Sezai Karakoç, cumhuriyet dönemi şairlerindendir, bizim cumhuriyetimiz kimseye doğrudan bire bir eleştiri imkanı vermemiştir, bu neden, eğer yaptığınız iş kusurları bir şekilde kapatmaya dayanıyorsa eleştiriye dayananamazsınız.Bizim cumhuriyetimiz yukardan inmemi dir yoksa aşağıdan gelme midir. Bu konu çok çetrefilli ve karışık bir konudur, onu orda bırakalım. Tanpınar kurumların göstermeliğini Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında ironik bir eleştiri ile gösterir, ama duyduğumuza göre eleştirilerinin her ne kadar kapalı ironi olmasına rağmen çekindiği söylenir.Abdüllah Şinasi , Selim İleri , Yahya Kemal daha başkaları hep kaybedilen hayatımızın kudsiyet ve romantizmine ağlarlar, Bediüzzaman ise ağlamaz, yeni bir nesil ikamesi için önce derin bir iman temeli inşa edilmesi gerektiğine inanır, onun üstüne ikame edilebilir başka herşey.Bediüzzaman bugün olmuş korkulan adamdır, ölmüş alytmış yıl olmuş daha dün ölmüş gibi hakaretlere maruz kalır, bu onun büyüklüğünün göstergesidir.Tanpınar’ın Huzurromanı ile Bediüzzaman ‘ın Ayet ül Kübra romanı transkirite edilse huzurun nasıl elde edileceği görülür.
Türkiye’de kurallı eleştirinin kaynağı batının filozofedipleri ile filozofları sayesinde oluşturulmuştur.Ruso , Monteskiyo,Volter, daha başkaları eleştirinin ne olduğunu anlatmışlardır.Namık Kemal Ruso’yu iyi okumuştur,onlara benzemek ister. Ama bizim solun gerçekten eleştiri bilen bir iki adamı vardı onlar da öldüler, ondan sonrakiler bir kavmi necib gibi küfretmeyi eleştiri sanarlar, aslında onlar birilerinin adına bağırırlar, asıl olan onları ortaya süren kişilerdir; onlar ortaya çıksa daha iyi tebellür eder hakikat.
Karakoç devrin bu hakikati cam netlilğinde söyleyememe kuralına uyarak açıktan Necip Fazıl gibi eleştiri yapmaz, Necip Fazıl tabutu ile dolaşır , Bediüzzaman gibi . Sezai Bey ise ikinci yeninin dolaylı üslubunu seçmiştir, haklı olarak herkes kılıç kalkan kuşanamaz, kılıç arkada hissetdilird, ama mana budur denmez.
Bu çalışma Sayın Karakoç’un şiiri üzerine bir deneme yorumdur.
Sezai Karakoç 1950 ‘den 2000 yılına kadarki süre içerisinde Türkiye’yi bir şair gözü ile anlatmıştır. Akif, Necip Fazıl ile parelellik gösterse de Karakoç onlardan bazı yönleri ile ayrılır. Onlar Karakoç’a göre realitenin şairidirler. Ama Karakoç elli yıllık süreç içerisinde geçen geçen olayları imajist ve sembolist, zaman zaman da realist bir yorumla değerlendirir. Onun şiiri çok katmanlı manalar içine alan bir genişliktedir.
Türkiye’nin son elli yılı içinde demokrasi ve hukuk anlayışı geliştikçe yazar ve şairlerin devletle olan münasebetleri çeşitlilik göstermiştir. Bir ülkede hukukun açısı dar ve birilerinin menfaatine endeksli ise o ülkeden büyük sıkıntı fikir adamlarınındır. Fransız demokrasisi hukukdaki gelişmeler doğrultusunda demokrasi olma özelliği kazanmıştır. Batıda demokrasi açısının büyümesi çok büyük huzursuzluklar sonucu olmuştur.Batı demokrasiyi yaşayarak elde etmiştir, biz de ise tepeden gelmedsir. Son yüzyılın garip Türkiyesi‘nin panoramik romanının eleştirel gözü Sezai Karakoç şiirinin en önemli niteliği eleştirel ve panoramik olmasıdır. Onun şiirinin panoramik yapısı bütün Avrupa’yı, Anadolu’yu, Osmanlıyı Cumhuriyeti, kadim zamanları, Kuran’daki ihata edilmez zaman şeridini, arşa uzanan tabir edemediğimiz bizim zaman birimimiz arkasındaki zamanı içine alır. Onun şiir ve panoramik gözünün coğrafyası da bu zaman, birimi içinde kavranamaz bir muhittir. Sezai Karakoç romanının, yerine göre fiction poetinin bakış açısı durmak dinlenmek bilmeyen bir ihata ile bire bir değil imgeci bir anlayış içinde çok anlamlı cümleler ve imajlarla eleştiri yapar. Eleştirinin düşman kazanmak sanatı olduğu bir ülkede o dolaylı ve çok katmanlı cümleler ile konuşur.
Onun Panoramik romanının şahısları mukaddes kitapların özellikle Kuran’ın şahıs kadrosudur. Bütün peygamberler onun şiirinde insanın kadim varlık ve insanlık tecrübesinin temsilcileri olarak görülür. Zaman zaman, insana ve devire, olaylara hitap ederler. Sezai Karakoç onların anlattıklarını, asrın onlara bigane kalışını anlatır. 0 bu şahıslar karşısında tarafsız bir anlatıcı gibi notür davranmaz. Onlardan yana tavır alır, onları alkışlar, onlara karşı tutumları eleştirir. Onun romanının mekanları da yine Kuranî mekanlardır. Bu mekanlarda cereyan eden olaylara bir süpervizor gibi mekanı dolduran kişilerle bakar.
Onun ponoromik gözünün gördüğü ve eleştirdiği bir gurup da filozoflardır. Onların öğretilerinin belirgin vasıflarını kısa ve veciz cümlelerle ifade eder. Sezai Karakoçun eleştirel romanının kurgusu ise büyük demir yolunda hareket eden bir terene benzer. Tren yolunun tünelleri ise onun büyük ve uzun nefesli şiirleridir. Monna Roza, Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Leyla ile Mecnun, Ayinler, Alın Yazısı Saatidir, tünellere imgenin karmaşası ile girilir ama tunel veya tuneller bitiıce düşünce zenginleşir ve biçimlenir, tefekkürün zenginliği insanı da zenginleştirir.
Sezai Karakoç’un imgeci şirinin içine girmek onun dünyasına aşina olmaya bağlıdır, onun eleştirel gözünün niteliğini ve bakış açısının odaklandığı noktaları bilmeyene şiirler, manası eksikmiş gibi gelir, onun dünyasında bir süre konaklamayan sözlerini absürd gibi görür.
Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlarım
Gelin duvağından kopan bir rüzgar
Bu rüzgar yüzünden bulutlar yarım
Bu rüzgar yüzünden bana olanlar 9/
Bu büyük romanın bakış açısı, yazar anlatıcısı şair kendini mi anlatır, yoksa ortaya koyduğu bir prototiple mesajlar mı vermek ister.
“Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlar”
Uçurtması yırtılan yazar mıdır yoksa, şiirdeki bir başkası mı?
Hayat bir oyun ve eğlenmedir, herkes bir uçurtmanın peşindedir, ama fikir ve sanat adamlarının oyunu ciddidir, onların uçurmalarını uçurmaları için rüzgarın yani devrin yeterli olması gerekir, devir içindeki her şey içine alır.
Rüzgar yazarın, sanatçının, dava adamının, ideal adamının oyununu oynamasına engel olunca şair bunu temsilen
Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlarım, diyerek, devirden ve başka şeylerden şikayetini ortaya koyar.Divan şiirinde rüzgar devirdir.
Yağmur duası şiirinde de yine şair veya şiirdeki tip bu sefer kendisine yeterli yaşama ufku açmadığı için göklere tarizde bulunur. Hepimiz bir göğün altında bir muhitin altında çalışırız, eğer o muhit iyi sağlanmamışsa, şair kapalı bir imge ile insanın gükyüzü ile münasebetlerini anlatır. Göğün tutumu ile yerin tutumu arasında parelellik olması gerektiğini anlatır, yoksa gökler açmaz, yağmur gelmez;
Ben geldim geleli açmadı gökler
Ye ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler 10
Monna Roza Karakoç’un kozmik treninin, sorgulacı treninin birinci damı veya tünelidir. Yüzyılımızın ikinci yarısından sonra çok şair ve edib ağlarlar. Tanpınar huzur ararken ağlar, Tecer köyü organize etmek isterken
Monna Rosa çok yönlü bir metin, hikaye, bir büyük roman, bir hüzün senfonisi, içten içe bir isyan, intihar.
Cumhuriyetin birçok şiirini içinde barındıran bir şiir galerisi, orada Haşim”den, Necip Fazıl”dan, Namık Kemal’den, Hamit”ten sesler gelir. Büyük şair onların hepsini bahçesine toplamış bir orkestra şefi gibi imgeci şiirler onlarla olan muheveresini ve birlikteliğini çalar, yönetir.
