Baştan söyleyeyim: Bakanlığın adı tekrar "Maarif Bakanlığı" olmalıdır. "İrfan", "ârif", "marifet" köklerinden gelen bu adın anlattığı ile "Milli Eğitim Bakanlığı"nın anlattıkları arasında büyük fark vardır. Ülkenin öğrencilerine asıl olarak "öğretim" vermekle görevlendirilmiş bir bakanlığın adına "Milli Eğitim"in dahil olması -artık hepimizin rahatlıkla gözlediği gibi- bu alanda karşılaştığımız sorunların ortaya çıkmasının birinci nedenidir.. Bu yüzden, bakanlığın adından başlayarak öğretimin "milli"sinden vazgeçmenin zamanı artık gelmiştir.
Tek başına "Maarif" ile yetinmeyip onun başına "Milli" ekinin niçin getirildiğini İsmet Paşa, bir konuşmasında çok açık bir biçimde şöyle açıklıyordu:
"Milli maarif istiyoruz, bu ne demektir? Bunu zıddı ile daha çok anlarız. Bunun zıddı dini terbiye ya da beynelmilel eğitimdir. Siz öğretmenler, dini ve beynelmilel eğitim değil, milli eğitim vereceksiniz. Dini terbiyenin milli eğitime saldırı demek olmadığını, her iki eğitimin de kendi yollarında gerçekleşebileceğini göreceğiz. Dini eğitim, bir bakıma beynelmilel eğitimdir. Bizim eğitimimiz ise kendimizin olacak ve kendimiz için olacaktır. (...) Bir milliyet kütlesi içinde ayrı medeniyetler olamaz. Kendilerini başka camialara bağlı görenlere açıkça teklif ediyoruz: Türk milletiyle beraber olsunlar. Fakat 'konfedere' olmuş medeniyetler halinde değil, bir tek medeniyet halinde. Bu vatan işte tek olan bu milletin ve bu milliyetindir. Bu siyaset vatanın bütün hayatıdır. Yaşayacaksak yekpâre bir millet kütlesi olarak yaşayacağız. İşte milli terbiye dediğimiz sistemin genel hedefi."
Dönemin(1925) Başbakanı İsmet Paşa'nın "Milli Maarif" için çizdiği bu çerçeve aradan geçen şu kadar yıldan sonra üç aşağı beş yukarı yine aynı değil mi? Geçen zaman içinde ortada ne tek parti ne de büyük ölçüde bu partiden doğan "merkez sağ" ve "merkez sol" (bu terimleri âdetten olduğu için kullanıyorum!) iktidarlar kalmış. Ancak her şey olmasa da ülkede pek çok şey değilmiş olmasına rağmen İsmet Paşa'nın altını çizdiği öğretime ilişkin ilkeler olduğu gibi yerinde durmuyor mu?
"Bu vatan"ın artık "tek bir medeniyet halinde" olmadığı (üstelik "olmaması gerektiği"), "Bu vatan"ın artık "tek olan bir milletin ve bu milliyetin" malı-mülkü sayılmadığı, "Bu siyaset"in "vatanın bütün hayatı" anlamına gelmediği, "yekpâre bir millet kitlesi"nden söz etmenin artık uygunsuz kaçtığı bir döneme girilmişken hâlâ "Milli Maarif" peşinden koşmak "zamanın ruhunu" inkârda ısrar eden zamanı geçmiş ve dolayısıyla yararsız bir inat değil mi? İsmet Paşa'nın "Okul"dan hareketle "yeni bir millet" yaratma arzusu-iradesinin -dünyadaki diğer cumhuriyet örnekleri de dikkate alınarak- cumhuriyetin ilk dönemi için "anlaşılabilir" olduğu söylenebilirse de, günümüzün "çok kültürlü", "çok medeniyetli", "çok milletli", "yekpâre"liği iyiden iyiye sarsılmış toplumlarında bu ilkede ısrarın sonu kaçınılmaz olarak hüsrandır.
O halde yapılacak iş ülkenin öğretim sistemini -MEB'e ilişkin Kararname'de ilk olumlu adımlarını gördüğümüz- bugüne kadar esir almış olan ilkeler ya da daha doğrusu "kurucu mitler"in etkisinden kurtarmaktır. "Milli"liğe atıf bunların başında gelmektedir. Bunu tamamlayan ve öğretim sistemimize ilişkin hemen bütün tartışmalarda öne çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun doğru anlaşılması yönündeki gayretler de buna eşlik etmelidir. Çünkü bu Kanun, maalesef, toplumun olması gerektiği gibi, yani özgür ve yaratıcı biçimde öğretim meselesine ilişkin ufkunu genişletebilmesinin önünde bir "duvar" gibi dikilmiştir. Kanun'a olur olmaz sürekli atıfta bulunulması, ülkede şöyle aklı başında bir eğitim-öğretim felsefesinin yeşermesini önlemiştir. "Okul" asıl olarak "milli terbiye"nin oluşturulması yolunda bir devlet aygıtı olarak değerlendirildiğinden, eğitim-öğretimin çocukların önünde ne gibi yollar-ufuklar açabileceği gibi meselelerle hiç mi hiç ilgilenilmemiştir. Sonuç tabii ki -şimdi artık hemen herkesin şikâyet ettiği gibi- bir felakettir.
Oysa biliyoruz ki, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Anayasa'ya girmiş olsa da, eğitim-öğretime ilişkin tartışmaları belirleyebilecek güçte bir "yol haritası" çizmekten uzaktır. Kanun'un 7. maddesini açıp okuyun... Bu kanun esas olarak ülkedeki bütün okulları Maarif Vekâleti'ne devretmek ve bağlamakla yetinmektedir. Ayrıca unutmayalım ki, Kanun'un Maarif'e bağladığı okullar da önceden zaten devletin bir başka bakanlığına (Şer'iye ve Evkaf Vekâleti) bağlı olarak, onların bünyesinde faaliyet gösteren kurumlardır. Ayrıca yine unutmayalım ki, haklarında sürekli "Tevhid-i Tedrisat'ı unutma!" şeklinde uyarılar yapılan "imam hatip" okullarının Maarif Vekâleti tarafından "küşat" edileceğini kayıt altına alan da bu Kanun'un 4. maddesidir.
Ama biz bu Kanun'u farklı okumuş ve ona hiç de barındırmadığı görevler-ilkeler atfetmişiz. Bir ülkede bütün okulların Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olması ilkesinden o ülkenin bütün öğrencilerinin niçin aynı can sıkıcı müfredatı takip etmesi sonucunun çıkması gerektiğini hiç sormamışız.
Toparlayacak olursak: MEB'e ilişkin Kararname ile atılan adımların arkası mutlaka gelmeli ve bozukluğu hissedildiği anlaşılan öğretim sistemine yarattığı olumsuzluklardan dolayı hiç değilse ülkenin "dış politika"sı kadar ilgi ve özen gösterilmelidir. Çok işittiğimiz bir klişeyi ( "Her şeyin başı eğitim-öğretimdir") hatırlattığım sanılmasın; ama bu alandaki yanlış alışkanlıklar sürdüğü müddetçe öğrencilerimizi ne kara tahtanın "dijital" hale dönüşmüşü, ne de "tablet bilgisayar"lar kurtarabilir...
Yeni Şafak