Mustafa Cabiroğlu
"Oruç bana aittir, onun ecrini ben vereceğim. Oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar ettiğinde, diğeri de Allah'a kavuştuğunda." (Hadis-i Kudsi)
Bütün ibadetlerde olduğu gibi orucun da avâm, havâs, hâsü'l havâs gibi, niyetlere ve amellere bakan birçok mertebeleri vardır. Sıhhatli bir orucun içine hadd-i zâtında riyâ girmemesi gerektir ve Allah içindir. Yazıcı melekler, Allah için tutulan orucu, amel defterine kaydederler ancak, onun mükâfâtını Cenâb-ı Ekrem-ül Ekremîn belirler. Nefse ağır geldiğinden zordur ve zor olduğu için de mükâfâtı büyüktür.
Cenâb-ı Allah, Resûl-i Ekrem'inin, Habîb-i Kibriyâ'sının (ASM) diliyle öğrettiği ve iki ay boyunca edilen "Allah'ım, Receb ve Şaban'ı bize mübarek eyle ve bizi Ramazan'a kavuştur" duâsıyla, belki de kullarını şerefi yüce Ramazan-ı Şerîf ayına rahîmâne hazırlama sırrı yatar.
Kudsî Hadiste bahsedilen bir sevinç, iftardır ki; kimilerine göre açlığının sonlanma ânı, kimilerine göre tüm âzâlarına oruç tutturmanın ferâhı, Rabbisinin emrini lâyıkıyla tamamına erdirme zamanı ve O'ndan başka her şeyi gönlünden çıkaran, "mâfî kalbî ğayrullah" sırrına eren kimilerine göre de, latifelerinin oruçla beslenmesi, inkişâfı ile ihlâs-ı etemm yolculuğunda bir nevi melekiyet kesbetmesinin, Rezzâk-ı Rahîm'in sofrasında, O'nun davetiyle, şükrânla hitâma erdirmesinin ve davetine icâbetinin saadet vaktidir.
Bu şekilde geçen bir ayın zâhiri açlık-yorgunluk görünür ve fakat bâtınında, cismâniyetten sıyrılıp mânevîyât yolunda yükselme vardır. Kur'an'la şereflenen bu kutlu zaman diliminde, Mukallibe'l Kulûb, Kelâm-ı Ezelî'sinin mesajları için kullarını hazırlamakta, gönüllerin alıcı frekanslarını ayarlamakta ve bu şekilde sayfalarda yazılı manaların sadırlara ayet ayet nuzûlü ile nurlanmasını murâd buyurmaktadır. O (CC) huzuruna aldığı, mükaleme ettiği kuluna, her bir ayetiyle adeta imanın halâvetini yudum yudum tattırır, o lezzetleri duyurur. Sahib-i Kelâm ile huzurun ve sohbetin hazzı ise dünyevî hiçbir lezzetle kıyas kabul etmez.
O lezzete erenlere, dahasını istemek, kurbiyetin hakkını vermek, kalan ömürlerinde ihsân şuurunun dışına çıkmamak, varsa dışında geçirdikleri ânların tevbe- istiğfârını yapmak yakışır. Zîrâ mümin, her ân daha yukarıyı hedeflemeli, bununla beraber aşağı düşme riskine karşı da son derece müteyakkız olmalı adeta tir tir titremeli, bunun için devamlı O'ndan yardım dileyip O'na sığınmalıdır.
Bir diğer sevinç ise, ehl-i keşfin "Şeb-i Arûs" diye adlandırdığı likâullahdır; Rabb-ül Âlemîn ve Hâkim-i Ezelî'nin, kullarını gaye-i hilkatlerine i'lâ ve cennete ehil hâle getirme yolunda, merhameti eseri olarak emrettiği oruçla, Resûl-i Ekrem Efendimiz(ASM)'in izinde terbiye olanlar, -saniyenin büyük ölçeğinin saat olması ve günün büyük ölçeğinin de ömür olması misali- Rızâ-yı Bârî'yi gözeterek ömürleri boyunca işledikleri a'mâl-i sâlihât ve ittikâ ettikleri masivâdan, O'nun davetine kalb-i selîm ile icâbetle huzûr-u hakikiye ermenin, tasavvurlar üstü târif edilemez mutluluğunu, hem de endişesiz, kesintisiz ve her ân ter-ü tâze bir şekilde yaşarlar. Asıl yaşamak da bu olsa gerektir. Zîrâ Allah'ın (kendilerine) bildirdikleri de böyle bildirmişlerdir. Uzaktan perdeler ardında kendine göre az buçuk anlaşılanlar ile -cızırtılı telefon misali- yapılan sohbet nerede!.. Hakiki dosta (cc) buudlar ötesi kavuşmak nerede!..
Bu günler iki ferahlık ve mutlulukla dolu doludur; iftar sevinci ve likâullah sevinci...
Ne mutlu oruç tutanlara, Ramazanı idrak ederek hakkını verenlere. Ne mutlu bu uğurda iradesini kullananlara. Ne mutlu iki sevinci de doya doya yaşayanlara…