Kuşun kanadı kırıktır, kanadı kırık kuş, nasıl uçabilsin. Acaba kanadı kırık kuş kimdir, aydın mı Sezai Karakoç mu, kim kanadını kırmıştır. O aya karşı uluyan kirli çakallar kimlerdir. İmgenin duvarını aşma, Nesimî imgenin duvarı aştı, Azraille karşılaştı.
İnsan elde edemediği idealini veya sevgilisini görmek istemez. Ondan uzak durur. Bir ideali bekleyiştir, insanı tahrib eder eden, Kızıl Elma megalo idea bir idealin ifadesidir, Monna Rosa bir idealin imgesidir.
İnsan sevdiğinden kaçar, kaybettiği ile yüzleşmek istemez, tıpkı şair veya şiirdeki ruh gibi;
Açma pencereni perdeleri çek
Monna Rosa seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Monna Rosa ben oteliyim
Açma penceresi perdeleri çek 15
Bir şeyi beklemek zordur, beklersin beklersin ses gelmez. Bir kuş gibi vurulup ölmek istersin.
Ah beni vursalar bir kuş yerine 15
Bir kuşun uçmak hürriyeti iken neden aceleyle ölmek ister.
Şarin kuş yerine ölmek istemekte acele etmesine neden nedir? Yunus perde arkasını merak eder, göremeyince;
Her nereye baksam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri der
Monna Rosa’daki kimse Monna Rosa’ya varamayınca onun diğer şeylere yansıtır
Ki ben Monna Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışiar.. Su kenarında
Ki ben, Monna Rosa bulurum seni 16
Akif bülbüle bakarak hicranını ifade eder. Bayrağa bakarak hayatını hürriyet isteğini dillendirir. Karakoç Monna Rosa ile ruhunun hicranını dile getirir. Necip Fazıl ile Karakoç birbirlerini tamamlayan iki şairdir. Aşağıdaki satırlar,
Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya mısraının imgeci ifadesidir.
Yağmurlardan sonra büyürmuş başak.
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içini içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra buyurmuş başak 16
Şu satırlar gayret ve hamiyeti baskılandırılıp eli kolu bağlanan Namık Kemal’in feryadıdır.
Değildir şi’r-i derzencire töhmet aczi akma akdamı
Felekte baht utansın binasip erbab-ı hamiyyetten 17
Karakoç’un şu mısraları aynen yukardaki mısraıdır.
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk bir garip bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı 17
Karakoç’un muhacir kızı bu bölümde hiç konuşmaz, sadece şair veya şiirdeki adam konuşur. O muhacir kızı konuşmayan sadece dekor nitelikli fon şahıslar gibidir
Çok anlamlı metin okuyucularının kültürüne göre mana katmanlarına sahiptir.
Aşk ve çileler sıradan okuyucuya bir sevgili anlatır, ama o aşk aşkın hangi katmanıdır, o çile hangi idealin çilesidir. Karakoç’un şiiri onun malikanesinde oturan şahsa göre yorumlanır.
Ölüm ve Çerçeveler şiiri Picasso’nun Macaristan’ı boribalanmasını anlatan meşhur resmine benzer. Hiçbir şey huzur vermez, herşey derbeder, perişan ve dağınıktır.
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Bakıyor ateşe küle böcekler
Köpekler parçalar kanaryaları
Mektupları bir boz ağaç kurdu yer
Baykuşlar ötüyor harabelerde
Yanıyor lambalar hafif ve sarı
Bir kaza kurşunu bulur her yerde
Suvarisiz şaha kalkan atları
Bir ruhun ışığı vardır göklerde
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Ötüyor baykuşlar harabelerde 20
Necip Fazıl‘ın Başıboş şiirine benzer bu şiir;
Vatanımda sular akar başıboş
Herkes birbirini kakar başıboş
Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar
Yafta yazar isim takar başıboş
Bozkırlardan topal bir tren geçer
Öküz merkep bakar başıboş
—Allahım sen acı bu saf millet
Akşam yatar sabah kalkar başıboş
20/
Huzursuzluk ve kırık döküklük, olmayış rüyaları bile istila, eder*
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Garip “bir yolculuk tren ve Gülce
Bölüyor bir hançer ah rüyaları
Bir rüya bir hançer bir el ve, ve, ve 22
Pişmanlık ve Çileler şiirine bir hüzün bütünlüğü hükmeder. Ama hüzne gösterilen sebatla hüznün kaynağı çok farklı. Psikanalizde bölünmüşlük, isteklerin ve ideallerin sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Burada şiirdeki bir sır yüzünden bin parçaya bölünmüştür, sıradan bir aşk insanı birkaç parçaya böler ama bu sır şahsı bin parçaya bölmüştür;
Bin parçaya böldü beni bir divane sır 23
Bu bölümde nihayet bu fiction poetin kahramanı norm şahsı sevgili olan kız konuşur. Seven perişan, sevilen derbeder. Gayeyi taşıyan bezmiş, gayenin kendisi intiharın eşiğinde. Ulaşılamayan idealler kokuşur, Monna Roza intiharın eşiğindedir. Haşim, Ölmek şiirinde kalıp ideallere, biçimsel mükemmelliklere isyan eder, bütün güneş sistemini arkasına alıp bir büyük dağın Firaz-ı Zirve-i Sina-yı Kahr’dan atlayarak ölmek ister. 0 gizli tepkisini yalnız ölerek değil bütün sistemle birlikte ölerek göstermek ister.
Karakoç’un kahramanı intihar etmek ister, konuşur.
Entarimi parça parça edip
Zehirli kirpilere bırakacağım
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
Göğsüme siyah bir gül takacağım
Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağın
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz…
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım
Siz beni ne anlarsınız!
Artık ben gideceğim atım kişniyor
Bir bebek mum istiyor bir ölü şarkı istiyor
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz
Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam
29
Taliple, matlup idealle idealist buluşurlar. Ama yazar bir çileyi mubah görür, çünkü fikirler idealler çile ile hamlıktan kurtulur.
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince uzun
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü
Sana ne olmuş Rosa bir derde tutulmuşsun
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü 30
Onun panoramik, eleştirel devir romanının şahısları iki kategoriye ayrılır, tarihsel, dini, felsefi niteliği olan şahıslar. Bir de üslub gereği fiktifize edilmiş şahıslar. Yağmur Duası şiirinde, o geldiğinden beri göklerin açmadığı adam, bir üslub gereği üretilmiştir, ya bir nesli ya da o nesli bir prototiple temsil eden biridir.
Monna Rosa bu büyük romanın karakter kişilerinden biridir. Çok anlamlı karakteri temsil eder, kimine göre bir sevgili, kimine göre bir idealin ete kemiğe bürünmüş simgesel bir kahramanı daha çok anlamları ihtiva eden bir fiktifize ama gerçek şahıslara göndermelerde bulunan çok yönlü bir şahıs . Şair onunla yaptığı dialoglarla zihnindekini imgesel olarak vuzuha kavuşturur. Onun etrafında kirli çakallar dolaşır, o çakallar ışığa milletin gecesini aydınlatan ışığa ulurlar, zaten güneşini kaybetmiş ay ile iktifa eden insanların ay gibi ışığına da karşı çıkar bu çakallar. Kanadı kırık kuştur, varlık ve metafizik dengesini, kurmayan insanlar. Monna Rosadaki ruh rüzgar ararken, bir mumun rüzgarı ile buluşur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Ama bütün bu olumsuzluklara karşı Zambak gibi harika bir çiçek, bu karamsar tabloda ıssız yerlerde açar, Anadolunun ışığını kaybetmiş yıllarında ne zambaklar açmıştır, bu topraklarda , Büyük şiirde kuşlar Çiçekler ve, coğrafi unsurlar, hayvanlar imgesel ve simgesel nitelikli üslub unsurlarıdır. Romansal akışım bu imgesel mesaj ile son bulur.Varlığı ve varlık içinde insanın misyonunu, varlık insan münasebetlerini insanlar ancak mutlak bir ışık kaynağı ile görebilirler. Mutlak hakikat sınırlı ışıklarla bir yere kadar o görülebilir, mitoloji, felsefe, sanat mutlak hakikatin ancak bazı şubelerini görebilirler. İmgesel bir şekilde şaşkınlığa düşmüş olan seyirciye hakikatı arama yolunda tavsiyelerde bulunur;
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi
Sırrımı söylüyorum, vefakar balıklara
Yalnız onlar. tutacak bu dünyada yerimi
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
34/
Peygamber çiçeğinin aydınlığı yoksa aramak da boşunadır, karanlıkta ne aranır ne bulunur.
Şehrazat şiirin de Monna Roza’nın küçük arkadaşı anlatılır. Kafamızdaki klasik Şehrazat anlamını bu satırlar karşılamaz, şehrazatın kökleri nerelere kadar gider, onu imgenin serüveni bilir.
