Bediüzzaman bir sanatçı, hem öyle sıradan değil yüksek düzeyde bir sanatkar. Sanatçıların normal insanlarda farklı hasiyetleri, pisikolojik ve ruhi özellikleri vardır. Van Gogh kardeşine Teo’ya yazdığı mektuplarda sanatın; resim sanatının, genel anlamda da tabiattan alınacak görsel sanat derslerinden bahseder. Bir çiftçinin tarlada yürüyüşünü, otların onun etrafında aldığı vaziyeti ayrıntılı bir şekilde çizer, nasıl farklı gözlere sahip olduğu görülür, üstelik bunları bakarak kopya olarak değil, kafasında hayal laboratuvarında yapar.
Bediüzzaman eşyaya ve olaylara, tabiata, sosyal meselelere velhasıl birçok unsura derinlikli bakar. Onun sanat silahlarından biri, aletlerinden biri tedai dediği çağrışımdır. Bu yetmez bir de çağrışımı bir sanat felsefecisi olarak izahını yapar. “Eşya mâbeynlerinde, bâzı münâsebât-ı hafiye bulunur. Hattâ, hiç ümit etmediğin şeyler içinde, münâsebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur; veya senin hayalin, meşgul olduğu san’ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münâsebettendir ki, bâzan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyânda beyân olunduğu gibi, "Hariçte uzaklık sebebi olan zıddıyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir. " Yani, iki zıddın sûretlerinin cem’ine vâsıta, bir münâsebet-i hayaliyedir. Bu münâsebetle gelen tahattura, tedâi-yi efkâr tâbir edilir. Meselâ, sen namazda münâcâtta, Kâbe karşısında, huzûr-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak mâlâyâniyât-ı rezîleye sevk eder. Senin başın, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakın telaş etme; belki, intibâha geldiği anda dön. "Aman ne kusur ettim, " deyip, tetkikle meşgul olup durma; tâ o zayıf münâsebet, senin dikkatinle kuvvet peydâ etmesin. Zîrâ teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner, bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, gàliben ihtiyârsızdır; hususan, hassas asabîlerde daha gàliptir. Şeytan, şu nevi vesvesenin mâdenini çok işlettirir. Tedâi-yi efkâr, gàliben, ihtiyârsızdır. Onda mesûliyet yoktur. Hem, tedâide mücâveret var, temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirâyet etmez, birbirine zarar vermez. ”
Sen bir konuyu düşünürken, zihin ona benzer şeylere aralarında münasebet olan şeylere götürür. İşte bu götürmeye çağırma, çağrışım, tedaii efkar denir. Sanat felsefecileri çağrışımı tarif ederler. “ ing association, bilinç yani şuur alanında istemin, isteğin hiçbir katkısı olmadan hatta onun direnişine karşı fikirlerin, imgelerin, duyguların kendiliğinden birbirine bağlanması. Sunumların ve kavramların düzensiz bir görünüm altında birbirini izlediği ruhsal olgu.” Bediüzzaman bu benzerlikleri çağrışım gücü ile kullanır. “Rahmaniyetin tecellisi ile kainat bir ağaç, bir bostan, zemin birmeyve, bir kavun, zihayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan, elbette en küçük bir zihayatın halıkı ve Rabbi bütün zeminin ve kainatın halıkı olmak lazımgelir. “(144) Bir anda çağrışımları ile kainat, ağaç, bostan, zemin, meyve, kavun, zihayat, insan, çekirdek bunları çağrışımları ile bir bakış içinde ortaklıklarını anlatır.
Çağrışım gözlemci bir üslubun özellikleridir, gerçi Bediüzzaman iç gözlemlerde de çarışımı kullanır. Şu cümledeki çağırışımlara bak. “ Rahimiyet ve Rezzakiyet hakikatıdır. Yani bütün zemin yüzünde ve içinde ve havasında ve denizinde, bütün zihayatın bilhassa ziruhun ve bilhassa aciz ve zaif lerin ve bilhassa yavruların, ham maddi ve midevi, hem manevi bütün rızıklarını, şefkatkarane, kuru ve basit bir topraktan, camid ve kemik gibi kuru odun parçalarından yapılan ve bilhassa en latifi kan ve fışkı ortasından gelen ve bir dirhem kemik gibi birtek çekirdekten yapılan binlerle okka taamların, vakti vaktine mukannen bir surette, hiç birini unutmayarak ve şaşırmayarak gözümüz önünde bir dest-i gaybi tarafından verilmesi hakikatıdır. “146. Bu cümlede kaç tane öğe var, bir de öğelerin, cüzlerin dağılımı zihnin onları zihinsel empatilerle, gözlem empatileri ile bir araya getirmesi normal insan zekasının becereceği şey değildir. İnsan zekası çok zaman tek hatlı bir demiryolu gibidir, Bediüzzaman bir küçük bahsin etrafında ne kadar öğeyi empatilerle birleştirip bir hakikatın gözlemi haline getiriyor.
