Şimdiye kadar bana çeşitli zamanlarda, çeşitli kişiler tarafından 1 dakikadan daha az süreli (54 saniye uzunluğunda) ve Arapça bir video mükerrer olarak gönderildi. Benden başka çok kişiyle de çeşitli zamanlarda çeşitli kişiler tarafından aynı şekilde, internet ortamında paylaşılmış olduğunu tahmin ettiğim o kısa videoda, bej renkli takım elbiseli ve kravatlı, orta yaşlılığın biraz üstünde gözüken adam bir hafif müziğin eşliğinde ileri–geri yürüyerek ve el-kol hareketleri de yaparak, Türkçe alt yazısını aşağıda naklettiğim Arapça sözleri tane-tane söylüyordu:
“Şayet bir medeniyeti yok etmek istersen, bunun üç aşaması vardır: Aileyi yıkmak! Eğitimi yıkmak! Örnek olanı değersizleştirmek! Aileyi yıkmak için, anneye farklı bir rol biç; öyle ki, ev hanımı olmaktan utansın. Eğitimi yok etmek için, öğretmenleri toplumda itibarsızlaştır. Öyle ki, öğrencileri bile onlara hakaret edebilsin. Örnek olanları gözden düşürmek için, âlimleri ve fikir adamlarını değersizleştir, onlara şüpheyle bakılmasını sağla; ta ki onları kimse dinlemesin!”
* * *
Onun toplamı bir dakikadan bile az (54 saniye) uzunluktaki o videoda tane-tane söylediği bu sözler, zihnimdeki bilgilerimde, müşahedelerimde, hatıralarımda, düşüncelerimde ve yorumlarımda bazı çağrışımlara sebeb oldu. Şöyle ki:
1935 Yılında Barla’da telif edilen Risale-i Nur Külliyâtı Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte’de Bediüzzaman’ın ailevî geçimsizliklerle ilgili haberler duyması üzerine o mevzuda çalışan bazı şerli komitelerin biçare nisâ taifesini ifsada çalışması hakkında söyledikleri çok dikkate değerdir:
“İKİNCİ NÜKTE: Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaîyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi Cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaîyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçare nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.” (İslâm medeniyetinin ülkemizdeki kalıntılarını yıkmak için bazı ifsad komitelerinin çalıştığını Bediüzzaman 85 yıl önce 1935 senesinde söylemiş; 1935 yılından şimdiye kadar geçen 85 yılda o ifsad komiteleri daha da çok mesafe katetmiş olabilirler. Bunun halen ülkemizde ne derecede gerçekleşmiş olduğunu düşünmeliyiz.)
Bediüzzaman o sözlerinden sonra, “ailevî hayatlarından şekvalar (şikayetler)” ile ilgili olarak -evli erkeklere değil- onların karşı cinsi olanlara ders veriyor: “Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevî evlâtlarıma kat’iyyen beyân ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yeganesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!”
Bediüzzaman o dersinin aynı ifadelerini biraz sonra da tekrarlıyor: “Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.”
O bahsin sonuna doğru da Bediüzzaman “Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn” diyor.
Ülkemizdeki İslâm medeniyetinin kalıntılarını yıkmak isteyenlerin ülkemizde "aileyi yıkmak" için Bediüzzaman bir-iki komitenin 85 yıl önce de “kuzu postuna bürünmüş kurtlar” gibi “tesirli bir sûrette perde altında çalıştığını” hissettiğini söylemiş; onlara kapılmaktan korunmaları ve “biçare nisa taifesinin gafil kısmını" o şer komitelerinin şerrinden korumak için 85 yıl önce de, aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebinin yalnız dâire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabileceği dersini vermiştir. Bediüzzaman'ın 85 yıl önce vermiş olduğu o derse, ülkemizde İslâm medeniyetinin izlerini ortadan kaldırmak için çalışan şer komitelerinin faaliyetlerine karşı, şimdi çok daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır.
* * *
O kısa videodaki konuşmacının “Aileyi yıkmak için, anneye farklı bir rol biç; öyle ki, ev hanımı olmaktan utansın” sözleri, kadını “ev hanımı” olmaktan çıkarmayı ve evinin dışındaki bir işte çalışmaya teşvik etmeyi “kadını güçlendirmek” olarak niteleyerek bununla övünen aileden sorumlu bakanımızın sözlerini bana hatırlattı. O bakanlıkla ilgili İstanbul Cağaloğlu’ndaki resmî binanın girişinde insan boyunda bir afiş “Şiddet Nedir?” başlığı altında hep kadına karşı şiddet saydığı çok sayıda şeyden 1-Fiziksel şiddet, 2- Psikolojik şiddet, 3-Cinsel şiddet, 4-Ekonomik şiddet alt başlıklarıyla bahsediyordu. İnsan boyu kadar büyük o afişin altında da iri ve kalın harflerle “Aile İçi Şiddet Suçtur” yazısı yer alıyordu. “4-Ekonomik şiddet” alt başlığında yer alanlar arasında “kadının çalışmasına izin vermemek” de “kadına şiddet” sayılıyordu. Halbuki Türk Medenî Kanununda kadının evi dışındaki bir işte ancak kocasının izniyle çalışabileceği maddesi yakın bir geçmişe kadar yürürlükteydi; o madde değiştirilinceye kadar, devlet kendi vatandaşı olan çok sayıdaki kadına yıllarca şiddet mi uygulamış sayılıyordu!
