bekliyor.
Kalp gözü açık olanlar bu fethi geçen asrın son çeyreğinde bekliyordu.
Zira insanlığın geçirmiş olduğu evrelere baktığımızda; kominizim ve kapitalizmden sonra tekâmül kanununa tabi olan insanlık, mükemmeli bulma yolunda, insaniyet-i Kübra olan İslamiyet’e girmesi gerekiyordu.
Çünkü kominizim çökmüş, kapitalizm vahşileşmişti.
Dünyanın her tarafında İslamiyet’e giriş başlayacakken, İslamiyet’e terör bulaştırdılar.
Dış dünyada İslam terörle yad edilirken içerde ise iki önemli akımın önünü kesmenin planları yapıldı.
Çünkü var olan düzeni bozacak, şeytanı ve avanelerini yenecek yegane güç olan Kur’an çağa iki meyve bırakmıştı.
İhvan-ı Müslimin ve Risale-i Nur.
İhvanı kontrol etmek kolaydı.
Zira onlar siyaset yolunu tercih etmişlerdi.
Çağın siyaseti ise ehli zındıkanın elindeydi. Onların sahasıydı. Ve onların sahasında onları yenmek imkânsızdı.
Nitekim İhvan başaramadı. (En azında şimdiye kadar.)
Peki ya Risale-i Nur?
Risale-i Nur kendi ligini kurmuş kendi sahasında oynuyordu.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hiçbir zaman sayıca üstün olmanın derdine düşmedi.
"İki kişi bir araya gelip okuyun, sadece okuyun. Sayımızın artması, muvaffak olmak bizim işimiz değil. O kahhar-ı Zülcelal’in işidir. Sadece İhlasınızı muhafaza edin. Zira bir parça ihlas bu davamızı ispat eder.”
Ve hiçbir zaman Nur talebesinin sayısı bilinmedi.
Bilinmediği için İslamiyet’i yaşayan herkese Nurcu dendi.
Bu da komiteleri çileden çıkartıyordu.
Karşılarındaki gücü bir türlü tartamıyorlardı.
Ta ki Bediüzzaman Hazretleri vefat edene kadar.
Bediüzzaman Hazretleri vefat edince işlerinin kolaylaştığını sandılar.
Önce abilerin arasını bozdular, böldüler, siyasal islamla düşman ettiler ve içeriye adam soktular.
Ama ne gariptir ki böldükçe daha da çoğaldılar.
Tabi çoğaldıkça daha çok toplumsal uyanış gerçekleşiyordu.
Baktılar olmayacak dünyevileştirmeye çalıştılar.
Yer yer iktidarın gücünü Nurcuların ayaklarına serdiler.
Potansiyeli olanların kimisini belediyelerde kimisini üniversitelere de toplayıp istihdam ettiler.
Lakin tek tük kişisel çürümeler dışında yine çoğalmaya başladılar.
Bu sefer tahrif etmenin planlarını yaptılar.
Onun için FETÖ’yü büyüttüler. Öyle büyüttüler ki Nur cemaatlerin bütün söz hakkını eline alacak seviyeye getirip hepsini gölgede bıraktılar.
İlk hedef kitaplardı.
Sadeleştirip içini boşaltıp manevi sihrini bozmayı hedeflediler.
İkincisi ise cemaatin şahs-ı manevisini ve bu şahsı manevinin en büyük temsilcileri olan Üstadın has talebelerinin şahsını nazarlarda çürütme planları yaptılar.
Zira Bediüzzaman Hazretleri talebelerine (Bayram Yüksel abinin anlattığı gibi) en az 20 defa Kur’an’a el bastırıp, tarif ettiği şekli ile dershanelerin açılıp derslerin devam etmesini istemişti.
Dolayısıyla bu abilerin tesiri olduğu sürece Nurcular darbe yemeyeceklerdi.
Kitapların tahrif süreci 15 Temmuz'la yerin dibine battı.
Lakin cemaatin ve abilerin şahsı manevilerinin tahrifi projesi ise hala sürüyor.
Bakalım sonu nereye varacak?