Sen gecenin gündüzün dışında
Sen kalbin atışında kanın akışında
Sen şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın
36/
Bu büyük romanın ana temalarından biri ve en önemlisi arayıştır, bu felsefe sanat ve dinin okyanus gibi teması olan arayış şairimizde çok farklı bir yapı kazanır, burada hem şair aranır hem de bu büyük romandaki şahıslar, aramadan bizar olmuş kimseler ararlar.Tanpnar’ın Huzur’u bir çok yönlü huzur arayışıdır. Hayatın günlük hazlarının verdiği bir huzur değil, bir kültürün odağı durumuna girmiş veya olmuş bir İstanbul’da o şehri büyük yapan değerler içinde bir tipin tensel ve düşsel, düşünsel huzur arayışıdır. Safahat bir devrin, yıkılışların, çöküşlerin, ümitlerin, tekrar düşüşlerin romanıdır. Hep hüzün için de bir Akif hep ümit içinde bekleyen bir Akif vardır. Karakoç Cumhuriyet caddesinde başını dışarı çıkarmadan perdenin arkasından konuş mayı tercih eder. Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsünde perdelerin çok arkasından konuşur, üstelik takibattan korkar. Karakoç karakoçtur ama vurduğunu ancak koç uzmanları anlar, kanadı kırılmış kuşlar, aya haykıran çakallar arasında ne yapsın çoban, eleştiri onu hesaba katanlar için eleştiridir, yoksa düşman kazanma sanatıdır.
Yerler sağır gökler sağır
İşin yoksa durma bağır
Eleştiri karakteri itibariyle zaıfların silahı olmuştur. Ama bir yerde güçlülerin zayfılara çelme için kullan dığıı bir kahpe silahtır. Daima zayıflar kusurlarını gizler, güçlüler için dert değildir. Tarih Molla Kasım bekleyen zavallılarla doludur, yüz yılda mı gelir, nasıl gelir bilinmez. Batıda eleştiri güçlüleri hizaya getirirken orta şarkta bütün şarkta eleştiri zayıfları ezmek için kullanılır, Batı demokrasisi eleştiriden doğmuştur, bizim demokrasimiz bir sabah ilan edilmiştir.
Karakoç’un empatileri, çağrışımları güçlüdür, bunun yanında eşya ve nesnelerle ilişkilerden ve onları belli maksatlara gönderme yaparken daha güçlüdür, o yumurtalara basa basa yürür, ama kırmaz.
Kader Yolu şiiri büyük romanın bir büyük yolu. Anlatıcı ve romanın baş kahramanı dialogları kadın adlarından seçtiği meşhurlarla yapar. Monna Roza, Şelırazat ve Arkasından Madonna ile koile konuşur, Madonna farklı bir kadındır, farkı farkedilen bir kadındır, karakterdir. Büyük romanın arayış içindeki yolcusu, Ulysses deki kahraman gibi, hakikate veya imge ile örttüğü maksadına giderken tıkanır ve Kader Yolu’nu yazar.
Kader Yolu
Etrafımız uçsuz bucaksız çöller
Yerler demir, gökler bakır Madonna
Nehirler çekilmiş, kurumuş göller
Aramızda deniz vardır Madonna!
Gelir gelmez Venedikten aynalar
Uçtu gökte kara kara kargalar
Ömrü biçti kılıç gibi levhalar
Bize kalan sade sabır Madonna!
1956/ 71
Bu büyük romanın zamanı çok farklılık gösterir, zaman iki kanatlıdır, bir kolu ezele bir kanadı ebede uzanır. Bu bizim dünya, güneş ve ay üçlüsü ile oluşturulan fani zamandan farklı bir zaman anlayışıdır. Sultan Ahmet Çeşmesi şiirinde zaman maziye doğru gider.Görülen çeşmeden çok tarihtir.
Su yerine süs akıyor
Deliklerinden
Eğilmiş ölümsüz ince bilekli
Cariyeler bakıyor
Derinlerden geliyor sesleri 74
Salak romanın fonunda başka ülkelerin trajedileri de vardır. Polonya’nın kara günlerini anlatır şair Kan İçinde Güneş şiirinde.
Cezayir, Kutsal At, şiirinde anlatılır. 0 da Cezayir’in kaderini içerir.
Romanın sevgi teması da bir başka biçimli sevgidir. 0 yalın insanın değil, sıkıntısız insanın sevgi anlayışını değil çarpılmışların sevgisini anlatır.
Ah benim sevgim çiçek örneği
Çarpılmışların kinini yeniler
Beni alnımdan vurmak ister
Saraların iftiraların gençliği /92
Sezai Karakoç, hem bir anlatıcı hem bir kahraman, hem de kaybedilmiş şeyler arkasından büyük bir hüzün duyan bir kahramandır. Onun kişiliği milletin prototipidir bazan ve bu ünvanla kaybedilen şeylerin arka arkasından trajik hüzünler duyar. Coğrafi genişliği temin eden kültürel ve ruhi anlamdaki genişliğin kaybedilişine kültürel değerlerin geri gelmeyecek şekilde, gidişine Çocukluğumuz şiirinde yanar yakılır.
Çocukluğumuz
Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah şahdamarınıdan yakın bana benim içimde
Annem bana gülü şöyle öğretti
Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi
Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus
Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırata
Ali ve At gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asya’da Afrika’da, geçmişte, gelecekte
Biz o atın tozuna kapanır ağlardık
Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü
Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Ali olmaktan bir sedef her çocukta
Babam lambanın ışığında okurdu
Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
Fetihlerde bayram yapardık
Tam bir sevinçti kaplardı içimizi
Peygamber’in günümüzde küçük sahabileri biz çocuklar.
Bedir’i Hayber’i, Mekke’yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık
Mekke’nin derin kuyularından iniltisi gelirdi
Kediler mangalın altında uyurdu
Biz küllerimiş ekmekler yerdik razı
İnanmış adamların övüncüyle
Sabırla beklerdik geceleri
Şimdi hiç birinden eser yok
Gitti o geceler o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler
Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi 1960/98.
Bu şiir tek başına bir romanın kanevasını, plan ve programını verecek kadar geniş bir muhayyilenin mahsulüdür. Bu şiir Karakoç romanının çekirdek vakasıdır, bütün romanların başlangıcında çekirdek vakalar vardır, romanın mayası gibidir bu vakalar, ondan sonra gelen her şey ondan çıkar.
Josef Konrad’ın Karanlığın Yüreği romanı sembolik romanın en büyük, neredeyse tek romanlarındandır. Konrad kolonyalizmin büyük karanlığının yüreğini anlatır. Karanlık batı toplumlarının sömürgecilik mantığı içindeki büyük büyük karanlıklarıdır. Dünya ikiye ayrılır kolonyalizmin mantığına göre, sömüren aydınlık, sömürülen karanlık. Sömüren aydınlığın inekleri süt yerine kan verirler. Karakoç’un romanı.da aynen Konrad’ın romanı gibi bir sembolik romandır
büyük çoğunluğun büyük karanlığın hüznünü anlatır, onların adına .
Samanyolunda Veba şiirinde hayallerin bir genişleme nesnesi olan Samanyolu bile vebaya tutulmuştur, sen hayellerin halini ona görü yorumla.
Nerde çocuklar gece yarılarından sonra
Çıkıp samanyoluna bakan
Bakarak çocukluğu uzatmaya çalışan
İşleri güneşin doğuşunu yayınlamak
Bütün o çocuklar nerdeler
Bütün elmalar çürüdü
Çocukluğumuzn dürbünleri içinden
Geçen siyah halkalı kutsal şehirlerden
Birini bulamadım gezdim, bütün karalan
Aşk siyahın beyazdan ayrıldığı
Samanyolunda yürüyen bir karınca
En onulmaz vebayı kutlayan bir güvercin
İki katli bir arabada
Bu bize yaklaşan bir deniz arabası
Sen ırakta Samanyolu ırakta
Ve ay başka bir ay
Sarısı beyazına akmış
Bulaşmış bir yumurta
100/1960
~
Bir kara şemsiye geçmiştir romancımızın başına ondan kurtulamaz, onun yüzünden hayatının hazzını yitirmiştir, her şey ona karanlıkta bir biçim gelir..
Her şiir bu uçsuz bucaksız komanın bir ara bölümüdür, konuşan panoramik romancı onları birleştirir. Bütün neşeli kavramlar şairin elinde hüzün penceresi olarak açılır kanarlıklara
Kanarya, dünyamızı güzelleştiren kuş, ne hale gelmiştir burada
Kanarya
Sevgiden kireç tutmuşum
Yarım tozlu pencerem
Haber bağbozumundan
Bir beygir ve bir kanarya
Otobüs durağında
Deniz kıyılarında
Her çocuğa her insana
Bir beygir ve bir kanarya
Şiirde kanarya inceliği yok. Çünkü karanlıkta kanaryanın da rengi değişmiştir.
Sezai Karakoç dehalar gibi bir erken inkişaftan bahseder. Bazan olaylar çocuklararı erken düşünmeye erken erginleşmeye yiterler ki Karakoç gibi. Çatı şiirinde Karakoç ben olgusuna felsefenin çıkmazı, kelamın çukuruna farklı yaklaşır.
