Bir Mayıs’ta çocuklar gibi şendiniz,
Bir Mayıs’ta kapitalizmi yendiniz(Mİ?)!
Aslında bu ve benzeri yozlaşmalar, içinde bulunduğumuz zaman diliminin olmazsa olmazlarındadır. “Ahir zaman”da yaşıyoruz; “bid’alar asrı”nda yani. Kara ile ak’ın, iyiyle kötünün ya da hak ile batılın bu kadar iç içe girdiği bir zaman dilimini insanlık tarihi belki de hiç görmedi!
İslam’ın müteal hakikatlerini, arzî ve dolayısıyla da arizî olanla meşrulaştırma çabaları yeni değildir. Hâkim zihniyetin “aferin”ine susamış yahut “Ben de varım!” hissiyatıyla ispat-ı vücuda soyunmuş sığınmacı ve edilgen tayfaların sloganlarına aşinadır kulaklarımız…
***
İhtişam şuura gölge düşürür! Nefsin gayr-i meşru refah ve tenperverlik eğilimlerinin İslamî şuur ve hassasiyete nasıl karalar bağlattığını Sözde islamî Moda Dergilerine bakınca anlamak kimse için zor olmasa gerek. Örtünmenin hakikatinin nasıl örtüldüğünü de… Bediüzzaman’ın deyimiyle “ences” bir akımın (kapitalizm) çarpığı oluşumların neleri netice verdiğini esefle izleyebiliyoruz yalnızca!
***
Sosyete Müslümanlığının alternatifi, sosyalist Müslüman…
Taksim’in dünya kokan atmosferinden Fatih camiine secde etmeye götürmek varken gençleri; Fatih camiinden alıp taksimde halay çektirenleri bile var! “Sosyalizm gelecek!” diyenleri mi söylesem, “esrar yasallaşsın!” diyenleri mi; yoksa kadın erkek bir arada namaz kılıp yine aynı coşkuyla 1 Mayıs ritüeli olan kadınlı erkekli halay çekme girişimlerini mi?
“Anadolu’nun ruhundan kopup gelen bir ses” diye tanımlıyorlar kimileri bunu. Halay kısmına ben de katılıyorum; ama halay çekerken neyle alay ettiklerinin farkındalar mı? Kim bilir…
Her neise…
***
İslam’ı, Batı’nın köksüz fikir ve düşünce akımlarıyla telif etme çabaları yeni değil elbette. Mağlubiyet psikolojisinin –ki İslam hakikatleri itibariyle hiçbir zaman mağlup olmamıştır. Müslüman toplumların problemleriyle, İslam’ın hüsn-ü münezzeh ve mücerred hakikatlerini birbiriyle karıştırmamak gerekir!- bir kısım Müslümanlarda ortaya çıkardığı bu patolojik tutum, İslam’ın bireysel ve sosyal hayata dair emir ve tavsiyelerini, sözde gerçekliği sınanmış batılı sistemlere adapte etmeye itmiştir. Fakat ne dün ne de bugün yapılan bu girişimler, İslam dininin mesajındaki semavi ve otantik gerçekliği incitmekten başka bir işe yaramamıştır.
Uzun uzadıya bir tahlile girişmeye lüzum hissetmiyorum. Bu konuda birçok ehli kalemin ortaya koyduğu ilmi ve akademik çalışmalar, bu çarpık tutumun zaaf ve mesnetsizliğini tüm berraklığıyla ortaya koymuştur zaten. Ben “Hikmet”in kökenine dair ufak bir hatırlatmayla bu meseleye yaklaşmak istiyorum:
Vahyin bize öğrettiği tarih anlayışına göre ilk insan, peygamberdir. Dolayısıyla söylenen tüm sözler ve fiiller, vahiy yahut vahyin denetimi altındadır.
Hz. Âdem (A.S), “şeyler”in isimlerini ve varlığın ontolojik kökenleri olan ilahi isimlerim taliminden sonra yeryüzünde aram buyurmuşlardır. Bu en basit şekliyle şu demektir:
Önce söz yani vahiy vardır; yani hakikat ve hikmet. Batıl ikincil ve antitez olarak ortaya çıkmıştır. Küfür edilgendir bu açıdan ve ortaya koyduğu tüm zihinsel üretimlerin içinde semavi hakikatlerle benzeşen ne varsa, etkileşim yoluyla içine almak zorunda kaldığı (ç)alıntıdan ibarettir.
Daha da netleştirelim:
Batıl(ı) düşünce üretimleri içinde aşkın ve müteal olana (vahyi hakikatlere) benzeyen her şey, semavi olanın önceliğinden gelen ve etkileşim yoluyla vahiyden çalıntılanmıştır.
Belki de bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) Tirmizi’de geçen bir hadiste “Hikmet, müminin yitiğidir; onu nerede bulursa alır!” buyurmuşlardır.
***
Şimdi yalnızca bu noktadan eleştirdiğim tutuma bakalım ve soralım kendimize: Kökenleri ilk insan yani peygambere dayanan ve Hz. Peygamber’le tamamlanmış bir dinin – Burada Hz. Adem’le Hz. Peygamber arasında gelen peygamberlerin tahrif olunmamış mesaj ve dinlerini de Kur’anın bize öğrettiği şekilde “İslam” içine dahil ederek söylüyorum- mensuplarının, teorik ve kavramsal alt yapısı daha dün denilecek kadar kısa bir zamana dayanan ve pratik çıktısı zulüm ve sefalet olan batıl(ı) sistemlerle İslam’ı şerh etme veya benzetme gayretleri ne kadar akıllıcadır???
Kur’an müessestir; tesis ve inşa eder.
Vahiy, kurucu öznedir: Başka her şey onunla şekillenmek durumundadır.
Tüm bunları göz önünde bulundurmaksızın ortaya koyulan hareketlenmeler, müminleri yorar ve incitir; ne kadar iyi bir niyetle yola çıkılmış olursa olsun…
İyi niyetler güzel şeylerin başlangıcı olmalıdırlar, kötü sonuçların bahanesi değil! (Osman)