İnsanoğlu diğer pek çok özelliği yanında, kâinatta an be an sergilenen “sebep-sonuç bağı” gerçekliğine muhatap yeteneklerle de yaratılmış bir eserdir. Ve bu yetenekleri dolayısıyla kendisinden beklenen şey ise, “hiç bir fiilin sebepsiz, işleyensiz, failsiz olamayacağı” şeklinde özetlenebilecek bazı hakikatleri ‘okuyarak’, kâinatın Hâkim’ini, Hâlık’ını tanıması ve O’na iman ve itaat etmesidir tam olarak.
Ne var ki, “bir harfin dahi kâtipsiz-yazansız olamayacağı” gerçeğini sorgulanamaz bir hakikat olarak makul gören insan şuuru, sıra sonsuz ciltlere sahip bir şahesere (kâinata) geldiğinde ise, kimi zaman böyle bir eserin ‘Kâtibinden’ gaflete düşebilmektedir ne yazık ki.
Hatta gafletten de öte, sonsuz ciltlere sahip bu eseri her daim gördüğü/bildiği halde, bu eserin Kâtibini –aynı zamanda en derin bir çelişkiye de imza atmış olarak- inkar edebilmektedir de!.
İşte bu haliyle de aynı insan, beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla hiçbir şeyde hakiki nezafetsizlik ve çirkinliğin görünmediği (1) şu kâinattaki galaksiler arası düzen ve bağlılıktan tutun da, zerrelerin birbirleriyle gösterdikleri o muazzam uyuma dek uzanan geniş bir düzlemi inkâr etmiş ve yeri-göğü kaplayan o muhteşem düzeni fâilsiz, sebepsiz addetmiş de olmaktadır.
Oysa inkârcıların düştükleri bu “şuursuzluk” hatası, dikkatleri tam da göklerdeki ve kâinattaki düzenliliğe yönlendiren şu Âyet-i Kerîme’deki davetin işaret ettiği üzere, tamamen aciz bir halin ifadesidir hakikatte:
“O Allah ki, yedi kat gökleri uyum içinde yaratmıştır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü çevir de bak, bir çatlak görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir ve bak! Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin bir halde sana dönecektir.” (2)
Bununla birlikte, Risale-i Nur’un ilgili metinlerinde defaatle değinilen izahlardan biri olarak ‘fâil-fiil, sanatkar-sanat, isimlendirilen-isim, tavsif edilen-sıfat’ vb. arasındaki mevcut “zorunlu bağı” gözler önüne seren bu hakikat,(3) Haşir Risalesindeki şu kısa hüküm cümlesinde de “kesin ve mantıkî bir kaide” olarak şöylece ilan edilmiştir:
"Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?”(4)
O halde ‘ustasız bir iğneyi’, ‘katipsiz bir harfi’ ya da ‘sanatkarsız bir sanatı’ iddia etmekten bile daha fena bir şuursuzluk olan ‘nihayet derecede muntazam şu memleketin hâkimsiz olabileceği’ divaneliğine karşı, Rabbimizin “Vâcib-ül Vücud” olduğu hakikatini bize bir köyün muhtarsız olamayacağı (Rububiyet hakikati, İntizam delili) ve bir iğnenin ustasız, sahipsiz ya da bir harfin katipsiz olamayacağını (Saniiyet, Halıkiyet, Malikiyet hakikatleri ve Hûdus delili..) hatırlatarak izah ve ispat eden bu ‘basit cümleye’ (ve parçası olduğu metne) “dikkat!” diyelim.
Zira inkârcıların iddialarının özeti, çoğu zaman ‘bir iğnenin ustasız olabileceğini’ iddia etmektir sadece!
___________________________
- Lem’alar, Envâr Neşr., İst.1986, s.310.
- Mülk S., 67/3-4.
- “Fâilsiz bir fiil ve müsemmasız bir isim mümkün olmadığı gibi; mevsufsuz bir sıfat, san'atkârsız bir san'at dahi mümkün değildir.” Asa-yı Musa, Envâr Neşriyat, İst.2007, s.139.
- Sözler, Envâr Neşr., İst.1996, s.49.