Bediüzzaman’ın eserlerinin birçoğu roman terminolojisine göre yazılmış, bunlardan biri de bir biyografik roman olan İhtiyarlar Risalesi. Bediüzzaman eserinin “hüsn-i ifadeyi” muhafaza edemediğini söylerse de, bu eser insanı saran bir psikolojik derinlikli bir metin.
”Başımdan geçen bazı halatı yazacağım“ demesi onun biyografik bir eser olduğunu gösterir. Hem de otobiyografi, yani yazarın kendi hayatını kaleme aldığı roman tarzı.
Bediüzzaman perspektif şampiyonu. Bazen uzaklardan bakar, bazen yakından bakar. “Hatta birgün kedilere baktım” der. Şimdi burada da “ihtiyarlığa girdiğim zaman, bir gün güz mevsiminde ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım…” der. İhtiyarlık, güz mevsimi, ikindi vakti zaman olarak. Ortak üçü ayni hissediş tarzına sahip. Sonra “gördüm ki ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından ihtiyarlık beni ziyade sarstı.”
Şimdi de kendine bakar: ”Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyasi-i Mısri’nin, ’Günde bir taş-ı binayı ömrümün düştü yere –Can yatar gafil binası oldu viran bihaber’ dediği gibi ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim emellerim kopmaya başladılar.”
İhtiyarlar Risalesinde Peygamberimizi (asm) anlattığı yerler mücmel ve vurucu cümlelerden oluşuyor.
“Başta Şefiimiz (1) olan Habibullah aleyhisselatü vesselam ile bütün dostlarımıza kavuşmak alemidir.
“Evet bin üç yüz elli senede her sene üç yüz elli milyon insanların Sultanı (2) ve onların ruhlarının mürebbisi (3) ve akıllarının muallimi (4) kalplerinin mahbubu (5) ve her günde essebebi kel fail sırrınca bütün o ümmetinin işlediği hasenatın bir misli sahife-i hasenatına ilave edilen ve şu kainattaki makasıd-ı aliye-i ilahiyenin medarı (6) ve mevcudatın kıymetlerinin tealisinin sebebi (7) olan O Zat-ı Ahmediye Aleyhisselatüvesselam dünyaya geldiği dakikada ümmeti ümmeti rivayet-i sahiha ile keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes nefsi nefsi dediği zaman yine ümmeti ümmeti diyerek en kudsi ve en yüksek bir fedakarlık ile yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan (8) bir zatın gittiği aleme gidiyoruz. Ve O Güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir aleme gidiyoruz.
“İşte O Zatın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi Sünnet-i Seniyyeye ittibadır.”
Şefi, Sultan, mürebbi, muallim, mahbub, sebeb, imdada koşan yedi özelliğin içi eserlerinin birçok yerine dağılmış.
Sıfatların derinliğine bak, meyusane bir hüzün, nedametkarane bir teessüf, istimdadkarane bir hasret /hissetmek. Bu derinliğe bak Türkçemizi katledenler utansın. Meyusane nere, ümitsizce nere, nedametkarane nere pişmanca nere, istimdadkarane nere imdad edercesine nere.
Şurada kainatın ve insanın anlamını bir paragrafta nasıl icmal etmiş, özetlemiş:
”Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde halkeden bir Sani-i Zülcelal, mümkün müdür ki, o şehirde, o sarayda en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin. Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irade ve ihtiyar ve tanzim ve tezyin etmiş (dört fiil yaratılışın safahatı önce istiyor irade ediyor, sonra onu yapmak için karar veriyor ihtiyar, sonra yarattığı şeyi düzenli hale getiriyor, sonra süslüyor. Çok zengin bir metin bu metin. HU) elbette nasıl ki yapan bilir öyle de bilen kon uşur. Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgah yapmış, elbette bize karşı münasebatını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı bulunacaktır.”
Halketmek, misafirleriyle konuşmak, irade, ihtiyar, tanzim ve tezyin, yapmak ve konuşmak ve konuşmak için kitap göndermek. Koca bir dini nasıl bir cümlede icmal etti bütün şubeleriyle. Bu imani eserlerin insanlara telkinini engellemek, bu ülke gemisinin dibini delmektir, akılsız garip adamlar. Ama insafsızlığınızın bedelini ahirette göreceksiniz.
Şimdi aynı özetleyici tarzı ile Kur’an‘ı anlatır:
“İşte bu kudsi defterin en mükemmeli, kırk vecihle mucize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve herbir harfinde asgari olarak on sevap ve on hasene ve bazan onbin ve bazen leyle-i Kadir sırrıyla bir harfinde otuzbin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-ı berzah veren Kur’an-ı Muciz’ül Beyandır. Bu makamda ona rekabet edecek kainatta hiçbir kitap yoktur ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur’an Semavat ve Arzın Halık-ı Zülcelalinin Rububiyet-i mutlakası noktasından ve azamet-i Uluhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti canibinden gelen kelamıdır, fermanıdır, bir maden-i rahmetidir, ona yapış. Her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her yese bir rica içinde vardır. İşte bu ebedi hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip, kabul etmek ve okumaktır.”
Kudsi defter, kırk vecihle mucize, dillerde gezen, nur serpen, on, on bin, otuzbin hasene, meyve-i cennet, nur-ı berzah, kelam, ferman, maden-i rahmet.
Ona yapış diyor, oku demek değil bu. Bu kadar kısa bir cümlede hem tanıtma hem ona çağırma, okumaya teşvik, cennete, kabire nur taşımak. Var mı böyle bir cümlede icmal ve tanıtma ve sevdirme?
Elli sahifelik İhtiyarlar Risalesinde bak şurada yaratılışı yorumladı, Peygamberi tanıttı, anlattı, ikna etti, sonra Allah’ın konuşma gereğini anlattı, sonra kitabını anlattı. Herkes bu kitabı anlatsın.
Bir gün lisede öğrenciydim, bir ihtiyar gelmişti Kümbed’e. Kırkıncı Hocam, "Himmet bu adama İhtiyarlar Risalesini okudun mu" dedi. Öyle ya. Bütün ihtiyarlara bu kitabı vermek, dağıtmak, onlara okumak ne kadar harika bir psikanaliz, ruh tamiri. Freud travma geçiren bir kadınla altı ay konuşmuş sonra kadın tedavi olmuş. İşte en büyük psikanalist terapist Bediüzzaman.
Bir terapi romanıdır İhtiyarlar Risalesi…