Bir kıyamet sabahı

Abdurrahman ESEN

Abdurrahman Esen'in yazısı

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

هُوَ الَّذٖٓى اَخْرَجَ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ فٖى قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْدٖيهِمْ وَاَيْدِى الْمُؤْمِنٖينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِى الْاَبْصَارِ

Şubat'ın 6'sında saat 4'ü biraz geçe Allah-u Azimuşanın celalli bir tecellisi ile milyonlar ayaklandı. "Ba'su ba'del mevt" hakikatini "ba'su beynen nevm" olarak yaşadık. Sur'a üflenmemişti lakin emri ilahinin haşyetinden lerzelenen toprak üzerindekilerle beraber cezbeye tutulmuştu. Duramıyor, teskin olamıyordu. Milyonlar da bu cezbeye katıldı.

Tekbir getirenler, okuyanlar, ağlayanlar, Melek-ül Mevt'e teslim-i emanet edenler...

" لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ"

Hakikatini bir parça anladım. Kıldığım birkaç rek'at acziyetimi anladığım kadarı ile belki de en sahih namazımdır.

Camimizin imamı sabahları hep kızardı "Niye yatıyorsunuz" diye. O sabah herkes ayaktaydı; ama abdestli ama adbestsiz. Hoca böyle çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı herkesi cemaat olarak görünce sevindi mi üzüldü mi bilemiyorum ama anladım ki me'hazın kudsiyeti söze tesir veriyormuş.

Bizim gibi hatakâr binlerle müezzinin "حي على الصلاة" demesi kimseyi kıpırdatmazken masum yerin azamet-i Huda'ya fiiliyle, kavliyle Allah-u Ekber demesi milyonları yatağından fırlattı. Gecenin karanlığına, kışın şedaidine aldırmadan sokaklara döktürdü. Va esefâ ki o şaşkınlıkla çoğumuz mühümle ehemmi yani en mühimi karıştırarak namazı unuttu tahmin ediyorum.

Hava aydınlanınca etrafın çok değiştiğini fark ettik. O kadar ki bizi habersiz adresimize bıraksalardı çoğumuz nerede olduğumuzu bilemeyecekti.

Masallar bir varmış bir yokmuş diye başlar. Meğerse bu önemli bir hakikatin veciz bir ifadesiymiş. Evet bir varmış bir yokmuş...

Yarın ruz-i mahşer'de Cenab-ı Hak bizlere soracak: لِمَنِ الْمُلْك؟

Mahşerin dehşetinden hepimiz lal-u ebkem iken Zat-u Zülcelal zatı ile cevaplayacak: الْ مُولْكُو لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ.

Yani mülk karşı konulmaz bir kudretin sahibi, bir ve Kahhar olan Allah'ındır.

Bu nihaî muhakemenin misali beşer tarihinde defaatle tekrar etmiştir.

"Benim evim, benim köşküm, benim iş yerim, benim dükkanım, hanım, hamamım, bağım, bahçem" diyenler "Hani evim, nerede dükkanım, hani ya apartmanım?" dedi. Evet "Limenil mülk?" Mülk kimindir?

Kendimi sorguluyorum: Eğer seninse niye koruyamıyorsun? Eğer koruyamıyorsan nasıl senin oluyor?

Kaç gündür bir oteldeyiz. Afet bölgesinden gelenler doluşmuşuz otele. Bir şey dikkatimi çekti. Şahsen imkan ciheti bir yana itikat olarak hiç uygun görmeyeceğim bir yere kiminin parası ile dahi kabul görmeyecekleri bir yere nasıl geldik: Limenil Mülk. Evet mülk kimin? Malik-ül Mülk istedi mi kapılar açılır, velevki rastgele, olur olmaza açılmayan kapıları da olsa...

Sözüm ona koca koca adamlar depremi konuşuyorlar. En az 100 senedir bilinen bir gerçeği kendi keşfetmiş gibi anlatanlar, bilindik fikirleri bir daha yürütmeye çabalayanlar, tesir ve kabahati faya ve kırılmalara yükleyenler, merhameti kırılma şiddetine bağlayanlar, müteahhit dayısını, emmisini, yeğenini pir-u pak görüp, gösterip o öbürünü- o her kim ise, her ne ise- onu suçlu görüp ona saldıranlar...

Bilimselliğini, teorisini dünyaya ispatlamak için elinden gelse 6 virgül şiddetini 16 virgül, 26 virgül şiddetine çıkartmayı arzulayanlar, neler neler...

Biz musibetzedeyiz, rahmetten mükafat bekleriz, tekbirle, tesbihatla, duayla enkaz altında akıbeti beklemek nasıl bir hal, nasıl bir kazanç ancak perde-i gayb açılınca görüp anlayacağımız; belki de esefle imreneceğimiz bir hal. Kucağında kuzusu ile vefat eden, kendisini ciğerparesine siper ederek vefat eden, birlikte huzur-u Rahman'a kavuşan zararda mı yoksa kazançta mıdır?

Vefat etmiş bir masum "Yarabbi anam, babam, kardeşim, her kimse beni korumaya çalışırken vefat ettiler. Bizi ayırma!" derse Erham-ur Rahimin mücrimi mi masumun yanına yoksa masumu mu mücrimin yanına gönderir?

Geride kalanlar için de anlık bir fedakarlığın getirdiği ebedi bir saadete gıpta ile bakmak düşmez mi?

Ne hadiseler yaşandı, kimler nelere şahid oldu. Vefatından 4 yıl sonra enkaz altındaki iki kuzusunun yerini göstererek kurtarılmalarına vesile olan mübarek anne bize imanın bütün esaslarının hak, sahih olduğunu anlatmıyor mu?

