Bediüzzaman’ın en bariz vasfı nedir? Elbette İslam’a hadim şahsiyeti ve bununla ilgili tecdit vasfı ve özelliğidir. Son sıralarda seyyidliği ile Kürtlüğü kesişmiş veya tearuz etmiş, çatallaşmış görünüyor. Gerçekte bunlar arasında tearuz ve çelişki olabilir mi? Elbette bu hususlar ‘ale’d deracat’ ve mütedahil, iç içe daireler şeklinde olabilir. Dolayısıyla bir çelişkiden bahsetmek mümkün değildir. Bununla birlikte, meseleye teratip veya meratip şeklinde bakmayanlar için böyle bir çelişki varsayılabilir. Kimileri Kürtlüğünün gölgelenmesi için seyyidliğinin öne çıkarıldığını ve hatta ‘uydurulduğunu’ ifade etmektedirler. Dolayısıyla mesele bütünleşme veya tekamül değil infiratçılık ve hatta zıtlaşma zeminine sokulmuştur. Halbuki, farklılıklar arasında telif mümkündür. Bediüzzaman’ın bariz olan ırkı vasfı Kürt olmasıdır. Kürtlüğünden öte, ırkıyla ilgili diğer mülahazalar esasa taalluk etmez. Diğer faktörler veya nesep veya ırk bağları talidir ve temel durumu etkilemez. Kürtlüğü hakiki, diğer bağlantıları ise remzi veya semboliktir. Kürtler içinde Türk ya da Arap olması yani seyyidliği ise bütün ispat gayretlerine rağmen zanni bir alanı temsil eder. Sadece belgeye dayalı tarihçilik olmaz. Vakıaya da istinat etmesi gerekir.
İkinci olarak, varsayalım ki diğer bağlar veya bağlantılar ispat edildi bunun üzerine fazla bir gerçek terettüp etmez. Sembolik düzeyde kalır. Her halukarda onun nesep bağı, ağırlıklı olarak Kürt kökenli olmasıdır. Ötekiler tali ve türevdir. Bununla birlikte günümüzde nesepler birbirine karışmıştır. Halis vasıf pek az kalmıştır. Köken tayini zorlaşmıştır.
*
Esasen bu alanda zorlamalar tekellüften hali değildir. Tekellüf ise memnudur. Tekellüf dijital asrında ‘el haküm et tekasür/çokluk, kesret dürtüsü sizi oyaladı’ sırrına dahil olmaktır. Bu meseleyi tekellüflü bir şekilde ele almak barittir ve İslam nokta-i nazarından da isabetli olmasa gerek. Bediüzzaman manevi rekabeti bile ihlası kıracağından dolayı hor görmüştür. Kanaatimce, Bediüzzaman’ın seyyidliğini ispat konusu Kürtlüğünü ret saikıyla değildir. Daha ziyade Mehdiliğini ispat sadedinde yapılmaktadır. Bu, bir gerçeğin ispatından ziyade bir makamın ispatı için yapılıyorsa bu da doğru değildir. Boşuna yorulmak ve zihinleri bulandırmaktır. Kaldı ki seyyidliğin ispatı mehdiliğin ispatı için kafi bir delil değildir. Mehdilik meselesinde seyyidlik boyutu temel bir belirleyici değildir. Olsa olsa sembolik ve remzi bir değerdir. Seyyidliğini ispat mehdiliğini ispat değildir. Sadece bir karine ilave etmek olur. Elbette eski kitaplarımızda Mehdi’nin Fatimi olacağı beyan edilmektedir. Bundan seyyidliği anlaşılmaktadır. Buna mukabil kimi Sünniler Haseniliğini tercih ederken On İki İmamcı Şiiler Hüseyni olacağına inanmaktadır. Fatimiliğinin keyfiliği bile tartışmalıdır.
*
İkinci olarak, hadis kitapları ve yorumcuları Mehdi’nin ‘ibnu erbain’ yani kırk yaşında olacağını ifade etmektedirler. Zira genellikle peygamberler kırklı yaşlarında görevlendirilmişlerdir. Hatta Eşarilik mezhebinin kurucusu Ebu’l Hasan el Eş’ari de kırk yaşında Mutezile’den ayrılarak yeni mezhebini tesis etmiştir. Dolayısıyla kuhulet yaşı veya kırk yaşı olgunluk yaşı olarak algılanmıştır. Bu nedenle de Mehdi’nin zuhur yaşı kırk olarak ifade edilmiştir. Hatta Türkiye’de bir zat Mehdi müddeisi bir zatı nakz ve red etmek için yaşının elliyi geçtiği söylemiş ve Mehdi’nin de müceddit olarak (İmam Rabbani yorumuyla) hicri asrın başlarında zuhur edeceğini ve bunun bu yüzyılda gecikmesi itibarıyla zuhurunun gelecek yüzyıla taalluk ettiğini söylemiştir. Bu hususta bir de kitap yazmıştır. Halbuki, bazı rivayetlerde Mehdi’nin görevi 51 veya 52 yaşında alacağı da rivayet edilmektedir (Ebu Amr Osman İbni Said ed Dani, Es Sünen el Varide, hadis: 576, el Mektebetü’L İlmiyye, Beyrut, s: 197).
Mehdi’nin nesebinden ziyade en önemli özelliği salih bir kul olmasıdır. Bunu hem ahlakı hem de icraatıyla ortaya koyar. İcraatından anladığımız ise hem siyasi ve sosyal adaleti tesis etmesi hem de ekonomik adaleti temin etmesi ve refahı yaygınlaştırmasıdır. İslam medeniyetinin Batı medeniyetinden farkı ve üstünlüğü refahın yaygınlaştırılmasıdır. Siyasi adalet, ittihad-ı İslam ve Kudüs’ün kurtarılması gibi meseleleri akla getirmektedir. Bu da Selahaddin Eyyübi’nin günümüzdeki yansımasını hatırlatmaktadır. Bu da Allah’ın tevfik ve tensibiyledir.
Bediüzzaman maruf bir nesebinin olmadığını söylüyor. Bu zımni olarak ‘isami’ ve ‘otodidaktik’ olduğunu söylemesidir. İsamilik, otodidaklikten öte bir keyfiyettir. Kendi kendini yetiştirmesinden öte elinden tutanın olmamasıdır. İsami bir alim olabileceği gibi bir siyasi de olabilir. Dünyanın önemli cihangirlerinden Napolyon ve Nadir Şah gibiler bu vasfa haiz olmuşlardır Bediüzzaman hem neseben hem de ilmi olarak bir isamidir. Hocalarına bile gerçek anlamda medyun-u şükran değildir. Bediüzzaman’ın en önemli meziyeti budur. Nesebine kemal borcu olmadığı gibi hocalarına da talim borcu yoktur veya sınırlıdır. Hazreti Peygamber en sevdiği kızı olan Hazreti Fatıma’ya tembih olarak şunları söylemiştir: ”Herkesin ameliyle geldiğinde sen nesebinle karşıma çıkma!" İnsan meziyetini, soyundan ziyade amelinden alır. Bu, ‘soy ve sop önemsizdir veya hiç itibarı yoktur’ demek değildir lakin sadece bir remz ve işarettir. Asl olan güzel ameldir. Gerçek veraset de, nesebi verasetten ziyade ilmi ve ameli verasettir.