Bu yazının kaleme alınma sebebi, İsmail Berk Beyin Risale Haber’de yer alan “Hastalar Risalesi Üzerine” başlıklı 2 Kasım tarihli yazısında yaptığı “hasta-hastalık-Hastalar Risalesi veya bu üçünden birisi üzerinden yaşadıklarınızı paylaşın” davetine 18 Ekim’de Safra Kesesi ameliyatı olmam nedeniyle icabet etme gereğidir.
Ameliyat öncesindeki ruh halimden başlamak isterim. Van’daki Medresetüzzehra Sempozyumundan Pazar günü dönmüş, Çarşamba günü hastaneye yatmıştım. Sempozyum hazırlıkları ve yoğunlaşma nedeniyle ameliyatı düşünme fırsatım pek olmamıştı. Sempozyumun bereketi, nuru ve feyzi ile kısmi bir manevi sarhoşluk halinin üzerimdeki etkisi devam ediyordu. Ameliyatın zahir-batın hayır ve güzelliklere vesile olacağı duygusu gönlüme o kadar yoğun geliyordu ki, aklımın risk ve tehlikelere ilişkin hatırlatmaları pek itibar görmüyordu.
Van’daki sempozyumu izleyen hafta sonu İstanbul’da Hastalar Risalesi Çalıştayı yapılacaktı; Risale Akademinin birçok etkinliğine katılıyordum, buna da eş zamanlı hasta olarak uzaktan katılacaktım, ayrıca Çalıştaya katılacak arkadaşlardan hayır dualarını talep ettim, güzel bir tesadüf (tevafuk manası dahil) olmuştu.
Hastaneye yatış işlemlerini yaptırdığımızda 3. kat 63. bölümde yatacaksın dediklerinde bu sayıların çağrıştırdıkları oldu.
Risale Akademideki Münazarat Akşamları ve sempozyumlar ile yeniden seyri sülüka girdiğimi hissediyordum. 3. kat, bu manevi yolculuktaki safhaları temsil ediyordu sanki. Acaba narkozu yedikten sonra bedenin endişe ve sınırlarından kurtulan ruh, miraç yapabilir miydi? Buna hazır ve layık olmadığım aklıma geldikçe hiç olmazsa 79 ahlaki zemimeden (kötü huy, alışkanlık) bazıları ilahi bir lütuf olarak ahlaki hamide (iyi huya) dönüşür müydü? 79’dan 40’ının güzel, iyi huya döndüğünde yönetimin ruha geçtiğini, beşerin insan olduğunu işitmiştim bir sohbette. Kırklara karışmanın bir manası da bu olsa gerekti…
63 nolu bölüm de doğrudan Peygamber Efendimizi (asm) hatırlatmıştı. Herşey çok güzel akıyordu. İki kişilik odada oda arkadaşım Isparta’da Sosyoloji bölümünde okuyan Iğdırlı bir Kürt delikanlısı olan Mustafa idi. Onunla Bediüzzaman Said Nursi’den, Mardin ve Van’da gündeme gelen konuları konuşma, bir şekliyle saha çalışması yapma imkanı olmuştu. Şakird değil ama muhiptim, Türk ve ülkücü, aynı zamanda Halidiydim; dine çok yakın olmayan Kürtlerle bile o kadar çok ortak noktamız, fikir birliğimiz vardı ki, “Türk-Kürt, Milliyet, İslamiyet ve İnsaniyette Altın Oran” başlıklı ilk yazı denememin sınaması olmuştu bu arkadaşlık. Ameliyattan sonra geçmiş olsun telefonu açan Mustafa Akça kardeşimden de yazının Risale Haber’de çıktığı haberini aldım.
Ameliyat öncesinde ise Nakşi-Halidi Mürşidi Abdurrahim Reyhan Erzincani’nin sohbetini (her nefes alış-verişinde çıkan “HE-HU” sesinin aynı zamanda Allah’ın gaybiyetteki görünmeyen zatına mahsus olan ismi olduğunu, her canlının her nefes alış-verişinde Allah’ın gaybiyetteki görünmeyen ZAT’ının ismini zikrettiği hususu) ve Bediüzzaman Said Nursi’nin Hüve Nüktesindeki açıklamalarını (“HU”nun ifade edilişinde ve uyandırdığı hissiyattaki delilde, Allah’ın birliğini gösteren parıltılar bulunduğu, manası ve işareti itibariyle oldukça nurlu bir şekilde Allah’ın birliğinin her bir şeyde görünmesine ve Allah’ın birliğinin delili olması sebepleriyle “HU” (O) zamirinin Allah’a işaret etmesi; havadaki bütün zerrelerin dahi bu ZATi zikrin içinde olması, yaratılmış olan her şeyin, hava ve havadaki zerreler de dahil olmak üzere, Allah’ı en özel ismiyle sürekli olarak anmaları hususları) düşünüyordum.