Keza videosunu siz de görmüş, duymuşsunuzdur. Enkaz altından bilinci kapalı olarak çıkarılan gencin Bakara suresinin son ayetlerini haykırarak okuması, hayatta kalanlara irşadî bir ikaz, bir ikram değil miydi? "Ahiret alemine geçişinin eşiğinde yapıp ettiklerimize, kesbinize, kazandıklarınıza dikkat edin" ayetini haykıran bahtiyar gencin ikazını değerlendirir, istifade edersek bu musibet bize ucuz düşer.

Ülkemizin maruz kaldığı tehlikeleri, düşürülmek istenen tuzakları, çevrilen hile ve dolapları göz önünde bulundurursak Rahmet-i İlahiye'den niyaz ederiz ki yaşadığımız felaket planlananlara bir kefaret ola. O cihetle de çektiklerimiz ucuz düşer.

Bediüzzaman Hazretleri Kıyamet-i Kübra ve Haşr-ı Ekberi işlediği bir dersinden bir cümlesi; intak-ı Bilhak mıdır, ilhamat mıdır yoksa hazretin bir kerameti midir bilinmez. "Bir tebeddülat olacak acip işler çıkacak" (2023) buyurması yaşadığımız Kıyamet-i Suğra neticesi hayırlı tecellileri müjdeliyor.

Enkaz başında nefessiz çalışanlar ümitlerin söndüğü bir zamanda tekbir avazeleri ile bir can çıkarıldı, bir bebek, bir yavru, bir genç, bir nine çıkarıldı... Mucize, mucize diye ağlaşıyorlar.

Ekran başlarındaki çok bilmişlerimiz ise ahkâm kesiyor. Bebek böyle büzüştü, kıvrıldı, yattı da hayatta kaldı; öbürünün vücut direnci çok yüksekti de 10 gün gömüldüğü kabirde yaşamını yitirmedi. Birine bir kanepe, bir masa, bir beton parçası şefkat etti, kol kanat gerdi, kurtardı. Birisi yaşam savaşını kazanarak hayata döndü diyerek konuya açıklık getirmeye çalışanlar...

Bir masumun şöyle kıvrılarak yatınca yıkıntıdan kurtulacağını bildiğini öğrenen 70'lik bilim adamlarımızın eksiklerini, açıklıklarını kaç fırın ekmek yiyerek kapatabileceklerini siz hesap edin.

Saatler, günler sonra enkaz altından çıkarılan o masumların etrafındakilere gülücüklere bakmasını, yardım edenlerine bir teşekkür, bir iltifattır diye düşünüyordum. Fikrim değişti. O gülüşün; bütün hüner ve dilbazlıkları ile ölümü ve hayatı yaratan Allah ile irtibatı kesmeye çalışan, bilim kılıfı altından şeytana uşaklık eden 70'lik cahillere istihza, alay, bir ibretlik ders olduğunu anlıyorum. Bedüzzaman Hazretlerinin dili ile "Gafil kafaya bir tokmak ve bir dersi ibret."

Dışarıdan tezgahlanan yıkım ve işgal hesaplarına israf, açgözlülük, nankörlük, şükürsüzlük, hakkı görmeme, hayrı küçümseme, yapılan hizmetleri yok sayma, İslami terbiyeden sıyrılarak zahiri İslam kimliği ile ve fakat gavur gibi yaşamak, gavur gibi düşünmek, gavurun kılığı ile kıyafeti ile düğünü ile bayramı- seyranı ile gavur gibi olmak mübarek toprağa ağır geldi. Gayzından titreyip duruyor. Müsekkin ilaç ise tövbe, nedamet, dua, firavuniyeti bırakarak acizliğini idrakla, ubudiyyetle rahmete ilticadır.

Bir diğer husus: Bedüzzaman Hazretleri "El hakku ya'lu..." sorusunu cevaplarken birkaç noktayı nazara sunar. Özetle birisi de bir hak, bir hakikat, bir kıymet ki nazarlardan saklanmış, gizli kalmış, değeri ve lüzumluluğu unutulmuş, fark edilmez olmuş. Allah o değere, o kıymete bir batılı, bir musibeti musallat eder taa ki o gizli güzelliğin varlığı ve önemi fark edilsin. Türlü ameliyelerle cevherden mücevheri ayıklamak gibi bir şey.

Yaşanan felaketle bilinmez, görülmez nice değerler, nice mahfi Bedi'ler çıktı ki bu da musibetin ağırlığını hafifletir, ehvenleştirir, belki de yok eder İnşaallah.

Cenab-ı Erhammur Rahiminden niyaz ediyoruz ki masumlar hürmetine, mazlumlar hürmetine hizmet-i İmaniye, Kuraniye hürmetine, mülk-i İslam'ın kilidi hükmünde olan bu mübarek toprakları semavi, arzi ve ârızî afat ve beliyyattan muhafaza eylesin. Asırlarca terleri, kanları, canları pahasına İslam'ın bayraktarlığını yapan, mübarek vatanın bekçileri şanlı ecdadın torunlarını mücrim-ı müzmahil etmesin. Rabbim kusurlarımızı afla tehdidinden bizleri korusun.

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً

Bu sene bize "Eyyam-ı nahr- نَحْر" erken geldi. Rabbim giden cennet kuzularını ve cennetlik kuzuları şerur şeytan ve hainlerce planlanan musibete ve gelen bu afata kurban kabul buyursun. Günah ve kusurlarımızı mağfiretle bu musibeti intibahımıza, ayıkmamıza vesile etsin. Maddi telafatı kefaret-i zünuba, sadakaya tahvil etsin. Gidenlere rahmetle, kalanlara Müslümanca bir hayat, istikamet iskan etsin.

Amin bi hürmet-i Seyyidil mürselîn.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.