Bir zamanlar bir 'cemaat' vardı bu ülkede. 'Nam-ı Celil-I Muhammedi (a.s.v) dünyanın dört bir yanında şehpal açması' için gayret gösteren bir cemaat. Bizler 'muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur' diyen bir cemaat. 'Vurana elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek' diyen bir cemaat. Teeeni, dikkat ve maslahat yörüngeli hareket eden ve böyle yaptığı için de hiç şaşırmayıp hep isabet eden bir cemaat! Hoşgörü, diyalog, mülayemet, ötekine saygı diyen bir cemaat. 'Adanmışlar topluluğu', 'hasbiler ordusu', 'mefkure kahramanları', 'altın nesil', sahabeden sonra ikinci kuşak olan 'ikinci yeniler', mehdinin askerleri olan bir cemaat. Onların Allah'ı sevdiği ve Allah'ında onları sevdiği kesin olan bir cemaat. Dünya nimetlerine zerre kadar tenezzül etmeyip hepsini elinin tersiyle iten 'ukba buudlu', gözleri maveraya dikili, yüce idealine çivili seçkin ve seçilmiş bir cemaat.
Ve ne hazindir! Böylesi mümeyyiz vasıfları haiz olan bir cemaat, son dönemlerde adı şantaj, montaj, dublaj, darbe ve tecessüs ile anılan, zerre miskal dünyevi bir menfaat için en yüce kutsalları bile alet ve feda edebilen, ülkenin en sevilen ve en başarılı dindar Cumhurbaşkanına 'Firavun', 'Nemrut', 'Yezid', 'Dakyanus' gibi sıfatları reva görebilen ve buna mukabil ülkenin en azılı düşmanlarıyla el ele, kol kola, gönül gönüle olabilen, askeri darbe dahil amaca ulaşmak için her türlü aracı meşru gören, ülkenin en mahrem sırlarını en azılı düşmanlara servis etmekten çekinmeyen ve bütün yayın organlarıyla sabahtan akşama kadar seçilmiş bir iktidarı karalayan bir 'paralel yapı'ya dönüştü. Hep öyle miydi yoksa sonradan mı dönüştü? Eski defterler dikkate alındığında sahneye çıktığı ilk günden bu yana 'paralel bir yapı' olduğu izlenimi veriyordu maalesef. Bu durum, Müslümanlığı temsil etme makamında olduğunu iddia eden bir topluluk için çok acı bir tablo. Ve bu imaj kirliliği sadece onunla sınırlı kalmayacak diğer saf ve temiz bütün muhafazakar cemaatler de bundan ister istemez payını alacak. Bu, altından kalkılması imkansız çok büyük bir vebal olsa gerek. Peki cemaatin üst makamında bulunan zevat bu vahim tablonun farkında mı? Açıklamalara bakılırsa bu soruya müsbet bir yanıt vermek imkansız gibi görünüyor. Bunlar sadece birer açıklama değil her biri ibretlik birer “savrulma” örneği aynı zamanda. Önce en tepedekinden başlayalım:
Peygamber ile aldatma.
'Ashab-ı Kehf'i düşününüz. O insanlar, Dakyanuslar tarafından kurulan çarmıhlar karşısında dişlerini sıkıp sabretmişlerdir. Her zaman bir kısım Dakyanuslar olacaktır. İnançta, düşüncede, dünya görüşünde, hayat felsefesinde onlarla aynı şeyi paylaşmıyorsanız, biat etmemiş iseniz şayet, birkaç ay içinde üç defa yol, yöntem ve din değiştiren ehl-i nifakın sizi çepeçevre musibetler sarmalı içine alması kaçınılmazdır. Her dönemde Dakyanuslar vardır! Fakat inanın, ne Seyyidina Hazreti Musa'nın çektiğinin onda birini çekiyorsunuz, ne Hazreti İsa'nın, ne Hazreti Zekeriya'nın, ne Hazreti Yahya'nın, ne Hazreti Nuh'un, ne Hazreti Lut'un, ne de İnsanlığın İftihar Tablosu Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın çektiğinin onda birini çekiyorsunuz. ...O kadar hizmet, o kadar Cenâb-ı Hakk'ın muvaffakiyeti, o kadar teveccühât-ı Sübhâniye ve şimdiye dek belki bin defa –mübalağa etmiyorum– Hazreti Rûh-u Seyyidi'l Enâm'ın iltifatına mukabil bir kısım sıkıntıların olması tabii değil mi?! İnsan olan insanların rüyalarında temessül buyuruyor: 'Ben sizden hoşnutum, yaptığınız şeylerden. Durduğunuz yerde dişinizi sıkın, kemâl-ı sabırla sabredin, dimdik durun! diyor.' (F.Gülen)
Evet bu satırlara göre cemaat mensuplarının hepsi Ashab-ı Kehf ve tabiî ki kendisi de Ashab-ı Kehfin lideri. Buna karşın başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri ve onları destekleyen milyonlarca insanın hepsi Dakyanus. Yine kendileri Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz. Nuh ve İnsanlığın İftihar Tablosu Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm olurken karşısındakiler, Nemrut, Firavun, Eb-u Cehil, Eb-u Leheb, Utbe ve Şeybe oluyor. Kendilerini peygamberlik makamının takipçileri olarak görürken karşısındaki diğer müminleri, müşrik ve kafirlerin takipçileri olarak görebiliyorlar. Yani daha avam bir dil ile söyleyecek olursak paralel yapı, Ashab-I kehf ve Ashab-ı Kiram olurken cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri ve onları destekleyen milyonlarca Müslüman -haşa- kafir ve müşrik oluyor. Ama bitmedi diğer cümle daha vahim. 'O kadar hizmet, o kadar Cenâb-ı Hakk'ın muvaffakiyeti, o kadar teveccühât-ı Sübhâniye ve şimdiye dek belki bin defa –mübalağa etmiyorum– Hazreti Rûh-u Seyyidi'l Enâm'ın iltifatına mukabil bir kısım sıkıntıların olması tabii değil mi?! İnsan olan insanların rüyalarında temessül buyuruyor: 'Ben sizden hoşnutum, yaptığınız şeylerden. Durduğunuz yerde dişinizi sıkın, kemâl-ı sabırla sabredin, dimdik durun! diyor.'