Ben erginliği çocukluğumda yaşadım
108
Necip Fazıl Ben ve Benderi şiirlerinde kelami, metafizik felsefi bir içerikle insanın beni ile evren ve Allah ilişkilerini kurcalar. Necip Fazıl varlık ötesinin önünde, cama vuran bir bö böcek gibi hallaç gibi, Nesimi gibi öteyi irdeler, bir şeyler bulur, başını Cellada değil prangalara bir süre teslim eder. Karakoç camın ön yüzüne değil arka yüzüne vurur, imgeler onu sinek gibi değil koç gibi cama vurdurur ne cam kırılır, nede şairin ömrü.
Onun empatileri güçlüdür, kırık döküklerin, ümitsizlerin, yarı yolda debeleyenleri onun beni temsil eder,
Çatı
Kaç aç varsa hepsi ben .
Kaç hasta varsa hepsi ben
Kaç liman önlerinde dönen
İşsiz hamal hepsi ben
Kaç aşktan ters yüz edilmiş
Aşkı varsa hepsi ben
Bütün çiçeklerle donanıp
Bütün insanlarla ölen
1961/109
Av edebiyatı şiiri romanlardaki kötü adama.benzeyen bir avcıyı anlatır. Halk şiirindeki avcıyı akılan ağıtları anlatır. Avcı tabiatın en harika süsü olan kuşlara dadanmış bir kötü canlıdır. Romandaki Avcı ise çok yönlü görev üstlenmiş hürriyet, hamiyet, haysiyet avlayan bir avcıdır. Güzelliklerden rahatsız olan avcıdır. Yeşil Koro halkı temsil eder avcıya ağıt yakarlar. Yeşil Koro
Avcı tüfeğini yöneltmiş avcı vurma bu kuşu
Bu rengi bozma bu düzeni değiştirme
Bu altın tüyler kan görmesin
Seni evde beklerken çocuklar
Beklerken çocuklar
Onun yuvasında bekleyen yavruları var
Tüfeğini yere çevir
Bu ölüme ancak yer .dayanır
Bu ölümü ancak yer kabul eder
Bu ses göklere uygun ve ayarlı
Üstünde kuş uçmayan ağaçları düşün 111
Tehlikeli Koro bu şiir içinde yer alır, kötü adamın sesidir, bütün bir medeniyet tarihini özetleyen imgesel simgesel bir bakıştır, kütü adamlar adına konuşur şair romancı.
Tehlikeli Koro
Av yaşamaktır balık av olmak için çıkar su yüzüne
Avlanmayan av olmaya çıkar
Kuş olmak için şehrin üstünden uçar
Köprünün direklerine konar martılar
Av dileğiyle oynamak martı bunu yapar
Avcının olduğa yerdedir avın yaşaması
Medeniyet avla başlar
Şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mı
Avlanın avlanın varolduğunuzu bilmek için
İnsan insan olduğuna avla çıkar
Avla bulur tabiatı ve tabiatın ötesini 112
İstanbul romanın ana mekanlarından biridir, bütün güzelliklerin ve romansal çirkinliklerin teşhir edildiği bir büyük şehirdir. Romandaki şehirlere hakim noktada duran İstanbul’dur. Şehzadebaşında Gün Doğmadan isimli şiir bir İstanbul mekanından hayata, kültüre, sanata, zamana, insana bakıştır, çok yönlü çok anlamlı bir şiirdir Şair bu vakayı gün doğmadan, sabahın serinliğinde gözlemlemiştir.
Soğuk bir taşa oturmanın mutluluğun gün doğmadan şehzadebaşında yaşamıştır. Başını avuçlarına alıp, kuşların kanatlarını toplamasının neşesini düşünmüştür. Gün Doğmadan Şehzadebaşında develerin heybesinden gül dökülür, şair maziye gider hayaliyle. Mezarlardan yeni sesler duyar şair aynı vakit Çeşmeler sebiller türbeler suskun değil şaire bir şelale sesi verirler,, Bu arada Gün doğmadan şehzade başına şairin arkadaşları, anlatıcının unsurları olan ve bu büyük romanın büyük şahısları olan Yunus Kulağı ile, Ak Şemsettin Sarığı ile Mimar Sinan kavuğu ile anlatıcının yanındadırlar. Zaman perdelerini açar, mekan engellerini kaldırır. Kafdağından yüksek bir mekana gider, Çin Seddi’nden daha uzun bir yola girer, içinde alçalıp yükselen bir med ve cezir oluşur. Gün Doğmadan Şehzadebaşı’nda, şehzadeler ellerinde maşeleler ile Şehzadebaşında gezerler. Gerçekçi, yerine göre metafizik ve üto pik şiir insanı bir milletin iklimlerine götürür, şair romancı büyük bir hayal genişliği ile abide bir fikir durağı inşa eder.
Şehzadebaşında Gün Doğmadan şiirinde şiirin final cümlesi bir vaka finalidir. Gün Doğmadan Şehzadebaşında zamanın, mekanın, dört bir yandan tarihe uzanan şair Necip Fazıl’ın
Doğar elbet benim günüm çoğu gitti azı kaldı
Kırk gün kırk gece düğünüm çoğu gitti azı kaldı
deyişi doğrultusunda
Gün de doğar günde doğar
Bir gün mutlaka gün doğar
Gün doğmadan neler doğar
Gün doğmadan Şehzadebaşında
Küçük Na’t isimli şiirde romanın protogonisti, birinci şahsı bütün birinciliklerin kendinden doğduğu birinci şahsa söylenmiş bir çok anlamlı şiirdir.
Bu birinci şahıs ile gün doğacaktır. Romanın en çok tekrar edilen kelimesi ve cümlesi gün doğmadandır, ismi de bu yüzden gün doğmadan olmuştur.
Gün doğuyor her yer çiçek ve kar
Bütün çocuklar kurtuldu demektir
Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoloarın ısınması sevgililer mahşeri
1962/120
Şahıslar Ahi Evren 132, Meryem 132, Musa 133 Fonlar Sultan Şehmuz, Veysel Karani 134
Birinci dünya harbi, İkinci dünya harbi 1.33
Mekanlar Zülküfül Dağı
İbrahim, Nemrud, Urfa 135
_Romanın, batıya acılan fonu, yıkılışlar ve tükenişler döneminin arka planı sanatçıların filozofların bizce algılanışı
Kafkayı kemiren
Camüs’ü tedirgin eden
Satre’a zaman zaman yılgı veren
Heidegger’i düşündüren.
Schopenhauer’deki öfke
Nietzche’de savaşçılık
Faulkmer’i sarhoş eden Vang Gogh’u
Van Gogh eden Chagall’ı Cahagall eden
137
Peygamber Zülkü’ül, şahıslar 136 ,Erzincan, Diyarbakır, Karacadağ mekanlar 137
Kabe, Ayasofya, Şehzadebaşı 139 Meryem İsa 140
118
Mekanlar
Erek Dağı. “orda erilir bala ve tertemiz sırra”
Yaşlanmazlığa.
Hızır sırrına
Ey zabtedilmez ruh, yine sensin!
Seni hiçbir gem dizginleyemez” 672
O kendi dışında gerçekleşen bir dirilişin olacağını söylür. O Anadolu toprağını dirilişe getiren güçlerin farkında.
Eleştiri, toplumsal değişim projesinin eleştirisi.
“En büyük acı: İnsanlık hadımedildi.
Hakiki düşünceden gerçek duyarlıktan ve öz bilgiden
Bayrakların ve sancakların gerisindeki sancak söndürüldü
Karanlıktan suni ışık yapıldı ve gerçek ışık öldü
Hayat dediğimiz ölüm ölüm sandığımız gerçek hayat“ 677
Güzellik anlayışı:
Van Gogh zaman zaman eserin örgüsüne girer “Günse eriyor yön yön Van Gogh”su birkırmızılık
Kirazların ve güllerin tifoya karşı çıkan rengi“ l41
Coğrafya ve tarih kadim yunana kadar uzanır. “Sen yüzünde Akdeniz memnunluğu sen Truvalı Helen
Sana gelmiş bütün yunanlılar atlı arabalarla“ 141
Mitolojik dağlar çin seddi’ne kadar uzanır, coğrafya “Birbirinizi yitirirsiniz tabiatın sisinde
Biriniz Kafdağı’nda biriniz Çin Seddin“de 143
Kav şiirinde insanın ebedi macerası anlatılır.Onu sıradan biri olarak değil bütün zamanları ihata eden bir canlı olarak anlatır.
Burada hem felsefi hem de dini bir bakış sergiler.
“Sen tabiatın içinde tabiatla birlikte fakat tabiat üstüsün
Karla örtülü yüksek çamlar gibi ancak uçakla görülebilirsin
Sen Leonardo Da Vinci’nin ya Van Gogh’un kalemiyle çizilebilirsin
Aragon’un söylediği gözler senin gözlerindir
Sen her an bitmeyen bir pikniktesin
Bütün roma sütunları dikilmiştir senin için
Emperyal kahvesi Akman yapıldı seni anmak için“ 144
Buradaki insan daha çok eski yunan içindeki insan gibidir. Burada hayatı bir zevk ve eglence olarak gören anlayış ironik bir biçimde eleştirilir .
