Sordum Sarı Çiçeğe, Sizde Aşk Nereye Düşer Diye
Kutluların yolu gâh çileden, gâh çiçekten geçer. Bu yol ezelde başlamış, ebede kadar gider. Yolun mebde (başlangıç) ve müntehası (son noktası) Hz. Mustafa’dır (sav). Miraç yolculuğunda Burak’ın terinden sarı gül, Cebrail’in terinden beyaz gül ve Efendimizin (sav) terinden de kırmızı gül meydana gelmiştir. Yunus Emre bu yolculuğun bereketini “çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir” diyerek özetler. Evet, gülün rengi aşk şehitlerinin kanından, kokusu Efendimizin (sav) soyundandır. O gün bu gündür gül Efendimizi (sav) temsil eder. O gün bu gündür gül koklamak sevap bilinir. Gül denilince, gülyağı ve gülsuyu ikram edilince salavat getirilir.
Allah dilerse ağyarı (düşman) yar, dikeni gül eder. Dilerse dikenli yollarda güller açtırır. Tarih içinde gönül dostları gül-ü Muhammedi’nin (sav) kokusunu koklayarak kemale ermişler, ruhlarının miracına varmışlardır. Sa’dî Şîrâzî bu gül dostlarındadır. Gülün yurdu gülistandır. Şîrâzî Gülistan isimli eserinin dibacesinde gül-ü Muhammedi’ye (sav) selam gönderir.
“Bir gün, dostlarımdan biri bana hamamda, eskiden sabun yerine kullanılan bir kil, bir çamur parçası verdi. Kile ‘Misk misin yahut anber misin? Gönlümü büyüleyen kokundan âdeta mest oldum.’ dedim. Kil ‘Ben, kıymetsiz bir kil parçası idim. Fakat bir müddet gülle beraber bulundum ve onun güzel kokusu bana sindi, içime işledi. Arkadaşımın güzel huyu, güzel kokusu bende iz bıraktı. Yoksa ben, yine değersiz bir toprak parçasıyım’ dedi.”
Evet, gülün yanında kalan gül kokar, dikenin yanında kalan herkese batar. Onlar gül-ü Muhammedi’nin (sav) dostlarıydılar. Dikenli hallerinin olmaması, her daim ezeli baharı hatırlatan kokularının buralara kadar gelmesi bundandır.
Sarıgülün çağrısı
Çiçeğin kokusu, arının balı, insan olan insanın duası, şairin mısraı vardır. Bizde şair ile derviş, çiçek ile şiir kardeştir. Çiçek hakikate açılan penceredir. Ne var ki çoğu kere “alaca dağlarda sarıçiçek açar, kimse duymaz sabaha kadar.” Bir çiçeğin sırrına eren kendinin, dünyanın, Rabbinin farkına varır, erenlerden olur. Yunus Emre’yi erenliğe yükselten bir garip sarıçiçek değil midir… Sevgilim yok ki çiçeği neyleyeyim, diyorsun, deme. Yeri geliyor bir çiçek insanı irşat ediyor, şeyhi oluyor, ebedi aşkı tattırıyor.
Gülün rüyası: Mevlana
Mevlana Belh şehrinde dünyaya gelir. Küçük yaşta ailesiyle Nişâbur’a hicret eder. O günlerde rüyasında nur yüzlü bir pîrin, kendisine altı dallı gülfidanı verdiğini görür. Uyanır. Rüyasını babasına anlatır. Babası hâl ve kitap ehlidir. Evladındaki ışığı görür. “Altı dallı gül, senin altı ciltlik bir kitap yazacağına işarettir.” O gün orada Borges’in “Nişâburlu Attar bir güle baktı sessiz sözcükler söyleyerek” diye kendisine iltifat ettiği Ferîdüddin-i Attâr da vardır. Pir “Altı dallı güle kavuşuncaya kadar bu kitapla meşgul olursun.” diyerek Esrârnâme kitabını verir. O an rüya vuzuha kavuşur. Evet, rüyada gül veren Pir, Attâr’dan başkası değildir. Mevlana yıllarca Attâr’ın gülden rahlesinde ders aldıktan sonra Konya’yı menzil tutar. Tohumunu taşıdığı Attâr’ı hayatı boyunca saygıyla anar. Konya bozkırlarında rüyasını temize çekerek altı ciltlik güldestesi Mesnevî’sini yazar.
