Kadir Mısıroğlu'nun mihverinde yer aldığı üç beş makale yazdım; bir kısmı eksik ve yanlış bilgilere istinad eden, Hz. Üstad'a dönük haksız tenkidlerine itiraz ve izah mahiyetinde idi; bir kısmı ise doğrularını takdir kasdı taşıyordu.
Mısıroğlu, K. Atatürk'ün mahiyetini, mânevî şahsiyetini, yapmak istediklerini ve yaptıklarını doğru tesbit ve teşhis etmede Bediüzzaman Hazretlerine en çok benzeyen insandı. Üstad ve talebelerinden başka hiç kimse K. Atatürk'ü, Mısıroğlu kadar doğru anlamadı ve hakkını vererek, bedel ödeyerek tenkid etmedi. Batı ve değerleri hesabına bu topraklarda girişilen, bir milletle birlikte bütün bir ümmeti yok etmeyi hedefleyen mânevî işgalin taşeronluğunu yapan Ankara ve K. Atatürk’e karşı sadece onun sesi yükseldi.
Bu bakımdan Mısıroğlu, benim için gerçek bir kahramandı; yaralanan, tökezleyen, hatalar yapan ama samimî ve kavgaya sırtını çevirmeyen bir kahraman. Dostları, onu zaman zaman saran alevlerin kendilerine de sıçramasından korkup uzaklaştılar, çoğu zaman. Kimi söylediklerinin yeri olmadığını söyledi, kimi üslûbunu tahrik edici buldu; vicdanlarının sesini susturmak, korkaklıklarına kılıf yapmak için.
O dostlarına da aldırmadı. Yalnızlaştırılmanın acısını daha çok konuşarak, daha çok bağırarak dindirmeye çalıştı. Zulüm gören, haksızlığa uğrayan her insanın yapabileceği iki şeyden birisini yapıyordu. Ya bağıracak, ya boyun bükecekti. Bağırmayı tercih ediyordu. Zaman zaman hürriyetini feda etti, zaman zaman aklını; ama dâvâsını hiç fedâ etmedi, hiç terketmedi.
Cihan devletini yıkan Batı’nın Ankara’da giriştiği mânevî işgalin payandalarının bizden olmasına tahammül edemiyordu. Ankara’yı bu cihetle Batı’nın sömürge valiliği gibi görüyordu. O kadar ki, bu hususu anlatabilmek için “Keşke Yunan galib gelseydi!” gibi çarpıtılmaya çok müsait bir sözü sarfetmiş, ağır bir linçin hedefi olmuştu. Bununla, Yunan işgal etseydi, maddî vatanımızı işgal etmiş olurdu ama mânevî vatanımıza eli yetişmezdi. Zirâ, düşmanı düşman bildiğimizden o noktadan teslim olmazdık, karşı koyardık; demek istiyordu. Oysa Ankara üzerinden girişilen bu teşebbüsü dost icraati gibi görmüş, karşı duramamıştık. Yapılmak istenenlerin farkında değildik, karşı da koyamıyorduk. Yunana karşı çıktığımızda kahraman olacakken, Ankara’ya karşı çıkanlar hain yaftası yiyip soluğu ya zindanlarda alıyor, ya da İstiklal mahkemelerinin derme çatma sehpalarında son nefeslerini veriyorlardı.
Ülkenin bütün kötüleri, bu iyi insana düşman kesilmişti. Nitekim hayatta iken kin ve nefretlerini kustukları gibi vefatından sonra da kusmaya devam ettiller. Her türlü tahkir ve ahlâksızlığın meydana getirdiği bu büyük istifra nehrini beslemekte öncülük edenler zındıkların tamamı, Atatürkçüler, Kemalistler, Ulusalcılar ve bazılarınıza şaşırtıcı gelecek ama iktidarın müttefiki MHP’liler oldu. Bunca kötü insanın dinmez bir kin ve gayz ile “kötü” ilân ettiği Kadir Mısıroğlu, hiç şüphesiz “iyi” bir insandı. Bunca kötünün bu hüsn-ü şehadeti onun beraat senedlerinden en büyüğü olacaktır. Eminim…
Cenaze merasimine Nato toplantısı sebebiyle Erdoğan'ın iştirak etmemiş olması benim için elimdi. Reis'in günah ve hata defterine kaydettiklerimin arasında yerini aldı. Nazarımda hiç bir mazareti bu kahramanın cenazesine iştirak etmesine mani teşkil edecek kadar gerçek ve büyük değildi. Nato toplantısında bir daha verdiği mesajları, her gün her yerde zaten veriyor; yarın da, sonraki gün de verebilirdi, verebilir.
Öyle olmasa bile cenazeye iştirak etmemiş olması Atatürkçüler ile müttefiki Bahçeli'nin zaferi olarak zihinlerde yer edecektir; etmeli de.
Mısıroğlu, bir bakıma devrimizin Donkişot'uydu; köhne yel değirmenlerine değil, Batı'nın Ankara'da inşa ettiği büyük hisarlara taarruz ediyordu. Yalnızdı, bütün okların hedefi olmuştu. Düşünmeden daldığı bu çetin kavgada gösterdiği çılgınlık sebebiyle delilikle yaftalanmıştı. Evet, o bir deliydi; inandıklarının delisi. Allah, cümlemizi inandıkları uğrunda delirenlerden eylesin...
Bu satırlar bir fâninin ardından yakılmış bir neşide telâkki edilmesin. Zirâ en çok merhuma itiraz edenlerdenim. Üstad meselesinde haksız olduğu gibi, Selahaddin-i Eyyübi ve Âkif meselesinde de haksızdı. Bir mü’minin bir başka mü’mine karşı yapabileceği haksızlıklar kabilinden haksızlıklar. Hesabını Allah’a verecektir. Bu hataları ile ömrünü feda ettiği diğer büyük mücadelesini örtmeye çalışmak ise zulümdür. Bu zulmü işlemem. Söyleyecek farklı sözü olanlar, benden izin alacak değiller; söylemeye devam etsinler; ediyorlar da.
Kadir Beye tekrar tekrar rahmet diliyorum. Son nefesime kadar dualarımda hep bir yeri olacak, açtığı çığırın kapanmaması için üstüme düşeni yapmaya gayret edeceğim.