“Sen her an bitmeyen bir pikniktesin” 144
Dicle onun eserinin coğrafyasında özel bir yere sahiptir.Adeta bir odaktır.
“Yazdı arabayla geçtik
Bir yılda iki kere Dicle’yi
Köpek boşluğa uludu uludu
Ve teslim oldu uslu suya
Ve köpekle Dicle bir süre
Birbirinde eriyerek aktılar“ 147
Şiirin devamında kaybedilen değerler imgenin arkasında hissettirilir, şairin en büyük roman kahramanı olan satırların arkasındaki birinci şahıs Arayan adam, kaybeden adam aramakta olan adam, bezgin ve üzgün adam yine kendini gösterir.
Tekerleri de bir kışlaydı
Seferberlik ölülerinden bir kışla
Köpek gibi sevinçliydi yerinde duramıyordu o da
Giderek bir Piran’a gelerek bir Piran’dan
Aşıyordu samur Dicle’yi doğudan batıdan
Ama Piran geride kaldı
Ashab-ı kehf mağaraları kapandı
Veliler yağmur ateşlerinde yandı
Çocukluğun o Dicle kokan bir yılı
Yeniden yapılan o eski kasabada kaldı
Şimdi bir surdayım yüzüm yağmur gibi çizgili
Ölü bir kaynakta ama asıl ölü olan benim
Savaşta ölmedim
Savaşmamak için öldüm
148
Her değere saldıdan romanın kötü adamları ile başı derttedir, romanın başkişisinin.
Namazı gördüm namazı
Cayır cayır yakıyorlardı
Birkaç milat adamı
Kızgın bir arı oğulunda
148
Tevrattan bir yaprak kopmuş
Ölüme bulaşmış akşam yemekleri 149
İsrafilin surundan küçük bir dünya örneği 156
Musa, Ayasofya 161
Kaybedilen bir iklimin coğrafi eleştirisini yapar.
“Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır
Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır
O da yarım kalmıştır
Urfa ufala ufala
Bir pul olacak çarpık balıklar üstünde
Belki bir toz bulutu
İstanbul’a küflenmiş
Bir Avrupa akşamı dadanmıştır
Eski şehirlerin kimi göğe çekilmiş
Kimi yedi kat yerin dibine batmıştır
Yavaş yavaş çiseleyen yaz yağmuru Balil’dir
Lut şehri ansızın gelen gök sesidir
Bardaktan boşanan İskenderiye’dir
Isparta bir güz kırağısı, Kudüs bitmeyen bir kış
Roma bir şimşek çakışında bir kere daha yakılır
Atinayı bir lodos çizer ufuklara
Sonra birden silinir ters dönmüş bir fırtınayla
Bir boğa rüzgarıyla sabahın lambası bir poyrazla
Nuh şehri boğulmuştur
O kurtaran geminin enkası yoktur. 161
Dünya ölçeğinde ihtişamlı mazi, enkaza dönmüştür, şair gözlemci enkazın karşısında üzülen bir hüzünlü adam.
Fırtına şiiri bu evrensel romanda basit bir coğrafi olay değil, insani ve tarihsel değişimlerin, zembereği bir olaydır. Rüzgar ve fırtına birlikte bir değişimin iticikarakteri durumundadırlar. Bunun içinde bütün insanlık, Odiesseus, Ad ve Semud, Nuh ve halkı, Lut, Babil, Yahya Peygamber vardır. Salome, Yahya , Belkıs bu fırtınanın korosunun kadrosundadırlar. Felsefi içerikli bir şiir.
Roman kahramanı yorum ve mülahazalarından konuştuğu şahısların ağzından kendini eleştirir.
“Kes sesini kitap çobanı
Sen nasılsa arta kalmışsın
Ortaçağın çılgın asmalarından
Ürküten bir şarap gibi “172
Hızırla Kırk saat Gün Doğmadan romanının çok özel bir alanıdır. Eleştiri ve yorum sağnağıdır. Zaten Sezai Karakoç Cumhuriyet dönemi şiirinin en eleştirel ve çok yönlö yorumcularından biridir. Çünkü o sanat olsun diye sayfaları karalayan geleneksel edebiyatçı profilinden çok farklı bir konumdadır. Romandaki karamsarlık Hızırla Kırk Saat isimli bölümde ümide ayarlanmıştır, çünkü Hızır adı bütün doğu kültüründe ümit anlamındadır, dar zamanları genişleten bir kişiliktir Hızır. Akif, Necip Fazıl gibi insanımızın kutsal kitaplarla olan ilişkisini eleştirir.
Her evde kutsal kitaplar asılıydı
Okuyan kimseyi göremedim
Okusa da anlayanı görmedim
175
Din adamlarının misyonunu beğenmez. Din adamları imamlar birçok romanımızda eleştirilir. Cumhuriyet romanında bilerek bilmeyerek kimse din adamlarına iyi puan vermez. Yakup Kadri’nin on romanında yapıcı bir din adamı görülmez. Sezai Karakoç’un eserlerinde ise misyonunu hakkiyle yapmayanları eleştirlir. Onun eleştirileri genel anlamda yıkmak için değil, kusurluyu göstermek içindir.
“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz”
Anlatıcı din adamına sadece camide bir rol biçmemiştir, onun eserinde tipini belirlediği din adamı sosyal bir görev üstlenmiş çok yönlü misyon sahibi bir kişidir. Burada dini imamete, hocayı camiyi hapseden anlayışı dolaylı eleştirir. Hızırla kırk saat “görmedim, öğretmediler, fark etmediler. Bu eserde Hızır hem asli hem de kurgusal bir şahıstır.
Eserin tekniği bir roman ve anlatı tekniğidir. Dante İlahi Komedya’da cennet ve cehennem ve Araf’ı sevgilisi ile birlikte gezer, onunla birlikte her şeyi görürler. Goethe’nin Faust’un da da böyle bir teknik kullanılmıştır. Ulysess in tekniği, bir yolcu tekniğidir. Don Kişot da iki yolcunun serüvenidir. Sezai Karakoç Hızır’ı çağırır onunla birlikte dolaşırlar, birlikte eleştirirler. Her ikisi birlikte konuşurlar. Hızır şairin dünya görüşün temsil eden bir kişiliktir. Hızır’ı yeni bir kavrayışla anlatır. Güncel ile bağlantıda Hızır bir atlama tahtası olarak kullanılır. Eser kırk bölümden meydana gelmiştir.
Eserin onuncu bölümünde Kuran-ı Kerim’deki Hz Musa öle Hz Hızır arasındaki macera hikaye edilir. Karakoç bütün kadim zamanları aşarak geriye dönüş teknikleri ile Hz Musa, Hızır, Meryem, Yunus, Yusuf, Yakup. Eserin kadrosu çok zengindir. 24 bölümde Veda Hutbesinden, Mevlana, Muhyiddin Arabi, Sems-i Tebrizi, Hallacı Mansur gibi İslam düşüncesinin mukaddes dehaları geçit resmi yaparlar. Mekanlar da çeşitlidir. Mursiye, Tunus, Mısır, Kudüs, Mekke, Şam, Malatya gibi. Savaşlar ve mücadele mekanları eserde görülür. Bedir. Yermük, Hendek, Uhut, Birinci Cihan Savaşı, Yemen, Kafkasya.
Hızır gibi şark ve İslam dünyasında bir ümit adam da Mehdi’dir. Mehdi ile bu evrensel romanın anlatıcısı günümüze göndermelerde bulunur, günümüzün canlı zamanının perdelerini aralar, Mehdi’yi bir mazi motifi değil, yaşayan üreten bir motif olarak yorumlar, mısraların arkasında portreler ve portre gizlidir. Burada faaliyette olan bir Mehdi vardır, beklenen bir mehdi değil. Çünkü onun gelmesi için gerekli her şey oluşmuştur.
Konuşacak Mehdi
Geldi derleniş günü
Derleniş toparlanış vakti
Artık her gün her gece
Bir kadir günü ve gecesi
Kur’an iniyor dağlardan tepelerden
….
Düzeltip dünyayı yeniden
Toplumu dirilten insanı erdiren
Şeytanı bir duvar ucunda sıkıştıran
Dam saçaklarında kovalayıp
Eski sınırına iten
Kentlere mutluluğu
Bir ikindi anıtı gibi getiren
Her eve mermer dağıtan 294
Taha’nın Kitabı yine kurmaca bir metindir. Edebiyatımızda birçok şair ve yazarın topluma vermek istediği mesajlarda kullandığı idealize ettiği, vitrinine koyduğu, farklı özelliklerle donattığı karakter kişiler vardır. Halide Edip, toplumla uzlaştığı ve onlarca baskı yapan romanı Sinekli Bakkal’da Rabia ile toplumu kucaklar, toplumda bu romanı kucaklar. Onunla din-toplum-sanat-edebiyat-cemiyet için uyumlu bir sentez geliştirir Halide Edip. Yakup kadri nisbeten siyasi kişilerle toplumu modernize etmek ister. Mehmet Akif, Asım ile tezlerini topluma yansıtır. Karakoç da Monna Rosa, Hızır ve özellikle Taha ile tezlerini netleştirir. O da Asım gibi henüz yolunu tayin edememiş bir cemiyete bir idealize edilmiş fert olarak önderlik etmek ister. Bütün değerlerine bağlı, yaşadığı cemiyetin damarlarını bilen, nerede durması ve nerede susması gerektiği bilen özel bir şahıstır Asım. Asım her fenalığın üstüne gider, Canakkale’de savaşır, güreşir, yüzer, milleti ve değerleri adına kahraman bir insandır. Karakoç’un Tahası da daha sembolik içerikli, imgelerin perdeleri arasından konuşan, toplumun geleneksel yol haritasını geliştirmeye çalışan, kahraman ruhlu realist olmaktan çok romantik bir anlatı metni kişisidir. O Sezai karakoç’un perdelere, çarşaflara, imgelere, sembollere bürünmüş kendisidir, büstütün kendisi midir, elbetteki şairin yapmadıkları yapmayı düşünen bir canlıdır Taha.