Gül Baba
Gül Baba Anadolu bahçesinde açan bir güldür. Sarığına gül sarar, gül-ü Muhammedi’nin (sav) nam-ı celilini yaymak için Rumeli içlerine akar. Vazifesini yaptıktan sonra Macaristan’ın Budin şehrinde toprağa çekilir. Kanuni’nin de içinde bulunduğu yüzbin kişi güllerle Güllerin Efendisine (sav) uğurlar. Güllerle bezenmiş bahçe içinde, kurşun örtülü bir kubbede gül-ü Muhammedi (sav) kokuları içinde yatar. Asırlarca gül kokusu Budin’den ta Barla’ya kadar ağar. Gül sesi Tuna’dan Bursa’ya kadar dörtnala koşar.
Gülün yurdu: Gülistan
Arapça “kesir” “çok” demektir. Balıkesir “balı çok” kökünden gelmiştir. Osmanlı döneminde gül-ü Muhammedi’nin (sav) kokusunu yaymak için Balıkesir ve civarından gül sevdalısı bal gözlü birçok insan arılar gibi Rumeli’ye göç eder. İhtimal ki İbrahim Ümmi Sinan’ın ataları bunlardandır. Ümmi Sinan, Rumeli’nin Gülikesir (gülü çok) kasabasında dünyaya gelir. Güllerin Efendisinin (sav) seccadesinde gülü koklar. Oradan kendine yepyeni bir dünya inşa eder. Hafızalarımıza gül gibi nakşedilen şiirini o seccade kaleme alır.
Seyrimde Bir Şehre Vardım
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultânımın tâcı tahtı
Bağı duvarı güldür gül
Gülden değirmeni döner
Onun ile gül öğünür
Akar suyu, döner çarkı
Bendi pınarı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül
Al gül ile kırmızı gül
Çift yetişmiş bir bahçede
Bakışırlar hâre karşı
Hârıezhârı güldür gül
Toprağı güldür taşı gül
Kurusu güldür yaşı gül
Has bahçesinin içinde
Serv ü çınarı güldür gül
Gülden kurulmuş bir çadır
İçinde nimeti hazır
Kapıcısı İlyas Hızır
Nânı şarabı güldür gül
Ümmî Sinan gel vasfeyle
Gül ile bülbülün derdini
Yine bu garip bülbülün
Âh u figânı güldür gül
Gülün tuttuğu defter
Gonca gülün, kadın erkeğin cüzüdür. Cüz olmadan küll olmaz, cüzlüğünü idrak edemeyen küll yani kul olmaz.
Gül defterdir, goncaları sayfadır. O defterde gül gibi yaşayanlar gizlidir. Yapraklara satır satır aşk yazılır.
Aşk ateştir. İbrahim (as) ateşe atılınca ateş gül kesilir. İnsan olan insan aşka düşünce gül kesilir.
Gül gelin gibi kat kattır. Narindir, elden ele dolaşmaz. Bakirdir, namahrem dokunamaz.
Gülün ömrü kısadır, hazanı yakındır. Gülün ömrü bahar, bülbülün ömrü gül soluncaya kadardır. Bir güldür dünya, göz açıp kapayıncaya kadar solar.
Güz olmasa gülün dikeni görünmez. Güz de Allah’ın mevsimidir; ne kadar diken varsa gösterir. Güz gelmeseydi gülü goncadan ibaret sanacak, bağlandıkça bağlanacaktın. Yüzü gül, gönlü diken olanları gerçek dost sanacaktın.
Toprak olmasa güller yeşermez, sular depreşmez, hayvanlar üremez. Toprak gibi ayaklar altına alındığını düşünüyor, üzülüyorsun. Üzülme, toprağın kaderinde bu da vardır. Hepimize Said gibi toprak olmak lazımdır. Toprak olalım ki üzerimizde Rabbini zikreden çiçekler açsın, gül-ü Muhammedi (sav) aşkıyla çocuklar koşsun.