Kuran ile aldatma.
'Türkiye'de bir başbakan ve hükümeti var ki, tatminsiz bir hırsla belki tarihin en büyük, en kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet bataklığına düşme suçlamasına muhatap ve bunu örtmek için, dünyanın her tarafında hiçbir ferdi yolsuzluk, hırsızlık, zina, fuhuş gibi fiillerle anılmamış yüz binlerce mensubu bulunan masum bir Cemaat ve onun masum ve mazlum bir rehberine her gün tarihte eşine rastlanmadık yalan ve iftiralarla hücum ediyorlar; bununla kalınmıyor, görevlerini hakkıyla yapmaktan başka suçu olmayan binlerce Emniyet ve Yargı mensubu, memur ve bürokrat, zulüm üstüne zulme maruz; Zulmedenlere destek olmayın; yoksa size ateş dokunur.' (A. Ünal)
Bu satırların yazarı bir gün olsun aynaya bakmamış gibi. Ve kendi cemaat üyelerinin çirkin ve belden aşağı tezviratına. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve çevresi için reva görülen vasıflara: İrancı olması, Ruhani tarafından büyülenmesi, Mut'acı olması… Sayın Ünal acaba bir gün, sabahtan akşama kadar CHP'nin propagandasını yapan ve etnik milliyetçilik tohumları eken kendi tv kanallarına bakma zahmetine katlanmış mıdır? 'Binlerce masum Emniyet ve Yargı mensubu, memur ve bürokrat, zulüm üstüne zulme maruz' öyle mi? KCK ve Ergenekon gibi davalarda binlerce masum insan uyduruk gerekçelerle hapse atılıp hayatları karartıldığında siz nerdeydiniz, adalet neden hiç aklınıza gelmedi? Gelmez, çünkü o fiilerin faili bizzat sizlerdiniz. O masumları sizler yaktınız ve sonunda ateş size de dokundu. Sadece onun için değil Allah’ın ayetlerini kendi heva ve heveslerinize göre konuşturduğunuz için, tahrif ettiğiniz için.
Trajik konumlar.
'Derdim ve davam İslam, İslam dünyası ve İslamcılıktır. İslamcılık bu toprakların en eski akımıdır, bu topraklara aittir; Batı'dan etkiler almışsa da 'batıcı' değildir. Bu harekete milyonlarca mü'min erkek ve mü'min kadın emek vermiştir.'(A.Bulaç)
Bu camia içinde trajik bir konumda bulunan tek isim Ali Bulaç galiba. İslamcı bir gelenekten gelen Bulaç, yıllardır bu camia içinde yazıp çiziyor. Geçen sene ortaya çıkan İslamcılık tartışmalarında ateşin bir üslupla İslamcılığı müdafaa etti. Kime karşı? Yine kendi gazetesindeki İslamcılık düşmanı bazı kalemşörlere karşı. O dönem tartışmalarında İslamcılık aleyhinde en fazla yazının yayımlandığı gazete hiç şüphesiz ki Zaman Gazetesiydi. Özellikle yorum bölümünde İslamcılıkla ilgili ağza alınmayacak şeyler yazıldı/çizildi. Bulaç, bütün bunlara bizzat şahit olmasına rağmen hala orada kalıp onları temize çıkarma telaşı içine giriyor. İsrail karşıtı bütün samimi İslamcıları ve müminleri fişleyen, dinleyen, karalayan ve yukarıda bahsi geçen yığınla 'hurafe'ye nas gibi inanan bir yapı içinde durmayı sürdürmek hangi akla hizmettir, anlamak zor gerçekten. Her fırsatta Ak Parti ile İslamcılığı mukayese eden yazarımız bir gün olsun içinde bulunduğu yapıyla İslamcılığı mukayese etme zahmetine katlanmıyor nedense. Geçmişte bu yapıya ve onun liderine en sert eleştirileri yönelten kendisi bugün ise –ki en fazla eleştirilmesi gereken bir zamanda- ona absürt bir şekilde sahip çıkan yine kendisi. Etyen Mahçupyan, Hüseyin Gülerce, Ahmet Taşgetiren, Mustafa Ulusoy gibileri yaşanan faciayı gördükten sonra ayıldılar ve ayrıldılar. Ama 'bura'da olması gereken Bulaç hala 'ora'da. Bütün bunları gördükten sonra Atasoy Müftüoğlu Hoca'nın 'Ülkenin en büyük sorunu “Paralel Yapı” sorunudur' tespitine katılmamak ve hepsine yürekten 'amenna' dememek mümkün değil.