Durup düşünelim.
Kurtuluş savaşıyla kurtulan ne oldu?
Milli Mücadele kim ile neyin mücadelesiydi?
Mesela ilkinde düşman kim, dost kimdi; ahirde kim dost, kim düşman çıktı; kim kazandı, kaybeden kim oldu?
Misalen maddi-manevi varlığının son kertesine, kanının son damlasına kadar ülkesini savunan Anadolu insanımız bu zaferiyle birlikte kurtulmuş oluyor muydu?
Anadolu'nun kahraman direnişiyle taçlanan o "şanlı zafer"le sahiden kurtulmuş muyduk; yaman bir kumpasın içine mi düşmüştük?
Ne bileyim tuhaf bir kumpasla kurtulmayıp yenilgiye uğrayan, uğratılan, sövülen, darp-edilen, dövülen, kovulan kimler olmuştu?
Sahiden neler oluyordu, Milli Mücadeleyi kazanan bu kahraman millet niçin cezalandırılıyordu?
Ne bu, beyin yakan azaplı sorular değıl mi?
Yakıcı gerçek şu ki; Evet Milli Mücadeleyi, her türlü imkansızlıklara rağmen inancıyla, cesaretiyle kanı, canı bahasına veren Anadolu insanımızdı.
Gel gör ki; Anadolu insanımızdan, kazanılan savaşın zaferi ve kazanımları cebren ve hile ile çalınmış. Çalınmakta ne, resmen gasp edilmişti.
Acı bir şekilde öğrenecektik ki şanlı mücadelenin gayesi, getirisi, payesi sinsi bir irade tarafından, Anadolu insanına rağmen asıl maksadının aksine, sinsi emellere kurban edilmişti.
Her şey kitabına uydurularak götürülüp imtiyazlı bir zümrenin çıkarına, kişisel bir kült'ün inşasına dönük düşmanımıza bol keseden rüşvet olarak peşkeş çekilmişti.
Daha kahredici olanı ise Milli Mücadele ile uğruna savaştığımız, uğruna öldüğümüz değerlerin, zaferimizin iç edilerek, Lozan ihanetiyle, gavur aklıyla, felaket devrimleriyle, despot uygulamalarla, keyfi tasarruflarla hedef tahtası haline getirilip adeta yok edilmeye, sıfırlamaya çalışılmasıydı.
Bu hiç bir, Müslüman Türk ferdinin karakter ahlakıyla, inancıyla, örfüyle, ilkeleriyle dahası derin aklıyla ne telif edilebilecek bir hal ne de affedilebilecek ihanet değildi?
Zafer sonrası, sanki de düşmanın geri dönmüş gibi, gavurun hışmına, sükuta, hayal kırıklığına uğramıştık.
Düşman ayartması, iblis hilesi, kripto tayfası, azınlık tasallutu, kafir söylemler, hain eylemlerle istilaya uğramış, uğratılmıştık.
Dış ayartmalarla içeriden cebren ve hile ile vatan sathı ele geçirilmiş gibiydi. Kendimizden sandığımız, içimizdeki kriptolar tarafından tuzağa düşürülerek her taraftan üzerine ateş açılan o “bedbaht” millet bizdik.
Hakikatimize ait olan her şey, her değerimiz açık artırma ile, tartışma konusu yapılıyordu. Adeta milletin derin sabiteleri sallanıyor, itibarsızlaştırılıyordu. Öyle ki; din-dil, Allah-Peygamber, Kitap-Sünnet, Örf-adet, İffet-namus, cami-mescit, giyim-kuşam, kadın-erkek, bayram-seyran, soy-sop vb. millete ait kadim ve kutsal her değer ama her şey sorgulanır, itilir, kakılır, yıkılır, alınır, satılır olmuştu.
Sanki de Anadolu insanımızın Milli Mücadele zaferine kastedenler, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olmuşlar. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün müesseseleri dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş gibi olmuştu. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunmaktaydılar. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmişler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüştü adeta.
Mesel şu ki; 'Öz vatanında garip öz vatanında parya' olan Anadolu insanı olarak bizdik.
Bütün günahlarının keçisi, can sıkıntılarının şamar oğlanı, konfor alanlarının dolgu malzemesi bizdik. Allah'ın köylüsü, göbeğini kaşıyan adam, İslam'ın bedevisi, takunyalı gerici, Osmanlı yobazı, dinin mürtecisi en değerli tarafımızla biz olduğumuzu söylüyorlardı.
