"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).]
Allah'ın bir ismi de Nur'dur. O yüzden Cenab-ı Hakkında yazabilmek için hakkımıza düşen karanlığa bakarız bir süre. İçimizdeki karanlığa. Karanlığı bilmeyen göz ışığı farkedemez. İçimiz karanlıktır bizim. Yalnızlığımız amansız. Dalgınlığımız tehlikeli. Şüphelerimiz boğucu. Tereddütümüz düşmek gibi. Bir öpmekte batmaya meyyaliz. Tüm kötü meziyetlerimiz içinde bir biliş, bir kaçınış, bir sığınış; işte o karanlık, o korku, o sakınma güdüsü, ardındaki aydınlığı gösterir bize.
Allah'ın bir ismi de Nur'dur. Nur, karanlık olmadan nasıl bilinebilir? Işığa muhtaç doğmuşuz, ama muhtaçlığımız hem karanlığın hem görmenin kendisidir. Hem dert hem derman. Acz mesleği dediğin şey, demek ki biraz da, siyahının şuurunda bir leke olmak. "İşte, şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir." Demek o lekeye ışık kondurmayacağız ki, ateş böceği olan aklımız, güneşin yerine özenmesin. Öyle ya! Kendini serapa 'alan el' görsen, 'veren el'i daha yakından tanırsın. Ne kadar eğilirsen yukarın o kadar yukarı olur. Ayna tozunu sildikçe, yani kendisinden başka şeylerden temizlendikçe, aynalığını güzel yapar.
"Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor; ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor."
Seviyesi farklı olabilir. Ama her insan karanlıktan ve karanlığa dair olandan korkar. İstisnasızdır bu. Ben, karanlık korkusunun da, bir nimet olarak içimize Allah tarafından konulduğunu düşünüyorum. Fıtrî birşey. Tıpkı şeytandan ve ateşli karanlığından Allah'a sığınmak gibi. İnsan karanlıktan korktukça ve onun zararlarından, kayıplığından, belirsizliğinden kaçtıkça imana yaklaşır. Sa'd-ı Taftazanî Hazretlerinin (Allah ondan razı olsun ve şefaatine nail eylesin bizi) iman hakkında; "Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur..." demesi cüz-ü ihtiyarinin ne için sarfedildiğini de sorduyor bize.
Sen karanlıktan kaçmak için ihtiyarını hicrete sarfedersin. Şerden hayra hicret edersin. Allah bu kaçışını nuruyla mükafatlandırır. Işığa doğru koşan elbette ışık bulur. Ama ışığa koşmak için de sırtımızı döndüğümüz yerde bir karanlık gerek. Karanlık yazdırır, karanlık korkutur, karanlık 'kara kara' düşündürür, karanlık içine düşülendir ve karanlık telaşlandırır. Karanlık "Koşmaya başla!" sinyalidir ruh için. Ve bizim her yazdığımız, içimizdeki karanlıktan (ki anlamsızlık da bir tür karanlıktır) Allah'ın nuruna kaçmak için çabalamamızdır. Ayet-i kerime buyuruyor ki: "(...) kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir."
Kalbi ürpermeyen neden koşsun? Acz ve fakr mesleğini kuşanacaksak Allah'ın kalbimize koyduğu tüm korkularla/uyarıcılarla tanışalım. Onlardan sakınmayalım. Onlardan sakınmak gaflettir. Kendimizi deşmemiş lazım. "Düşünmekse deşmektir." Çünkü onlardan kaçarken ancak Onu bulacağız. Kaçmamız için kaçacaklarımızla tanışmamız gerek. "O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım." Korkularınla barışmak korkunun yaptığı işi sevmekle mümkün. Ve ona da mana-i harfî ile bakarak birşeylerin parçası gibi algılamakta. Işığın ezanı gibi görmekle karanlığı. Annenin kucağına sığınmayı seviyorsan "Gel buraya!" diye bağırmasını da seversin. Karanlık, musibet, depresyon, sancı, ağrı, sıkıntı, hepsi veya her biri, bir ezan okuyor kulağımıza. Birşeye çağırıyor veya koşturuyor. Namaza gitmiyorsun. Ezana kızgınlığın bundan...