Her nefes alış-verişte sadece “HU” denmemekte, aynı zamanda “HU” diyen zerreler hava/nefes olarak alınmaktaydı. İnsanı yaratarak ruh üfleyen Allah, aslında her nefeste yaratılışı, can verişi tekrarlamaktaydı. Bunun farkında olmaya, “HAVA”nın “HU” olduğu idrakini unutmamaya, her nefeste ALLAH ile beraber olarak O’nun gaybiyetteki ZATi ismini duymaya çalışıyordum. Bu şekildeki her nefes bir zikir ve ibadet oluyor, RUH sanki bayram ediyordu. Yoğun ve uzun süreli yaşadığım bu duygu ve düşünceler ile Bayram sabahını bekler gibiydim.
Bu arada Doç.Dr.Ahmet Yıldız’ın Van’daki konuşmasındaki bir ifade de sıkça aklıma geliyordu “bir şeyin ya bizatihi kendisi ya da sonucu güzeldir.”
Yapılan tahlil ve analizlerinden sonra gece yarısı serum takıldı ve Perşembe sabahı ilk ameliyat serisine dahil olmak üzere sedye ile ameliyathaneye girdik. Ama ne giriş, sanki havaalanında piste giren uçaklar gibi birçok sedyedeki hastalar sürekli virajlardan, köşelerden dönüyorduk, uçuşa geçecektik ya! Doğrudan ameliyat yapılacak odalara almıyorlardı hastaları, ameliyat yapılacak odaların yanında, koridorda sedyede yatarak bekliyorduk. 23 nolu odanın yanına bıraktılar, akla Kur’an-ı Kerimin Peygamberimize aktarılışına ilişkin süre gelince tatlı bir tebessüm oldu. 63 nolu bölümden 23 nolu ameliyat odasına girecektik.
Koridorda beklerken nefes alış-verişteki hatırlamadan biraz da utandım, geniş zamanda bu kadar hatırlıyor muydum da şimdi zor zamanda böyleydi ama insanlığın olmasa da beşeriyetin icabı gibiydi bu durum.
Koridor, ölümden sonraki hesaptan önce arasatta bekleyiş gibiydi!
Narkozun etkisiyle ne olduğunu da hatırlamıyorum, ama nasıl vücudumdaki hastalıklı ve zararlı parçalardan (safra kesesindeki taşlar dağılarak safra kesesinin çevresindeki yerlere de yapışmış) kurtuldu isem gönül ve akıl aleminde de bazı duygu ve düşüncelerden kaynaklanan olumsuzlukların da bir kısmından arınmış olmayı arzuluyorum.
Ayılma odasında bir bebeğin sesini duyunca insan, kendi halini unutup merhamet tavrına bürünüyor.
Akşam vakti yürümeye başlamam gerekiyordu. Yanıma bir hasta bakıcı geldi, adı Nusret (Allah’ın yardımı) imiş, bana destek oldu, refakat etti, birlikte yürümeye başladık. Bayındır’da oturan Nusret Bey hastaları imar etmek için sanki Hastalar Risalesini hediye ediyordu, biz de nasibimizi aldık. Allah’ın yardımı ve işareti Bediüzzaman Said Nursi’nin Hastalar Risalesi olarak geliyordu. Risale Akademiden arayan arkadaşlar geçmiş olsun demek için aradıklarında ziyarete gelemedikleri için üzüntülerini belirttiklerinde onlara onları temsilen Nusret Beyin geldiğini ve Hastalar Risalesini hediye ettiğini söylüyordum. Gerçekte ne Nusret Bey Risale Akademidekileri ne de onlar Nusret beyi tanıyordu!
Evdeki nekahet döneminde televizyon izlerken bir TV kanalında Hindistan’da Bedayun’da doğmuş bir Evliyaullah olan Ceştiye büyüklerinden Nizameddin Evliya’nın hayatına denk geldim. “Bir sarhoş pişmanlıkla tevbe etse cennete girer, bir başkası gurur ve kibir ile ibadet ve zikir etse cehenneme gider” manasına gelen sözünü duyunca Hastalar Risalesinde vurgulanan ve hastalığın insana verdiği acziyet ile bir nimete ve şifaya dönüşmesinin, acziyete düşüren günahlar için de geçerli olabileceğini düşündüm.
Allahu alem, acze düşüren hastalık gibi acze ve tevbeye düşüren günah da varlığa ve kibre sürükleyen sağlık gibi hayır ve sevapdan, netice itibariyle daha hayırlıdır.