İmaj niteliği kazanmış, sanat eseri hüviyetine bürünmüş bir eserin mukaddes bağlantılarını tesbit etmek eleştiri sınıfına girmez. Taha yaşadığımız zaman ilekayıtlı bir zaman birimi kullanmaz. Bu tür zaman birimleri batı romanında kullanılır, Wirjinia Woolf’un Orlando romanında Orlando altı yüz yılı aşkın bir süre yaşar, hatta cinsiyet değiştirir. Bu hali ile anglo-amerikan romanının önemli bir eserdir. Orlando bütün İngiliz tarihi boyunca beli bir tarih ve coğrafyada yaşar, yazar onun ile tarihini özetler hemde mantıksız ve şövenist bir şekilde. Karakoç Taha’nın ismi kozmik ve beşeri macerası içinde bütün Anadolu, İslam, Kurani coğrafyada dolaşır, o Coğrafyanın yüzlerce yıllık sakinleri ile günün temel meselelerini konuşur.
Taha’nın da Asım’ın temel meselesi değişimdir. Asım seyyar zaptiye memurluğundan kurtulmak için eğitim almak zorunluğundadır bu nedenle Almanya’ya değişmek için gönderilir. Taha ise değişim için nasların bünyesine ve sınırsız ışığına davet edilir. Taha, hareket noktası olarak Dicle’den başlar, mukaddes kitaplardan güç alarak değişir. Onun karşısında muhalif kişiler olarak soytarılar vardır. Onlar hayatı bir ziyafet sofrası olarak görür v e her ciddi şeyi eleştirirler.
Değişim’in haritası çizilir.
Bu Taha için de geçerlidir, muhalifleri için de.
Ay burçlarında gezeyim derken gecenin sarnıcına düşüyorsun
Kadehleri içip şarabı kırıyorsun
Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun
Bir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsun
Duvar mısın sur musun ?
Köprü müsün han mısın yıkılıyorsun ?
Rolün sembolleri biziz ama aktörlüğünü sen yapıyorsun
Biz eser verdik sen tuluat yapıyorsun
304
Samanyolu hareketin merkezindedir, belli bir gezeğen ile sınırlı değildir. Kur’an, İncil, Tevrat ve Mezmurlar, bir nevi dinlerarası uzlaşmanın ipuçlarıdır. Taha şarkın efsane coğrafyasında dolaşır. Bu romanın gerilimi savaş ve düşmanlar ile başlar. Taha’nın rakipleri ziyadan, ışıktan rahatsız olan yarasalara karşıdır. Onları tasvir eder ve onlara karşı iki hucum yapar, ikisinde de galip gelir. Romanın veya hikayenin ana teması Taha’nın dirilişi ve mücadelesidir. Şahıs ve olay örgüsü kötü ve işi şahıslar, bakış açısı ile bir roman manzarası gösterir eser. Taha’nın zaferi Kur’an’dan doğacak bir yeniden doğuştur. Bu hali ile edebiyatımızdaki benzer ideal karakterler içinde ayrı bir yer edinir. Bu durum Akif ve Necip Fazıl da da benzerlikler gösteren bir vaka akışı ve idealizm anlayışıdır.
Gül Muştusu bu lüzünlü ve eleştirel arayış romanının gerilimin çözüldüğü anticlimaksa benzer. Şair ve devir gözlemcisi romancı gözlü şair, Gül Muştusunda bir yeni hava yakalamıştır. Bundan önceki bölümlerdeki şikayet ve serzenişler burada azalmıştır. Edebiyatımız metinlerin çok anlamlığı konusunda zengin değildir. Divan şiiri geleneği içinde çok anlamlı vadi daha zengindir. Çok anlamlı şiir yazıldığı dönem ile sınırlı, dar bir yorum düzeni getirmez. Şiirin vaka örgüsü ve mana zinciri, katmanları birbiri içinde akar. Bu şiir düz bir cadde değil, birbiri içinde patikalardan oluşan yürünmesi zor bir yoldur. Onu umumi cadde haline getirecek yorumlar da bu tür şiir için zor şeydir. Çok anlamlılık bir okyanus gibidir, herkes yüzme bildiği kadar ona açılabilir veya derinliğine gidebilir.
Sezai Karakoç’un mana dünyasının katmanları ikinci yeni gibi bir şemsiye mantıkla izah edilemez, onun mana katmanları tasavvuf, divan şiiri, kelam felsefesi, Kuran ve hadislere bir oranda da hayata bağlıdır. Sezai Karakoç’un düşünce ikliminde yaşamayan bir süre oturmayan, onun kültürü ve dünya görüşü ile ilişki kurmayan bir yorumcu bir şeyler anlamaz.
Gül Muştusu kendisine gelinceye kadar ki anlatıdan ayrılır, genel havası ile. Şiir yine bir anlatı formu olan ve romanın atası sayılan mesnevi formu ile konuşur. Şiirde yaşanmış hayat, yaşanması gereken hayat, ritüellerle idealleştirilen hayat, Türkiye’nin akışı içindeki hayat anlatılır. Şair bir haber vermektedir ama neyin haberi olduğu konusunda yüklemin öznesi kapalıdır. Şair yetmişli yılların atmosferindeki şairin gözlemleri ile bir iyimserlik havasına bürünmüştür. Hüznün yerini sevinç , ölümün yerini diriliş, üç mevsimin yerini bahar almış, hepsinden öte gül çok anlamlı bir mahiyet arzederek su gibi şiirin bütün heyetine dağılmıştır.
Gül varlık ötesinin varlığa açılan kulağıdır, gül hem haber getiren hem de varlık ötesine haber götüren bir nesnedir. Varlığın en itinalı nesnesidir. Fuzuli su kasidesinde Hz Peygamberi güle benzetir ve
Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzare su
Gül‘ün şiirde kazandığı mana farklılıkları ayrı bir etüdün konusu olacak kadar geniştir.
Bundan önceki şiirlerdeki eleştirel hava burada yoktur. Bezginlik, kırgınlık, huzursuzluk, durgunluk daha birçok olumsuz fiilin yerini enerji, gayret, devingenlik, ümit, heyecan ve birçok insan ruhunu harekete geçiren fiiller şiirde yer almıştır.
“Kerpiçte bir değişme var
Ölü tozunda bir doğrulma
Tüyleniyor mezar taşları
Sızıyor saçaklardan kiremit kanı
Oluklardan akıyor
Dökülmüş çiçek tozlarıyla bulanmış su
Arılar arılar içeceğiniz su bu su
Kerpiç damlarımızın oluklarından akan
Baharla karışık su
Eleğimsağma damlaları
Kar marmeladı
Her damlasında şimşek
Bir avuç suyunda yıldırım
Gök gürültüsünün salkımı“ (369)
Anlatıcı aynı anda birkaç farklı noktaya bakar,
Bu bakışta ağırlık kaynağını vermeye yanaşmadığı bir iyi, güzel, olgun değişmedir. Bu değişme Türkiye ile sınırlı değildir, Bağdat’a, Şam’a, Kudüs’e kadar uzanır.
“Hiç görmediği büyük şehirlerde
Bir şey olacak biliyor ama ilerde
Bağdat’ta, Şam’da, Kudüs’te
İsmini söyleyemediği
Söylenmesi adeta yasak olan
Batı illerinde
Güneşin battığı yerlerde
Kaynayan bir cehennem gibi coşarak
Işıklı ve kutlu din topraklarını
Toza, dumana ve kana boğan
O yerlerde
Ama şimdi bütün bunlar ilerde
Bahar gelmiş gülü zorlamada
367
Elbetteki gülün gelişi toprağın alındaki bir metafizik değişmenin sonucudur. Şair gülün gelmesini ve onunla birlikte çok anlamlı bir şekilde mevsimin sürekli bir bahara değişmesinin oluşumunu anlatmaz. Anlattığı gülün gelişidir ve müsbet anlamda değişmedir.
Anlatının bütün heyetinde bu müjdeli değişim vurgulanır, şair ve anlatıcı olmadıkşekilde mutludur. Aslında bahar muştusudur, çünkü mevsim değişmez, bahar olmazsa gül de açmaz, gülü getiren baharın gelmesi, baharı getiren de gezeğenler arasındaki kozmik hareketlerdir. Şair-anlatıcı kozmik değişmeleri, mevsimin değişmelerini değil gülün gelişini kutlar. Şiir kurgu ile hem sembolik hem de imgeseldir.
