Emrullah Beytar ve Cemil Yüzer'in yazısı
BİR ÖZGÜRLÜKÇÜ OLARAK SAİD NURSİ
Bediüzzaman Said-i Nursi’nin vefatının ellinci yıldönümü dolaysıyla Nursi’nin hareketi ve misyonu üzerine onlarca yazılar yazıldı. Yazıların çoğu yeterli araştırmaya dayalı olmadığından dolayı içinde birçok yanlış ve eksikliği barındırdığını söylemek mümkündür. Nursi’nin misyonunu en güzel şekilde tanımlayacak olan şüphesiz eserleridir. Araştırmacılar eserlerinden yola çıkarak iftira ve hakaret boyutuna varmayacak şekilde farklı yorumlar ve çıkarımlar yapabilirler şüphesiz. Yazılarını belge ve delilerle süslendirerek okuyucuya güven veren Ayşe Hür’ün Nursi ile ilgili yazılarını anlamlı ve değerli bulmakla beraber üç önemli konuda delil göstermeden hüküm cümleleri kurması üzerine geçte olsa delillere dayanarak kanaatlerimizi söylemek istedik.
Said Nursi’nin İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile ilişki boyutu
Eşref Edip Fergan’ın 23 Mart 1966 tarihli Yeni İstiklal Gazetesinde “Bediüzzaman’ın hürriyet/özgürlük mücadelesindeki celadet ve şehameti o derecede idi ki, herkesin ağzını açmaktan korktuğu, işaretle konuştuğu bir zamanda, onun bu kadar cesaret ve celadet göstermesi, zamanın havsalasına sığmadı” şeklindeki ifadeler ve 1900’lu yılların başında kendinse Kürt aşiretleri tarafından sorulan “özgürlük nedir?” sorusuna, “bu soruya ancak yirmi seneden beri onu, hatta rüyalarında takip eden o sevda ile her şeyini terk eden birisi size güzel cevap verebilir” şeklindeki cevabı ve bunları tamamlayan daha onlarca cümlelerinde anlaşılmaktadır ki Nursi’nin sabitlerinden birisi hürriyet/özgürlüktür. “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” sözü tüm bu iddialarımızı ispatlayan en güzel delil olduğu düşüncesindeyiz.
Nursi bu dönemde yazdığı makalelerde imanla özgürlüğü, İslam’ın ilk dönemleriyle meşruti yönetimler arasında doğrudan bir ilişki kurarak sultan Abdulhamid’in istibdadına karşı çıkmıştır.
Nursi özgürlük sabitesini hayata hakim kılarak toplumun üzerindeki perdeyi kaldırmak istemektedir. Bunun içinde özgürlük yanlısı olan her kesimle dirsek teması içerisinde olmuş, ön yargıdan uzak bir tutum içerisine girip farklı kesimlere giderek özgürlük için katkı ve destek istemiştir. Bu gaye amacıyla o gün sekiz farklı cemiyete üye olmanın yanında üye olmadan farklı kesimlerle özgürlük adına ortak çalışmalar yapmıştır. Nursi’nin; sultanın sert istibdadına karşı özgürlük adına dirsek teması içinde olduğu gruplardan birisi de şüphesiz İTC olmuştur. Nursi’nin belli bir süre özgürlük yanlısı bir tutum içerisinde olmuş olan İTC ile ortaklaşa hareket ettiği kendine sorulan “Vehim: Sen Selanik’te İttihat ve Terakki ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?” sorusuna vermiş olduğu cevaptan anlamaktayız. Nursi; “ben ayrılmadım onların bazıları ayrıldılar…ben Selanik’te meydan-ı hürriyette okuduğum nutuk ile i’lan ettiğim mesleğimi şimdi de onu takib ediyorum ki…” ifadelerden onlarla o zaman var olan ortak paydalarını söyledikten sonra onların iktidara gelmeleriyle beraber istibadı daha pis bir kaptan bize içirttiklerini söyler. Özgürlük yanlısı İTC’nin eksen değiştirerek istibdada sarılması onların içindeki özgürlükçü kanadın ayrılmasına yol açar ve bu kanat daha sonra Ahrar Fıkrası adı altında mücadelesine devam eder. Nursi; Abdulhamit’in istibdadına karşı nasıl ki İTC’nin yanında yer almayı tercih etmişse aynen bunun gibi İTC’nin şiddet ve istibdadına karşı da özgürlükçü Ahrar Fıkrasının yanında yer alır. Cumhuriyet döneminde çok partili hayata geçişten sonra CHP’nin totaliter çizgisine karşı özgürlükler lehine bir karşı ağırlık olarak gördüğü DP’yi destekleyen Nursi, Eski Said dönemindeki meşrutiyet, meclis, anayasa ve meşveret konulu düşüncelerine benzer söylemler üretmiştir.
