(Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan yazı)
Var oluş gayesini anlama ve “kendini tanıma” ihtiyacı duyduğunda, Mehmet Nuri Güleç, meslekten “fırıncı” bir ailenin on sekiz yaş eşiğinde çocuğu idi. Yaşıyla beraber büyüyen soru ve şüpheleri vardı. İnançla ilgili sorularına Risale-i Nur’dan aldığı cevaplarla gençliğinin baharında adeta yeni bir hayata doğuyordu. Yeni dünyasına girmek için yaptığı ilk iş, çalışacağı fırının duvarına astığı ceketini alarak baba mesleğini bırakmak oldu.
Mehmet Fırıncı’nın, genç yaşta “iman hizmetine” girişini yadırgayanlar, onu koruma adına diyorlardı ki, “Sen kendini hiç düşünmüyor musun? Hapis ve tehlikelerle dolu bir yolda, işsiz güçsüz senin sonun ne olacak?” Soruya verdiği istihza yüklü cevapta, “en kötüsü Dar-ül Aceze’dir” diyor; derin bir tevekkülle imanı için dünyalık bütün köprüleri yıktığını gösteriyordu.
Mehmet Nuri Güleç (1929-2020) iman derslerinin kazandırdığı mü’min feraseti ve insani meziyetleriyle kısa sürede temayüz etti. Asıl isminden ziyade, baba mesleğinden gelen “Fırıncı” mahlasıyla tanındı. Annesi onu dershaneye görmeye geldiğinde, herkesin tanıdığı sıfatıyla “Fırıncı abi burada mı” diye arıyordu. Mezar taşı bile onu, “herkesin Fırıncı abi”si olarak tanıtıyor.
“Fırıncı abi” Peygamber (asm) buyruğu olan “İnsanlığa faydalı olma” heyecanını doksan yaşında bile kaybetmedi. Her dem zinde hafızasından, bir o kadar bilgi ve tecrübesinden son anına kadar herkes istifade etti ve ettik. İman hizmetine adanmış bu değerden, onu tanıyan yerli-yabancı, çocuk, genç, yaşlı herkes onun tevazu, feragat ve nezaketinden insanlık dersi aldılar. “Güzel ahlakı” yaşantısıyla talim eden saygın bir bilge gibi yaşadı. Asra dayanan ömründe, imana hizmetin kendisine isabet eden yükünü teslim ve rıza ile hakkını vererek taşıdı.
“Fırıncı abi”, sadece tecrübesiyle maruf bir halk bilgesi değildi. Belki ondan da ötede bir “Hak” bilgesi idi. Fikir ve irfan meclislerinde izzetli bir tevazu ile bu bilgeliğin hakkını layıkıyla verdi. Hak ve halk bilgeliğini şahsında cem etmiş nadir kanaat önderlerinden birisi olarak, güzel seda ve hatıralarla hayata veda etti.
“Fırıncı abi” insani değerlerde fani olmuş fıtri bir mizaca sahipti. Bulunduğu meclise birisi gelse, yerini vermeye çalışır, çocuk gelse yer gösterir, toplu taşımada bir bayanı ayakta görse, ileri yaşına rağmen yüksünmeden kalkar yerini verir. Birisi kitap mı istedi, hemen göndermek onun işi idi. Bir hastaya ilaç mı yetişecek, onun derdiydi. Ayakkabı giyilen bir yerde, kendi ayakkabısının düzeltilmesine meydan vermez, fakat kendi ayakkabısını giyerken, sizin ayakkabınızı el çabukluğuyla düzeltirdi. Kendi ayakkabım üzerinde de bu utancı bir–iki defa yaşadım. Tekrarına meydan vermemek için tedbirimi almak zorunda kaldım. Adeta hal dersiyle tebliğde bulunuyordu. Onun bu halleri basit jestler değildi. Aksine beşerin had safhada yokluğunu çektiği, hayata anlam ve değer katan, gönül alıcı, ibret yüklü insaniyet dersleri idi.
Merhum Mehmet Fırıncı, hastalık başta olmak üzere, başı dara girenlerin aklına gelen ilk isimdi. Başvuranın işini kendi işi gibi sahiplenirdi. Onun bu halini bilenler, yurt içi veya yurt dışından tedavi konusunda aradıklarında, “siz, en iyisi İstanbul’a gelin, o işi burada daha iyi yaptırırız” diyerek davet eder, hastayı, gerekirse hava alanından bizzat alır hastaneye götürürdü.
Bir muhtacın, hatta bir dilencinin talebine bile ilgisiz kalmayan merhum Fırıncı, ülke meseleleriyle de yakından ilgiliydi. Milli ve manevi meselelerin kurmay seviyede takipçisi idi. Yaşadığı dönem, hem kitabi boyutlarıyla hem de olayların müşahidi sıfatıyla ilgi ve bilgi alanında idi. Dünyayı, Türkiye’yi ve hizmetini ilgilendiren olayların, ne zaman, nerede, niçin, nasıl ve kiminle yaşandığı konusunda sahih bilgilere sahipti. Bir hizmet toplantısı yapılacağı zaman merhum Zübeyir Gündüzalp’in “toplantıda Fırıncı mutlaka bulunsun, hadiselere tarih düşürmek gerekirse, ona başvururuz” sözü, onun bilgi ve hafızasına olan güvenin göstergesiydi.
Bulunduğu meclislerde dini, fikri, sosyal ve siyasi konularda bir şeyler söylemesi gerektiğinde hep delilli konuşurdu. Afaki izahlara hiç girmezdi. Gerçeği en uygun lisan ve edeple ifade ederdi. Gerek fikrî konularda gerekse güncel ve sosyal olaylar hakkında konuştuğu zaman, ilk öğretim tahsiline rağmen, konuşulan konuda kaynaklara referans verecek kadar donanımlı idi. Risalelerle ilgili derslerde bulunan muhatapları, onu ilgiyle dinler ve yeni bilgiler öğrenmenin memnuniyetiyle tekrar görüşme sözü alarak vedalaşırlardı.
“Hapis ve tehlikelerle dolu bu yolda senin sonun ne olacak” diyenlerin merak ettiği “son”, 2020 Eylül’ün son günlerinde geldi. Doksan iki yaşın yıpranmışlığıyla kalp yetmezliği yaşayan “Fırıncı ağabey” 3 Ekim günü son nefesini verdi. Acınacak değil, imrenilecek bir sonu yaşıyordu. Musallaya konduğunda son namazını, “Diyanet İşleri Başkanı” kıldırıyordu. Kabri ise, İstanbul’un manevi Fatihi Eyüp Sultan Hazretlerinin kabrine yirmi metre mesafedeki “hazirede” idi. Türkiye’nin, hemen hemen bütün cemaat ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin ve binlerce seveninin rahmet dualarıyla “Beka” yolculuğuna uğurlandı. Ruhuna binler rahmet ve selam olsun…
Merhum “Fırıncı abi” ile ilgili bazı düşünce ve hatıraları, mümkün mertebe kronolojik bir sıra içinde ana başlıklarıyla takdime çalışacağım.
(Devam edecek)