Kitaptaki ilk şiir 1951‘de son şiir ise 1988’de yazılmıştır. Aradan geçen kırk yılda şairin ruhsal yapısı, psikobiyografisi değişmiştir. Bir şahıs var Dicle İle Fırat arasında ortaya çıkmış oradan Anadolu, Ortadoğu İslam dünyasına, biraz da dünyaya açılmıştır. Burada gelinceye kadar bu şahıs ayağına takılanlarla, onu huzursuz edenlerle konuşmuş, beklentilerini, ümitsizliklerini onlara anlatmış, yarasaları ile çatışmış, ama Gül Muştu’sunda bir yere varmıştır, bütün karamsarlıklar bitmiş, şair yeni bir oluşumun müjdecisidir. Yahya Kemal’in Süleymaniye‘de BayramSabahı şiirindeki zafer gelişini anlatarak onları karşıladığı gibi Karakoç da bir gelişi kapalı ve imgesel ve simgesel bir dille anlatır. Ama Karakoç üstadı gibi bozgunda fetih rüyası görmez, gerçek bir fethin yeni bir baharıngüllerini müjdeler.
Karakoç’un şiirinde tabiat bu şiirde ağıklık kazanmıştır. Diğer şiirlerinde bir bütünlükçü ve destekleyici, tezi güçlendirici bir tabiat yokken bu şiirde şair tabiata bakmaya başlamış ve tasvirler yapmıştır. Bu gülün içinde oluştuğu baharın tasviridir.
Toprağın çağırmasına ulaşan yağmur
Tohumların diriliş çağrısına
Çocuksu çağrıya uyarak inen su
Çayırların yağmur çizgilerinde
Göğe yükselişleri 375
Bir tabiat dirilişi değildir, şark dünyasındaki genel bir değişimi anlatır, anlatıcı.
Bu gelen diriliştir kuşta ses
Menekşede koku gün çayırlarda yeşillik
Ölümden sonra gelen yeşillik
Varlık üstüne meleklerden saçılan dökülen
381
Anlatıcı gül ile İsa arasında bir parelellik kurar. Gül hazreti peygamberdir, gül ile İsa arasındaki bağlantı baharın meydana gelişini bir uzlaşmadan ortaya çıkmış olmasını işaret etmektedir.
“Açılan her bahar yeniden geleceğine İsa’nın” 377
Şair anlatıcı kitaplı dinlerin varlığın son demi konusundaki beklentilerine işaretler verir.
Şiirde bir çocuk, bir genç adam, bir olgun adam anlatılır, hareket noktası ülkenin güneyidir. Oradan sonra bütün ülkeyi ortadoğuyu, İslam dünyası azda olsa dünyayı yorumlar.
O değişimi müjdelerken doğu ve batı dünyasının kültür devlerini değişimi karşılamaya çağırır.
Ayın muştusunu vermek için
Beni sön gönderdin Rabbim
Ayağıma sen takdın
Aya doğru akan hız türküsünü
Hey Odisseus nerdesin
Ksenefon
İbn-i Batuta
Evliya Çelebi
Yazın yeniden insanın macerasını
İnsan kasının çılgın kahkahasını
Duy yeraltındaki yeri ta kendisi olan adam
401
Gün Doğmadan kitabı Monna Roza ile başlar, bir gülün karşısında hüznü, ve baharı beklemektir bu şiir. Gül Muştusu isimli şiir dizisinde ise artık bahara ve güle kavuşulmuştur. Gül Muştusu’ndan sonraki şiirler baharı takib eden, bir yazı kozmik yazı değil. Belli bir süreç ile sınırlanmamış olan ebedi bir yazın ortaya çıkmasının şiirleridir. Kitabı tanzim eden bölümlere bir romanın bölümleri gibi isimler vermiştir. Bahara ve güle kavuşanlar bu sefer, yazı ve daha ileride yazın getireceği varlıkları düşünürler, onlarla olan ilişkilerini düzenlerler. Zamana Adanmış Sözler bu bahardan sonraki sürekliliğin şiirleridir.
Yazı batının ışığında düşünen kavrayış ve özümseyişlere göre anlatıcı diriliş ve süreklilik içinde batıya yer yermez.
“bana ne Paris’ten
Avrupa’nın ülkü mezarlığından
Moskova’dan Londra’dan Pekin’den
Newyork
Bütün bu türedi uygarlıklar umurumda mı
Birazcık Roma’yı hesaba katabilirdim
Ama Roma
Kendi kendini inkar edip durmakta
Buz gibi eriyerek
Bir kokakola
Veya bir votka bardağında 426
Şair anlatıcı olarak bundan önce olmayana azru ile eleştiri ile yönelmişti, şimdi ise elde edilmiş bir mutluluk anında mazideki serüvenini hikaye eder. İkisi de eleştiridir ama, yerleri ve yapılış tarzları farklıdır. İnsan mitolojik, dini, felsefi, tasavvufi anlamda yeryüzüne sürgündür. Sürgünün nitelikleri ona bakış açısı farklılık gösterir. Şair dünyadaki sürgününün uzun sürmemesini, kendisini gönderenden ister. Şair önceki bölümlerde esir sehrin mahbusu, yerkürede mahkum iken burada oradan kurtulmuş ve öz ülkeye gelmiştir. Romanın bölümlerinin mantığı içinde zorunlu bir diziliş ve vaka örgüsüdür.
Rahatlamış olan anlatıcı kozmik felsefesinin ana hatlarını açıklar.
Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar
Donmuş suh ancak baharla kanatlarını açar 448
Şair-anlatıcı romanında bu ülkeyi anlatır, ülke penceresinden çevreye ve dünyaya açılır. İnsan ancak ortamını bulunca ilhamını bulur, büyük medeniyetler ve sanatlar devletlerin ülkelerin demokratik ve hür, zengin olduğu dönemlerde ilerlemiştir. Kanuni ve Baki, Fransa ve 14 lui hep ilerlemiş dönemlerde rüzgar ve yağmurdan büyük adam olmuşlardır. Rüzgar döllendirici değil de yıkıcı olursa hiçbir şey ortaya çıkmaz, ne bitki ne meyve, ne sanatçı, ne de insan.
Romanın yükselen bahtı aslında milletin yükselen bahtıdır, olaylar başarı tepesine varınca paslanan tarihin içinden uygarlık ırmağının çıkışı, huzuru ve başarıyı yakalamış toplumun huzur şarkılarıdır.
Şair çileli yıllarından arkasından gelen baharı “Özgür Bahar” olarak niteler. Psikanalitik olarak şairin dünyası değişmiştir, Zamana Adanmış Sözler isimli şiir gurubunda her şiir bir heyecan, feyz, emniyet, sevinç ve zafer çığlığıdır.
“Kuvvetle yere bastım yokladım derinliğini toprağın
Omuzlarımdan kalktı sanki ağırlı bir dağın
Resmini çizdim durdum kutlu sayfalarına çağın
İsmini fısıldadım yeryüzüne gökyüzüne durmadan
443
Şair sanatı besleyen yağmurların ve sanata zemin hazırlayan zamanın kıt olduğu zamanlarda sürekli bir hüznün ve arayışın ve bedbinliğin tesirindedir, ama yıllar geçince zaman da yağmur da değişmiştir. Bu yüzden şair kendindeki müsbet ve olumlu değişmelerin kaynağını bir sanat felsefesi kuralı ile yorumlar. İlhamın zaman ve yağmur ile bağlantısını vurgular.
Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar
Donmuş ruh ancak baharla kanatlarını açar
Kışı bırakmak yeniden yaratılmak gibi
Yeniden olmak gibi bir fizikötesi töreni / 448
Buradaki bahar bizim bildiğimiz zaman değildir artık. Metafizik anlamda bir değişimdir, yeniden yaratılmaktır. Tolstoy’un Diriliş romanındaki değişim ile Sezai Karakoç’un diriliş telakkisi çok farklı boyutlardadır.
Su baharda artık akrepler ölmüştür, akrepler ve yarasalar Gün Doğmadan romanında gerilimin kaynağıdırlar.Onlar ölmüşse insanlığa bu toprağa huzur gelmiştir,
Akrebin Ölümü şiiri bir toplumsal zehirlenmenin sonudur.Hikayesi olan bir şiirdir, bir romanda kötü adamın misyonu bittimi mutluluk elde edilir.
“geldi samyeli camlardan geçip
Üzümlerden incirlerden bir koku taşıyarak
Dondu akrebin zehri damarlarında
452
Romanımızın son bölümlerinden biri Çeşmeler adını taşır. Romanın vaka örgüsü olumuzluklarla başlayan ve tırmanan bir çizgi gösterir.