Nursi’yi cumhuriyet döneminde memleket memleket sürgün ettiren, tecrid-i mutlakayı yaşatan zihniyet, bir zamanlar özgürlük adına ortaklaşa çalışmalar yapan İTC zihniyetinden başka bir zihniyet değildir. Nursi’nin sık sık dile getirdiği şiddet ve istibdad yanlısı –Gizli komite- İTC’den başkası değildir. Kısaca Nursi’nin ittihatçılarla birlikteliği sürekli olmayıp konjönktürel olduğu anlaşılmaktadır. İttihatçıların istibdada ve şiddete başvurmaları neticesinden yolların ayrıldığını görmekteyiz.
Said Nursi ve Ermeniler
Nursi’nin 1915 olayları ile ilgili doğrudan olumlu veya olumsuz bir sözüne rastlamış değiliz. Bunun sebepleri üzerinde durmak ve analizler yapmak mümkündür. Kanaatimiz odur ki Nursi’nin 2 Mart 1916 da Bitlis’te Rus’lara esir düşmesi ve üç yıla yakın süren esaret hayatının yanında o günkü koşullardan kaynaklı imkansızlıkları sebep olarak saymak mümkündür. Nursi’nin 1915 olaylarından sonra doğrudan bir sözü olmasa da 1915 olayları yaşanacağını ya önceden sezmiş veya o gün hükümetin böyle bir planı olduğu kamuoyunca biliniyor olması gerekir ki başta Kürtleri olmak üzere diğer Müslüman etnik grupları Hükümetin politikalarına alet olunmaması noktasında uyarılarda bulunduğunu görmekteyiz. 1913 yılında meşrutiyeti Kürtlere anlatmak için çıktığı seyahatte kendisine sorulan sorulara vermiş olduğu cevaplar, o gün olduğu gibi bugün de anlamlılığını ve manidarlığını muhafaza etmektedir.
“Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyanet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz? Sorusuna karşı Nursi; “Düşmanlığın sebebi olan siyasi baskılar bitti. Tahakkümün ortadan kalkmasıyla dostluk hayat bulacak. Size bunu kat'iyen söylüyorum ki, şu memleketin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya bağlıdır…” dedikten sonra ki cümleleri 1915 olaylarına işaret ettiği düşüncesindeyiz. Nursi; “Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Adem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi (Önünde, dikenli bir ağacın kabuğunu soymak kadar güç engeller var. (Arap atasözü)'dır. Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilândır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar…” şeklindeki ifadeleri o gün hükümette olan İttihat ve Terakki’nin Ermenilere yönelik kirli planlarına işaret etmiş ve bu planın kimseye faydası olmadığı gibi ahlak, vicdan ve İslamiyet’ten de uzak bir anlayışın ürünü olduğu vurgusunu yapmaktadır.
Nursi, “Şu memleketin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir…” ve “Amma, komşularımız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevk eden Ermenilerle kemal-ı memnuniyetle dost olup elele vereceğiz. Zira husumette fenalık vardır. Husumete vaktimiz yoktur…” cümlesi “Ermeni vatandaşlarımızla bilkülliye umuru dünyeviyede kardeşiz. Zira her vecihle birbirimize lazım ve melzum kabilindeyiz. Fakat ben camiye gidip itikadım üzere ibadetimi eda, o da kilisesinde ibadet eder” şeklindeki beyanatları muhtemel kışkırtmalara karşı halkın ihtiyatlı ve itidallı olması gerektiği vurgusunu yapar. Nursi ayrıca hükümetin Ermeni yurttaşlara adaletle davranmadığını “Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik…” cümleleriyle dile getirmektedir.