Bediüzzaman’ın ırkını, evladı resul olduğunu veya olmadığını, daha başka sadece unvan olan şeylerini merak edip bunlara bir sürü yorucu zihinsel ve fikri keşmekeşlere düşmek yerine onun neden Bediüzzaman olduğunu sorgulamak çok zor bir şey, öbürleri kolayın kolayı üstelik keşmekeşli. Onun zamanın en estetik düşünen adamı, bedii olduğunu anlatamadık, anlatan varsa gelsin beri.
“Bir ruhsal durumun kendiliğinden bir başka ruhsal durumu getirmesi “Bediüzzaman bunu şöyle tarif ediyor. “ Tedai-i efkar galiben ihtiyarsızdır” Biri sanat felsefecesinin diğeri Bediüzzaman’ın ifadesi. “ Aristoteles çağrışımın üç yasasını belirlemişti. Ona göre çağrışım benzerlikle mavi halinin denizi anımsatması, yakınlıkla sütün beyazı anımsatması, karşıtlıkla sıcağın soğuğu hatırlatması kuruluyordu. Aristotelesten sonra çağrışım olgusunun varlığı inkar edilmedi, bu olgu üzerine çoğu birbiri ile uzlaşmaz değişik görüşler ortaya kondu. Hume ve öbür İngiliz deneycileri çağrışımı ruhsal sinirsel bir sürecin belirlediği mekanik bir olgu olarak düşündüler. Onlara göre çağrışımlar ruhsal yapının işleyişiyle ilgili temel öğeyi oluşturmaktaydı. Bu anlamda çarışım tüm ruhsal yaşamı belirleyen temel etkinlikti “ A Timuçin.
Sanatta birbiriyle benzerlik veya tezat gibi unsurlarla sanatçıya fikir üretiminde büyük yardımcı olan bu çağrışımların, insanın kutsal davranışlarına da zarar veren çağrışımlar ürettiğini belirtir Bediüzzaman ve bu yolda insanı ikaz eder. “ İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevâî, vehmî ve çirkin şeylerin def’iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlûp olur. Ancak onları mağlûp edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlarla uğraşmamaktır. Evet, arılarla uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semânın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez. O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytaniden geliyor. Mesela, sen namazda, Kabe karşısında, huzur-u İlahide ayatı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedai-yi efkar seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevk eder. Mesela, aynanın içindeki timsali ısırmaz. Ateşin misali yakmaz. Ve necasetin görünmesi aynayı telvis etmez. ”
Çağrışım çok önemli bir sanat olayıdır. Büyük sanatçıları zenginleştirir. “İngiliz filozofu James Milli imgelemi çağrışımla açıklamış, onu çağrışımın en basit biçimi saymış ve ardarda gelen duygular ve fikirler toplamı olarak göstermiştir. Ona göre hafıza da çağrışım yasalarına göre ortaya çıkan bir dizi fikirden başka bir şey değildir. İngiliz filozofu John Stuart Milli çarışım yasalarını yer çekimi yasaları kadar önemsemiştir. Gökbilim için yer çekimi yasaları fizyoloji için doku özellikleri ne ise ruh bilim için çağrışım yasası odur. Mill bize temel doğruları sağlayacak olanın nedensellik olduğunu bildirmiş, nedenselliğe de çağrışımla ulaşılabileceğini söylemişti. Herbert Spencer deneyci görüşle doğuştancı görüşü birleştirerek çağrışım fikrine evrim ve kalıtım kavramlarını getirmiştir. “ Bediüzzaman Spencer gibi çağrışımı özellikle gözlemlerde kullanmış bir nevi gözlem ve deneyleri birleştirmiştir. Büyük bir gözlemci olan Bediüzzaman bütün eserlerinde çok zengin çağrışım örnekleri verir. Aristo’nun tezad ve benzerlik yasalarına dayandırdığı çağrışımı Bediüzzaman bütün eserlerinde kullanmıştır.
Bediüzzaman çağrışımı “irtisam-ı gayri ihtiyarı olarak” ifade eder. Bu gayri ihtiyarı zihne gelen resimler sanatçıları özellikle şairlerin hayal ve ifade dünyalarını zenginleştirir. Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiiri, bir bayram sabahı bir büyük camideki bir sürelik ibadeti çağrışımları ile büyük tarihi ve dini, ve kültürel hadiseye dönüştürür. Bediüzzaman’ın Ayet-ül Kübra, Münacaat ve Pencereler risaleleri büyük çağrışımlarla doludur. Adeta sanat mektebidir. Tarih boyunca kuru tevhid bahisleri onun elinde bir sanatlı gözlemler serisine dönüşmüştür. Bu da onun büyük bir gözlemci-sanatçı kişiliğinden ileri gelir. O olaya çok yönlülük getirir.
“Ey sû-i vesveseden meyus nefsim! Tedâi-yi hayalât, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ı gayr-ı ihtiyarîdir. İrtisam ise, eğer hayırdan ve nuraniyetten olsa, hakikatin hükmü bir derece suretine ve misaline geçer: güneşin ziyası ve harareti, aynadaki misaline geçtiği gibi. Eğer şerden ve kesiften olsa, aslın hükmü ve hassası, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Meselâ necis ve murdar bir ¸eyin aynadaki sureti ne necistir, ne murdardır. Ve yılanın timsali ısırmaz. İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan ihtiyarsız olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır. ”