"Bir saatlik ilim altmış yılık ibadetten üstündür." hadisi sahih midir?

“Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.”

mealinde bir hadis var. Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, hadis kriterleri açısından bu hadis zayıftır. (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/310; ayrıca bkz. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 4/582)

Ancak Kur’ân-ı Kerim’de bu manayı ifade eden şöyle bir âyet var:

“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelişinde, tefekkür eden insanlar için elbette birçok ibretler (ve dersler) vardır.” (Âl-i İmran, 3/190)

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde “Kim bu âyeti okuyup da tefekkür etmezse ona yazıklar olsun!” buyurarak tefekkür etmenin ehemmiyeti üzerinde durur. Ayrıca Ümmü Seleme ve başka bir rivâyette Aişe validelerimiz, bu âyet nâzil olduğu zaman veya bu âyeti okurken Efendimiz’in ağladığını naklederler.

Tefekkürün müminin hayatında çok önemli bir yeri vardır. Ancak bunun için tefekkürün ne demek olduğunu bilmek gerekir. Tefekkür evvela bir ön bilgiye dayanır. Âmîce ve câhilâne tefekkürler, kuru birer tahayyüldür ve zamanla bıkkınlık hâsıl eder, daha sonra da insan onu anlamsız görmeye başlar. Bu sebeple insanın evvela tefekkür edecek mevzuu bilmesi, yani önceden belli bir malumatının olması gerekir.

Ayların ve yıldızların dönüşünü, onların insanla münasebetini, insanı teşkil eden zerrelerin deveran ve cereyanını bilmek, tefekkür adına bir adımdır ama Ay’ın ve Güneş’in harekatına bakıp kâinatın baş döndürücü güzellikleri karşısında şairane ilhamlarla coşmak tefekkür değildir. Bu şekilde düşünen, hayallere dalan malûl, yalnız ve garip bir sürü natüralist şair vardır. Onlar, mütefekkir değil, içlerini ve kalblerini kaybetmiş, gönüllerini Mefisto’ya kaptırmış hayalperestlerdir. Bunlar da bazen düşünüp kâinatın güzelliklerinden bahsedebilirler. Dünyevi güzellikler onların ifadelerinde öyle destanlaştırılır ki, onların bu beyanları karşısında insan, cennetin güzelliklerini duyuyor, dinliyor gibi olur. Bazen suların şakır şakır akması, yağmurun şapır şapır yağması, ağaçların hemhemesi, kuşların demdemesi hakkında öyle destan tuttururlar ki, insan kendisini cennetlerin ortasında zanneder. Ancak bütün bunlar tefekkür olmadığı gibi kalbî ve rûhî hayat adına da hiçbir şey vaat etmezler. Bunlar, bir adım bile ileriye gidememiş ve tenteneli perdenin verâsına geçememişlerdir. İşte bu tefekkürün hiçbir faydası yoktur. Ne kadar derin hülyalara dalınırsa dalınsın, böyle bir tefekkürün insana bir şey kazandırmadığı bir vâkıadır.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, tefekkür etmek için evvela icmâlî bir malumatın olması şarttır. İnsanlık, hâlihazırda ulaştığı ilim seviyesi itibarıyla, bu ilk bilgi sayesinde yeni terkipler, yeni tahliller yapacak, onlar üzerinde derinleşecek ve daha değişik hükümlere varacaktır. Vardığı bu hükümleri de ileride varacağı daha başka hükümler için mukaddime yaparak, bundan yeni yeni neticeler çıkaracak, çıkarıp tefekküründe derinleşecek, tek buudlu tefekkürünü çok buudlu yapacak ve muzaaf tefekküre ulaşacaktır. Bütün bunlarsa malumat sahibi olmaya vâbestedir. Malumatsız insanın tefekkür etmesine imkân yoktur. Bunun için bol bol kitap okuma çok önemlidir. Daha sonra tefekkür yolunun ve usûlünün öğrenilmesi ve son olarak da şeriat-ı fıtriyenin ve âyât-ı tekviniyenin mütalaa edilmesi gerekir ki, sabit ve sağlam düşünebilme imkanı doğsun.

İnsan, bir saat sağlam tefekkür ederse, o insanda erkân-ı imaniye (iman esasları) inkişaf eder. Daha sonra o insan, Allah’ı sever ve kalbinde derin bir muhabbet-i ilâhî belirir, derken zevk-i ruhanîye ulaşır ve ötelere doğru kanatlanır gibi olur. İşte böyle bir tefekkürle bazen insan, gider bin sene ibadet yapan ancak bu türlü bir tefekkürden mahrum kimselerin varabildiği ufka varır. Böyle bir anlayış ve şuur içinde, Rabbi’ne teveccüh etmeyen biri, bin sene bir yerde dursa da düşünüp derinleşemediğinden kat’ettiği mesafe bir saat tefekkürle kazanılan mesafeye müsavi gelmeyecektir. Ancak bu, onun bin sene yaptığı ibadetin boşa gittiği şeklinde de kesinlikle anlaşılmamalıdır. Zira Allah karşısında ne bir rükû, ne bir secde, ne bir kavame, ne de bir celse boşa gider.

“Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur.” (Zilzal, 99/7-8)

âyet-i kerimesinin ifadesiyle, herkes kazancına göre bir kısım şeylere mazhar olur. İbadetlerini yerine getiren bir insan, vazife-i ubudiyetini eda etmiş olur; ne var ki, o tefekkürden hâsıl olan derinliği elde edemez. İşte bu manadaki tefekkür, bin sene ibadete mukabil demektir.

 

Sorularla İslamiyet

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

İslam Haberleri