Rusların Doğu’ya girmesiyle beraber Ruslarla işbirliği yapan bazı Ermeni komitelerin o bölgede yaşan Müslümanları öldürüyor olmalarına rağmen Nursi’nin savunma yaptığı Bitlis ve Van civarlarındaki Masum Ermenileri muhafaza ediyor olması, Ermeni Fedailerin tutum değiştirmesine sebep olduğunu Nursi; “Madem molla Said bizim çoluk çocuğumuzu kesmedi, bize teslim etti. Bizde bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz diye ahdettiler..” cümlesiyle daha sonralarında bizzat kendisi dile getirmektedir.
Said Nursi ve Teşkilat-ı Mahsusa
“Gizlilik şüpheyi davet eder, ihfa ve havf (gizlilik ve korku) riyadandır. Benim gibi, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız insanın bir fikri gizli kalmaz” diyen Said-i Nursi, Teşkilat-ı mahsusa gibi bir örgüte girmesi mümkün müdür acaba?
Teşkilat-ı Mahsusa’yı o dönemin tanınmış isimlerden Ahrar Partisi taraftarı Serbesti Gazetesinin sahibi Mevlanzade Rıfat, “Türkiye İnkılabının iç yüzü” isimli kitabında “Teşkilat-ı Mahsusa gayri resmi ve gayri mesul bir eşkıya ocağından başka bir şey değildi. Teşiklat-ı Mahsusa hükümet, kanun mevzuatının müdahalesinden masun, hareketinde müstakil, İTC’nin katil ve yağmacılarından meydana gelmiş bir eşkıya grubuydu.” demektedir. Bu teşkilatın mahiyeti ne olursa olsun Nursi’nin bu teşkilata üye olduğuna dair en küçük bir emare bulunmaktadır. Hal böyle olmasına rağmen Cemal Kutay’ın iftiraları ve Necmettin Şahiner’in bunları gerçek sanmasından başka hiçbir emare bulunmamasına rağmen Nursi’yi bu teşkilatla ilişkilendirmeye çalışmak, tarihi bir gerçekliği yansıtmamaktadır.
Nursi’nin bu teşkilatla üye olduğuna dair en küçük bir delil olmamasına karşılık bu teşkilatı yeren onlarca ifadeleri bulunmaktadır. Mevlanzade Rıfat’ın tesbit ettiği gibi bu teşkilat bütün işlerini gizli ve İttihat ve Terakkinin talimatlarına göre hareket etmektedir. İTC hakkındaki reyin nedir sorusuna karşılık Nursi; “…siyasiyunlarındaki şiddete muterizim…” veya 31 Mart olayına karıştığı iddiasıyla Divan-i Harbi Örfi’de “şimdi yeni hafiyeler eskisinden beterdirler” diyerek Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarını ve Abdulhamid’in jurnalcilerini arattığını imaen ifade etmiştir.
Her şeyini talebeleriyle paylaşmış olan Nursi’nin böyle bir teşkilatla ilişkisini sadece Cemal Kutay’a anlatması Cemal Kutay’la birlikte Nursi ile görüşmüş bulunan Eşref Kuşcubaşı’nın ölümünden sonra böyle iftiralarla ortaya çıkması manidardır.
Yazılarını zevkle okuduğumuz sevgili Ayşe Hür’ün, başta Said Nursi’nin yazdıkları olmakla beraber, Kutay’ın iftiralarından daha kuvvetli delil ve belgeler sunarak konuyu ele almasını isteriz. Zira geleceğe aday olmamız dolaysıyla bizleri ikna edecek tek şey delildir. Başta da söylediğimiz gibi, ümit ederiz sevgili Ayşe Hür diğer birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bizleri yeni çalışmalarıyla aydınlatır.
Kaynakça:
Münazarat, Bediüzzaman Said Nursi
Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman Said Nursi
Mufassal Tarihçe-i Hayat, Abdulkadir Badıllı
Mevlanzade Rıfat: Türkiye İnkılabının iç yüzü
Yeni Zemin Dergisi 1993 12 ve 13.sayıları
TARAF