Asistanlığımın ilk yıllarıydı. Polikliniğe yeni geçmiştim. Poliklinik odasına ince, uzun boylu, oldukça bitkin ve üzgün görünen, üzüntüsü yüz hatlarına yansımış, ağlamaklı, omuzları önüne düşen, 40-45 yaşlarında esmer bir adam girdi. Göz yaşları yanaklarından yavaş yavaş süzülüyordu. Sanki her gözyaşını döktüğünde ömründen bir yıl eksiliyormuş gibiydi. Ben daha buyur etmeden hemen yanındaki sandalyeye çömeliverdi. Boğazı düğümlenircesine hıçkırıklarla, kendine özgü şivesiyle ‘‘hocam ben kansermişim, ben ne yapacağım şimdi, çoluk çoğuma kim bakacak’’ diyerek dertlenmeye başladı.
Doktoru daha yeni söylemişti karaciğer kanseri olduğunu… Çok geç kalındığını, akciğere yayıldığını ve 6 ay gibi bir ömrü kaldığını soğuk kanlı ve umursamaz bir şekilde söylemişti. Robotlaşmış, duygulardan yoksun, hastaların ruh halini nazara almadan, ömür biçmekle ilminin derinliğini hissettirmek isteyen mekanik bir doktor ve dünyası başına yıkılmış, umutsuz, kanadı kırılmış, duygusallığı zerrelerine kadar hisseden karamsar bir hasta….
Tedaviyi red ettiği için bize danışılıyordu. Neden ve niçin tedavi olsun ki? Doktorunun dediğine göre zaten altı ay gibi bir ömrü vardı. Doktoru, hasta ile olan köprüsünü düşüncesizce yıkmıştı ve köprüyü tamir için de bize yollamıştı. Adeta bombanın pimini çekip öyle yollamıştı. Adamcağız odamda ağlama krizlerine girmeye başladı. Onu nasıl teskin edebilirdim ki. Ağlama krizi bittikten ve biraz sakinleştikten sonra psikiyatrik öykü ile birlikte, dini ve manevi öyküsünü de alarak muayeneye başladım. Geçmişte herhangi psikiyatrik bir şikayeti, hastalığı ve başvurusu yoktu. Manevi öyküde Allah’a inancı sağlamdı, fakat uygulama kısmı yoktu.
Daha önceden belirttiğimiz gibi yapılan araştırmalar göstermiştir ki din, olumlu duyguları arttırır, stresin, depresyon, anksiyete, intihar ve kötü madde kullanımı gibi duygusal bozukluklarla sonuçlanma ihtimalini azaltıp kişiye stresle başa çıkmak için destek sağlar. Dini ve manevi başa çıkma kaynakları, zor yaşam şartlarına anlam katan ve bir amaç hissi veren güçlü bilişleri (güçlü inançlar) içerir.
Dini inançlar, bilişsel değerlendirmeyi etkileyerek olumsuz yaşam olaylarının kişileri daha az üzücü hale indirgemesine sebep olur. Bunu destek olarak kullanabilirdik. İyi bir teropatik ilişki kurduktan sonra söze başladım.
"Kimin ne zaman öleceğini Allah bilir. Şifayı veren Allah, bir nevi eczahanesi olan yeryüzünde, her derde bir deva istif etmiş. Her derde bir derman halketmiştir. Dermanı O verdiği gibi, şifayı da O veriyor. Hastalıklar bazan ölüme vesile olduğu için korku ve eleme yol açabilir fakat ecel kaderle takdir edilmiştir ve değişmez. Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sağlıkları yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar. Benim bizzat tanıdığım üç ağır kanser hastası vardı. Onlara da ömür biçilmişti. Biri on yıl yaşadı. Diğer ikisi on beş yıl oldu hala yaşıyorlar. Belki de doktorları onlardan evvel ölmüştür. Hastalığını misafir olarak gör, hastalığının hafifleşmesini istersen faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merak etmemeye çalış. Çünkü merak, hastalığı arttırır."
Ecel ve kader noktasında Bütün İslam alimlerinin bu şekilde düşündüğünü söyleyerek istediği takdirde hastanemiz bünyesinde bulunan manevi destek birimine (Sağlıkta Pozitif Düşünce Kulübü) yollayabileceğimi ifade ettim. Hastanın kabul etmesiyle manevi destek birimine yolladım.
Manevi destek biriminden çok sevdiğim değerli hocamız Mahmut hoca sorumluydu. Yetkin ve etkin kişiler de vardı. Daha resmi olarak manevi destek birimleri kurulmadan, yani Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında protokol imzalanmadan çok önceleri başhekimlik ve rektörlükten izin alınarak bu birim kurulmuştu. Uygun hastaları yolluyorduk ve hastalardan çok olumlu dönüşler alıyorduk.
Eğer sağlam manevi bir inanç ve tevekkül varsa hastalar hastalığına sabredebilirler. Niçin bu inanç mekanizmalarını destek için kullanmayalım ki? Psikiyatristler neden bu manevi noktaları ihmal ediyorlar hala anlamış değilim. Allah’a inanmasanız da, dindar olmasanız da yine de bu savunma mekanizmalarını devreye sokmanız gerekmiyor mu? Çünkü bakıyoruz ki bazı hastalar, kanser onu öldürmeden, girdiği bunalım sonucu intihar ediyor. Bunun çok örneği var. Ayrıca ölüm evrenseldir. Din, dil, ırk tanımıyor. Niçin hastayı inandığı şekilde ölüme de hazırlamıyoruz?
Konuyu uzatmadan tekrar hastamıza gelelim. Hastamız bir hafta sonra polikliniğe geldi. Erken gelmişti. Antidepresan başlayıp iki hafta sonra kontrole çağırmıştım. "Kontrole daha bir hafta var, ilaçlar hemen etki etmez, erken geldiniz" deyince, "hocam ben kontrole gelmedim, size teşekkür etmeye geldim. Beni oraya yolladığınız için" dedi.
Eski halinden eser yoktu. Sanki alnındaki kırışıklıkları gitmişti. Ağlamaklı halinin yerini daha güler yüzlü ve geleceğe umutla bakan bir hal almıştı. Gönderdiğimiz şekilde sağlıkta manevi destek birimine gitmiş ve verdikleri destekten çok memnun kalmıştı. Ayrıca okuması için Hastalar Risalesi adlı kitabı vermişlerdi. Odadan çıkmak üzere iken, "tesiri ve şifayı Cenab-ı Hak'tan bilmek gerekir, tedavi için ilâçları almak, istimal etmek meşrudur, gidip tedavine başlamalısın" diyerek doktoruna yolladım. Onun yüzündeki mutluluk bana da yansımıştı.
Özellikle kanser gibi kronik fiziksel hastalığı olanlara manevi destek sağlayan Hastalar Risalesi adlı kitabı bir psikiyatrist olarak hem psikiyatristlere hem de hastalara okumalarını şiddetle öneriyorum.
Kitap Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından satılmaktadır, oradan temin edilebilir.