Efendilerin her türlü ecnebi ahlaksızlıklarını medenilik bellememizi, türlü hezeyanlarını anlamlı bulmamızı, inkarlarını bilimsellik kabul etmemizi, kusmuklarını sanat görmemizi, sapkınlıklarını meziyet saymamızı, saçmalıklarını çağdaşlık sanmamızı istiyorlardı bizden! Bizden, bütün üstün değerlerimizle kendimize rağmen kendilerine kanmamızı, inanmamızı istiyorlardı efendiler.
Hile içinde hile vardı. Öyle ki; “zillilik”, “millilik” kılıfında sunuluyordu. "Elhamdulillah Müslümanım" şuurunu kazımak, müslümanlığımızı unutturmak için "Ne mutlu Türküm diyene" ısmarlama sloganı servis edilip, ezberletiliyordu. Milletten yana olmalarından, faziletinden değil, sırf insanımızın kalplerinde yer tutan Allah’ın hakimiyetine kafa tutmak için, "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" diye belletiliyordu. Hal böyleyken efendiler hakimiyetlerine, kayıtsız şartsız itaat etmemizi istiyorlardı. Şaibeli mutlak hakimiyetlerine kayıtlı ve şartlı itaat; kayıtsız ve şartsız itiraz ettiğimizde memleket zindanlarının Yusuf’u bizdik.
Efendilerin keyfine, sistematik biçimde itibarsızlaştırılarak itlaf edilen değerlerin, uğrunda savaştığımız ve uğrunda öldüğümüz öz değerlerimizin olması ne kahredici bir hıyanetti!
Sırf bu yüzden bu yapının tarihi, kanlı, zanlı, yalan, dolan, talan, çalan, çırpan karanlık bir tarihtir ki; o zanla milletimizden koruma ve korunmaya ihtiyaç duyar.
Öncelikle bu karanlık tarihin karanlık yüzü, dalavereleri, milletin rağmına düşmanla iş tutmaları, kumpasları, aleni ve örtülü cinayetleri, tarihin katliamı, millete, milli manevi değerlerine hıyanetleri aydınlığa kavuşturulması, hesap sorulması milletimiz ve hakikat adına namus borcudur.
Gerçek şu ki; soyu, soy kökümüzden, ruhu, ruh kökümüzden olmayan birilerinin tasallutuna maruz kalmıştık.
Bunların çekirdek soyu-boyu-suyu-huyu ne Oğuz boyunun soyuna, ne Alp-Arslan'ın asil duruşuna, ne Fatih Sultan Mehmed'in fetih ruhuna, dedem Sultan Abdülhamid’in şuuruna ne Peygamberim Hz. Muhammed'in (SAV) tevhid nuruna dayanmaz.
Kökeni siyonist ezoterik uzantılı bir yapının batılı ve batıl değerleriyle, bu Müslüman Türk Milletimizin milliyetiyle nasıl bir aidiyeti olabilirdi?
İçimizdeki azınlık cemaatleri tıynetlerine münasip şekilde hortlamış, gizledikleri art niyetlerini dış düşmanla ortak paydada birleştirerek çıkıp başımıza baş olmuştu. Tıpkı uzaylılar ve dünyalılar farkı kadar bu milletin cibilliyetine, milliyetine ve ruh köküne ters düşen ecnebi bir toplulukla içi içe, daha doğrusu tam cepheden karşı karşıyaydık.
İçimizdeki bu kripto yapı gerektiğinde dış düşmanla doğal uzantılarıyla olan aidiyeti, işbirlikçiliği işimizi oldukça zora sokmuyor değil. Ortada adı konulmamış şekilde Anadolu İnsanı ile imtiyazlı kripto azınlıkların mücadelesi vardır. Dıştan içe, içten dışa çok yönlü, çok cepheli bir savaştır bu! Doğu ile Batı’nın, Hilal ile Haç’ın, İman ile küfrün, Müslüman Türk ile küffarın savaşı.
Cihetlerin çatışması, zıtların, çatışması, milletlerin çatışması, medeniyetler çatışması, davaların, ülkülerin, ideolojilerin ve çıkarların çatışması yakıcı bir şekilde devam etmektedir.
Hülasa zıt kutupların orantısız güç savaşları kesintisiz devam etmektedir.
Ülkemiz ve milletimiz iç ve dış etki güçleriyle üzerimize gelen bu zorlu savaşın tam orta yerinde çoklu mücahede etmekte, var olma mücadelesi vermektedir.
Ey Hilalin çocukları, ey Müslüman Türk’ün evladı, Milli Mücadeleye ve Manevi Mücahedeye devam.
O şartla ki; daha çok ümit, daha çok gayret, daha çok iman, daha çok dua, daha çok ilim, daha çok teknik, daha çok birlik, daha çok dirlik gerektir vesselam ve-selam.