Nur Okur
Bir doğumla başlayan hikayemiz... Hepimizin kendi hikayesine kahraman olduğu, adına da dünya denilen öyle bir yere gelmiştik ama gitmek için. Nurlarda diyor ya "Giden gelmez, gelen gider." (Sözler, s. 53) diye. Bir kitapta şöyle güzel bir ifade geçiyordu: "Her geliş bir gidiş içindir. Her doğum bir ölüm için." (Fatih Duman, Ene, s. 241) Hiçbir geliş kolay olmadı, hayatımız gibi. Yavaş yavaş yaşamaya başlamıştık, kim olduğumuzu bilmeden, nereye geldiğimizi idrak edemeden. Bir geliş amacımız vardı bu dünyaya. Kur'ân-ı Kerîm'de meâlen "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki takvâya eresiniz!" (Bakara Sûresi, 21. Âyet-i Kerîme Meâli) buyuruluyor. Biz insanlar Rabbimize kulluk ederek takvâya erebiliriz. Bir başka âyet-i kerîme meâlinde de Rabbimiz şöyle buyuruyor: "(Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım!" (Zâriyât Sûresi, 56. Âyet-i Kerîme Meâli)
Bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde Nurlar'da Âyetü'l-Kübrâ eserinde şu ifade geçmektedir: "İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat'ı tanımak ve O'na iman edip ibadet etmektir." (Şualar, s. 100) Burada da gördüğümüz üzere bizim bu dünyaya gönderilmemizin hikmeti ve gayesi asılda 3 şeydir. 1- Kâinatı yaratan Cenâb-ı Hakk'ı (cc) tanımak. 2- Cenâb-ı Hakk'a (cc) iman etmek. 3- Cenâb-ı Hakk'a (cc) ibadet etmektir. Nitekim önce tanırız, sonra iman ederiz ve ardından da O Rabbimize ibadet etmektir. Bunu anlayıp idrak etmeyi Rabbim bizlere nasip eylesin.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî Hazretleri'nin haykırdığı gibi:
”Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzad olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.” (Tahirü'l-Mevlevi, Mesnevî Dibacesi, s. 81)
Kulluk, yaratılışımızdaki en büyük nedendir. Bizde kulluğumuzun farkında olup, hayatımızı o yönde yaşamayı bilmeliyiz. Bu kulluk yolunda bazı şeylerin farkına varamasak da hep mutlu olacağımızı, her üzüntümüzde çöküşler yaşayacağımızı düşünsek de Hz. Ömer'in (ra) şu sözü aklımızdan çıkmamalıdır: "Başıma bir iş geldiğinde üç şeyden dolayı sevinirim. Birincisi, demek Allah beni unutmamış, benimle halen ticaret yapıyor. İkincisi, bundan daha şiddetlisi başıma gelebilirdi. Üçüncüsü, her bela ve musibetten sonra bir rahmet gelir. Demek ki arkası bundan hayırlı olacak." (M. Emin Yıldırım, Aile Ahlâkı, s. 26) Her yaşadığımız imtihanın arkasında bir hayır olduğunu bilerek yaşamalıyız. İmtihanla birlikte gelen zorluk, Rabbimizin rahmetine kapı açacaktır inşâallah.
Kur’ân-ı Kerîm’de de Cenâb-ı Hakk (cc) meâlen şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, 'Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz' derler." (Bakara Sûresi, 155 ve 156. Âyet-i Kerîme Meâlleri) Âyette geçtiği üzere biz de başımıza musibet geldiğinde "İnnâ lillâhi ve-innâ ileyhi râci’ûn" demeliyiz.
Bediüzzaman Hazretleri sabır meselesi ile alâkalı bize şunları söyler: "Sen üç sabır ile mükellefsin. Birisi: Taat üstünde sabırdır. Birisi: Masiyetten sabırdır. Diğeri: Musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikatı rehber tut. Merdane 'Yâ Sabûr' de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakk'ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan." (Sözler, s. 271) Evet bizler üç sabır ile mükellefiz: 1- İtaatte, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta sabır. 2- İsyan, günah ve asilikten uzak kalarak sabır. 3- Başımıza musibet gelince sabır.
İmtihan olacağız, üzüntüyle, kederle, mutlulukla. İmtihanlar bize sabrı da şükrü de öğretecek zamanla. Bu başımıza gelenler Rabbimizin varlığını hatırlatacak bize ve O'na yöneleceğiz. İmtihanlarla kemâle ereceğiz, kalbimiz tefekküre daha çok mazhar olacaktır inșâallah. Tefekkürle Rabbimize daha çok yaklaşıp kulluğumuzun farkına bir kez daha varacağız.
Bu dünya imtihan dünyası. İnsanoğlu olarak her ne kadar imtihanlara küçük bir pencereden baksakta yaşadığımız her durum, insanlar, ilmimiz, güçlü olmamız, zayıflığımız, zenginliğimiz, fakirliğimiz her biri bizim için ayrı ayrı imtihan vesilesi olup, imtihanlara gösterdiğimiz sabır imanımızın göstergesidir. En'am Sûresi'nde meâlen şöyle geçmektedir: "Sizi (emirlerini yerine getirme de) yeryüzünün halifeleri/görevlileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerden üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabbinin cezası seridir ve yine şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (En'am Sûresi, 165. Âyet-i Kerîme Meâli)
İnsan insanla da imtihan olmaktadır. Yaşadığımız sürece de bu devam edegelmektedir, böyle de devam edecektir. Nurlarda da imtihan mevzûsunda geçen şu paragraf meseleyi çok güzel izah etmektedir: "Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir; hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati, birgün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek gerektir. Evet ibadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za'fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer." (Lem'alar, s. 10)
Evet şu dünya yurdu, imtihan meydanıdır ve hizmet yeridir. Burada ne ekersek âhirette de onu biçeceğiz inșâallah. Bu dünya lezzet, ücret ve yaptıklarımıza karşılık mükâfat göreceğimiz yer değildir. O yer cennettir. Belki de insanların en çok sıkıntı çekmesinin sebebi, dünyada cennet huzurunu aramaktı. Yukarıdaki paragrafta da geçtiği üzere ibadetin iki kısmı vardır ve musibetlere bakışımıza da yeni bir ufuk açılmaktadır.
Hülâsa; İnsanlar var olduğundan bu yana hep bir imtihan içinde olmuşlardır. Yaşanılan lezzet, haz hiçbiri kalıcı olmayıp, hepsi bir gün son bulacak, bize kalan imanımız ve hizmetimiz olacaktır. Mektubat eserinde Üstâd Bediüzzaman'ın dünyada hizmet edip de âhirette mükâfat almaya gidenlere hi̇taben dediği gibi: "Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz." (Mektubat, s. 227) Cenâb-ı Hak (cc) bizleri kendi dini ve dâvâsında istihdam eylesin ve imtihan dünyasında bizlere hakikî sabır nasip eylesin. Âmîn.