* * *
Hem o insan boyundaki afişe “Şiddet Nedir?” başlığını, en sonuna da aynı büyük ve kalın harflerle “Aile İçi Şiddet Suçtur” alt yazısını koyup, öyle bir afişin içinde sadece aile içinde kadına şiddetten bahsedilebilir miydi? Aile içinde “erkeğe şiddet” olamaz mıydı? İstanbul Sözleşmesi ve ona dayalı olarak çıkarılmış 6284 sayılı kanundan sonra kadın cinayetlerinin çok artmasının, "erkeğe şiddet" sebebiyle de olabileceği düşünülmüş, araştırılmış ve o araştırmaların sonuçları yayınlanmış mıdır? Meşhur psikiyatri profesörlerimizden Prof. Dr. Ayhan Songar bir konferansının arasında, “Evli bir erkeğin karısından gördüğü eziyet, başka herhangi bir kişiden gördüğü eziyetin 200 misli daha fazla ona ağır gelir” demişti. Bunu ondan başka bilen uzmanlar yok mudur?
* * *
"Erkeğe şiddet" konusunda bilhassa büyük şehirlerimizde çok sayıda misaller yaşanmaktadır. Bunların bilinen ve yaşanmış olanlarının tümünden bahsetmeye kısa bir yazının hacmi kâfi değildir. "Adalet", bu kâinatın temel prensiplerinden biridir. Allah'ın "Adl" (Adaletin en yüksek derecesinde) ismi onun en büyük isimlerindendir (İsm-i Âzam). Her Cuma hutbesinde "Allah'ın adaleti emrettiğinden" bahseden Nahl Sûresi 90. âyeti Cuma namazı için toplanmış cemaate tekrarlanmaktadır.
* * *
O videodaki Arap konuşmacının ülkemizdeki İslâm medeniyeti izlerinin silinmesi konusunda ikinci olarak söylediği “eğitimi yıkmak” için öğretmenlerin toplumda itibarsızlaştırılması ve öyle ki, onların öğrencilerinin bile onlara hakaret edebilmesi hâlinin ülkemizdeki bazı misalleri bilinmektedir fakat bunun tüm ülkede araştırılmasının yapılarak sonucunun ortaya konulabilmesi çok zordur.
* * *
Aynı videodaki Arap konuşmacının üçüncü olarak söylediği "Örnek olanları gözden düşürmek için, âlimleri ve fikir adamlarını değersizleştir, onlara şüpheyle bakılmasını sağla; ta ki onları kimse dinlemesin!” sözüyle alâkalı olarak ülkemizdeki durum hakkında ilk anda şu akla gelmektedir: Ülkemizde nüfusumuzda yüzde 49,8 nisâ taifesidir. Bunların "İslâm şeriatına göre örtünmelerinin nasıl olması gerektiği" Kur’an âyetleriyle, hadislerle ve onları kaynak alan kitaplarla bildirilmiştir. Halbuki, bilhassa büyük şehirlerimizde "umumî yerlerde bile o dinî kaynaklarımıza çok açıkça muhalefet edenlerin sayıları" çok fazladır.
* * *
Türkiye’de personel sayısının 130 bin olduğu söylenen Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilâtı ve ayrıca İslâm dininin tebliğini şer’î delillerine uygun ve usulüyle yapabilecek çok kişi vardır.
İslâm dininin tebliğini, şer’î delillerine uygun ve usulüyle olmak şartıyla bu zamanda ve bu ülkede yapmanın bugünün Türkiye’sinde sadece Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosundakilere mahsus bir vazife olmadığı Risale-i Nur Külliyâtı'nın Hutbe-i Şâmiye ve Emirdağ Lâhikası adlı eserlerde, cihad-ı manevînin “farz-ı kifaye” bir mükellefiyet olmaktan çıkmış; onu usulüne göre ve ehil olarak yapabilecekler için “farz-ı ayn” dinî bir mükellefiyet hâline gelmiş olduğu belirtilmektedir.
Buna rağmen Diyanet İşleri Başkanlığındaki dinî irşad görevlilerimiz bile çok haksız tenkitlere ve “linç edilme” hâllerine maruz kalabilecekleri endişesiyle "kadınların örtünmesi" gibi bazı mühim mevzularda onların sadece Cuma namazı için camiye gelen erkek akrabalarına bile doğruyu söyleyemiyorlar.
Bu sebeble bilhassa büyük şehirlerimizdeki umumî yerlerde tesettüre aykırı haller içinde arz-ı endam eden nisâ taifesinin bu hallerinin önlenmesi için gerekenler yeterli olarak yapılmadığından, maalesef o yerler “gittikçe daha da büyüyen manevî yangın yerleri” haline dönüşüyor!
* * *
Bu haller, İslâm medeniyetinin ülkemizdeki bazı kalıntılarının gizli ifsad komitelerinin ifsadıyla yok edilmesi gayretleri ve ona karşı gerekli ve yeterli tedbirlerin alınamayışıyla ilgili olarak o kısa videodaki konuşmacının sözlerinin düşündürdüğü bazı üzücü gerçekler...