Hızırla Kırk Saat’e gelinceye kadar bu gerilim devam eder, romandaki gerilim şairin ruhunda ve yorumlarında görülür. Hızırla Kırk Saat bölümünde ise gerilim düşar ama birden bire huzur yükselmez. Hızır bahardan önce gelir ve baharı hazırlar. Gül Muştusu bölümünde Hızır gelmiş artık onun tesiri ile güller çok boyutlu bir şekilde ortaya çıkmıştır, şiir bölümlerinin isimleri birbirimi tamamlayan roman bölümleri gibidir. Zamana Adanmış Sözler de Hızır ve gül mevsimi arkasından büsbütün değişen zaman ve değişen zamanın destanı hükmünde Zamana Adanmış Sözler. Zamana Adanmış Sözleri tanıtırken bölümün başındaki cümleler Romanın gizini, sırrını ifşa eder. “Bardaktan boşanırcasına paslanan talihin içinden gülümseyen uygarlık ırmağı“
İçinde bir ıztırabın dindiği şair-gözlemci-romancı artık eşyaya ve medeniyet unsurlarına bakar, önceden toplumun bahtını sorgulayan şair, değişen zaman ve mevsimlerle birlikte medeniyetin vergisi olan unsurlara bakar, çeşmeleri yorumlar, özellikle İstanbul çeşmelerini.
Ve derken Üsküdar tophane
Kabataş ve Valideçeşme
Sultanahmet Sofular
Her yerde ve her zamanda
Anıt gibi ayakta
Durabilen
470
Ecdadın bu medeniyet unsurlarına gösterilen ilgisizliği şairin ruhunu burkar.
Karakoç çeşme ile şaire gösterilen ilgisizliği birleştirir ve onunla birlikte ağlar.
Ya ben gidip çeşmeye kapansam
Ya çeşme bana açılsa
Ya çeşme gelip bende kapansa
Ya birlikte bir ağıt olsak
478
Ayinler bölümü ise tam yerine oturtulmuştur, huzuru, mutluluğu bulmuş insanın ayinlerle mutluğunu pekiştirir. Ayin’in mitolojideki anlamı ile dindeki anlamı birleşir, şair burada iki anlamı birlikte satırları ile perçinler. Karakoç, önceki bölümlerde mana planında aksaklıklardan rahatsız olan ruhu, bayrama, güle, muştuya ulaşınca şair bu sefer medeniyet sorunlarına, getirdiklerine eğilir. Tabiatı, sanatı, çeşmeleri, felsefeyi fark eder. Felsefi konularda yavaş da olsa bir gelişme hissedilir. Felsefenin aslı matematiktir, evren de matematik bir düzen içindedir gibi felsefenin meseleleri şiirlerinde ve yorumlarında görülür.
Matematik metafiziktir, metafizik matematik değil
Döl metafiziği çağı sona erdi, son buldu insan artışının teoriği
Çoban sürüsünü müzikle erdirirken tabiatüstü yüceliğe
Zaman çevirdi insan kitlesini karılmış ve yıkılmış bir hayvan çerisine
484
Sanat sorunları da girer şairin gözlemcinin- gözlemci romancının peyzajına .
Şairin tablolarındaki zamanın ihata sınırını belirlemek güçleşir. Hal, mazi, kadim geçmiş, günümüz hep birlikte tayflar halinde eserde görülür.
Diri dedikleriniz ölü, ölü dedikleriniz diri
Sonbahar yaprakları gibi dökülüyor dünya terleri
Mücevher saatler ayin yeri duvarlarında kımıldanış
Lete’de değil Ganj’da değil Kevser’de yıkanış
Çin ressamları döneminden rum ressamları dönemine geçiş
Daha sonraki dönemde de gönlü arıtıp genişletip derinletiş
Hüdavendigar önüne diz çökmek içinizin bekleyiş
Bir buhurdan gibi yayılan bir koku
Havariyyun ve sahabe havası tuttu ufku
507
Şairin ruhu eleştirinin gri havasından kurtulmuş, gözler objektif bir tarzda hayata, hayatı ihata eden zamanın arkasına önüne geçmişlerdir.
Dirilişin teori devri bitmiş, dirilişin erenleri ortaya çıkmıştır.
Bunlar diriliş erleri erenleri pirleridir
Kucaklarına dünya kesilmiş bir baş gibi devrilir
Ruhlarının akustiği sağlansın diye
Arşta çınlayan cezbe sesleri devşirilir
Şair varlık ötesinin neşeşine düşmüştür, arş bile diriliş ile doludur. Erenlerin, diriliş coşkusunun mimarları işlerini başarınca Tanrı da, onlardan memnundur, zafer kazanılmıştır artık.
Ve Tanrı görünüyor artık
Ve Tanrı onlardan razıdır artık
Saçılıyor bir hazine gibi ortaya
Gizli bir hazine gibi ortaya sırlar
Dayanmaz oldu bu açılıma aynalar
Kırılıp dökülüp yokluğa karıştılar 512
Leyla ile Mecnun romanda estetik olarak en uygun yerine konmuştur. Romanın yükselen huzur çizgisi bu güncellik kazanmış klasik konu ile hakikat arayışına döner. Bahar devrinin arkasını insanları hakikatı arayan bir dünya takib etmiştir.
Şiir göndermede bulunduğu anlamlarla zengindir.Leyla kaşı kara gözü kara bir çöl dilberi değil, uğruna her şeye katlanılan bir evrensel metafizik idealdir, güzeldir. Yoksa bu satırlar bir estetik duruşa söylenmez.
Melekler çöl şehrine dağılsın
Leyla’nın uyku saati geldi
Bütün çıkrıkları bozsunlar
Leyla’nın uyku saati geldi
Sussun bütün böcekler sussun bütün çöl
Leyla’nın uyku saati geldi.
Unutma çöl ulu bir şehirdir
529
Leyla ile Mecnun konusu müstakil bir yorum olacak bir bahistir. Şairin ideallerinin yeni bir yapı ile ifade edilmesidir. Süre olarak kırk yılı kapsayan , ama şiirlerde kullanılan zaman açısından , insanın evrene ayak bastığından büyük tecrübenin içine alındığı zamanın öncesini ve sonrasını kapsayan eserin şahıs kadrosu içinde Leyla ile Mecnun mesnevisinin, fiktif metninin şahısları sembolleştirilmiş, romanın önemli ve gerçek şahısları içinde yer almışlardır. Dinin, felsefenin, sanatın, ve yazarın ürettiği şahısların tamamı bir büyük şahıslar harmanı olarak ortaya konmuştur. Bu şahıslar içinde peygamberler vardır, elbetteki bu şahısların içinde sanatsal imajlarla portre özelliğini kazanmış olan Hz Peygamberdir. Böylelikle roman insanın ezeli macerasını sembolleştirdiği için bu macera içinde peygamberler, özellikle Hz Peygamber baş rolü üstlenir. Leyla ile Mecnun mesnevisi klasik eserlerin zaman anlayışı ile kaleme alınmıştır, Sezai Karakoç zamanın evrensel niteliğini korumakla birlikte konuya güncellik de kazandırmıştır. Eserin başarısı buradan ileri gelmektedir. Thomas Mann nasıl Yusuf İle Züleyha Mesnevisini Yusuf ve Kardeşleri isimli eserinde evrensel ve güncel bir boyuta taşımışsa, Karakoç da Leyla ile Mecnun’un benzer bir şekilde evrensel-güncel yapı ile yorumlamıştır. Biz onu burada romansal bakış açımız ile yorumladık.
Ateş Dansı ve özellikle Alın Yasızı Saati kitabı bir bütün halinde yayınlayan mantığın tam bir roman kurgusu ile tanzim ettiğini ifşa eder. Romanların sonunda kahramanların alın yazıları ortaya çıkar. Karakoç da bu bahiste artık kendinin ve farklı zamanlara göndermeler yapan eserinin alın yazısı ile bahsi kapatmak ister. Bu bahisler de dağınık düşünceler, bir araya getirilmiştir, bunların tamamını bir çatı altında ifade etmek, bölümleri oluştururken mümkünse de gerçekte bunlar arasında bir ittisal noktası bulmak zordur. Karakoç roman içindeki benini daha çok sanat sorunları, İslam dünyasının sorunları , küçük realiteleri anlatarak bitirir. Bu bölümün en estetik belki de eserin en estetik mısraları şairin güzel konusundaki fikirlerini anlattığı pasajdır.
“Yeniden varolmanın sırrı
Dirilmek ve diriltmek görevi
Ölümün çürütemediği güzellik
Ben o güzelliği söylüyorum
Ben o güzelliği söylüyorum
Ölümün ötesindeki güzellik
Ben o güzelliği söylüyorum
Sonbaharın kızıl yapraklarındaki baharı
Ben o güzelliği söylüyorum
Açlık ve susuzluktan sonraki sofraları
Yakıcı çölün derinliğindeki ırmak
Yatır örtüsündeki yeşil sükunetin bal peteği
Balın içindeki geometri vahyin kanıtı Cebrail izi
Cebrail’in gölge gibi geçerken bıraktığı iz gecede
Ben hep o güzelliği söylüyorum,
678
Not; Şiir alıntılarının sonundaki rakamlar şairin Gün Doğmadan isimli şiir kitabının sayfa numaralarıdır.