Şarkın kalesi Erzurum'un Horasan İlçesine bağlı Aşağı Kızılca köyünde 60 küsur sene önce gözlerini hayata açmıştı...
Babası yörenin tanınmış din âlimlerinden Nedim Hoca... Cömert, misafirperver, konak sahibi, ağzı dualı, şefkat ve merhâmet timsaliydi. Köyünün imamlık vazifesini de yerine getirmişti. İlme, âlime, hafızlara sonsuz saygısı ve sevgisi tartışılmazdı.
Babasından aldığı köklü ve sağlam terbiyenin eseri olacak ki, beş kız, beş erkek evlâdını İslâm edebiyle yetiştirmişti. Sonuçta bir çiftçiydi, ziraat ve hayvancılıkla geçimini sağlardı. Yiğit, hatırı sayılır, babası gibi misafirperver bir insandı.
Yılların ve yoğun çalışmanın bedenine yüklediği yükle birlikte amansız hastalığa yakalanmıştı. Bir kaç yıldır gördüğü tedavi mukadder sonu önleyememişti. Çınar gibi çevresine ses vererek devrildi. Son telefon görüşmemizde her zaman söylediği sözleri tekrarladı: "Sen ilmen bizim aile büyüğümüzsün, ağzın Kur'an'lı, bana dua et ve hakkını da helal et..."
Kardeşlerimle birlikte çıktığımız bin iki yüz kilometrelik yolun ucunda, onun cenazesinde dostluk, akrabalık, insanlık, komşuluk ve İslâmlık ruhunun ne kadar canlı, diri ve geçerli olduğunu bir kez daha müşâhede etmekten dolayı duygulanmış ve Rabbime hamdü senalar etmiştim.
"El-Mevtü hakkun!" gerçeği bir kez daha kulaklarımızda yankılanıyor, gönüllerimizde uyarı ve ürpertisini hissettiriyordu. Küçük bir köyde bu kadar cemaat nereye sığabilirdi ki? Tıpkı sağlığında ağırladığı ve tebessümle karşıladığı misafirlerini, dost ve akrabalarını soğuk bir kış gününde ve kar altında öylesine sıcak bir alaka ile karşılıyordu ki, sanki yer gök dua demetiyle örülmüş, Kur'ân sadâsıyla mest olmuş, çocuklarının ve aile efradının mahzun göz yaşlarıyla sulanmıştı... Selâ ile ilan edilen vefat haberi, Peygamber (s.a.v)'e salavatla taçlanıyordu.
Bu kadar cemaat, köyün küçük camiine nasıl sığacaktı? Erzurum ve çevreden iştirak eden hafız ve imamların ihlaslı Kur'an sadâları yankılanıyordu etrafta... Bir nevi Kur'ân ziyafetine ev sahipliği yapıyordu Alibey... İstense de hiç kimse böylesine bir topluluğu sessiz ve sükûnet içinde organize edemezdi. Kur'ân hatmi, va'z ve öğle namazını müteâkip köyün karşı yamacında yer alan kabristana doğru kepçe ile açılmış karlı ve çamurlu dar yoldan ilerleyen bir konvoy oluşmuştu. Son yolculuğuna doğru omuzlarda yaşadığı son tahta oturuşu, biraz sonra toprağın bağrında son bulacak, ötede yaşanacak mânevî saltanat ve müjdelere eşlik ederek yüce Yaradana kavuşmuş olacaktı..."Allah'tan geldik, Allah'a döneceğiz" ferman-ı İlâhîsi zihinlerde dalga dalga yayılıyor, dudaklarda dua olarak semaya yükseliyordu.
Musallaya konulmasıyla birlikte, elinde sarık ve cüppe ile bekleyen İmam olan oğlu Mahmud'un; "Büyüğümüz olarak senin cenaze namazını kıldırmanı istiyoruz" arzusu üzerine cüppe ve sarığı giyerek tabutun başına geçtim.
"El-mevtü hakkun... Bir farz-ı kifâye, bir sünnet-i Nebeviyye ve bir âdet-i İslâmiyyeyi ifa etmek üzere toplanmış olan muhterem kardeşlerim..." hitabıyla başladım sözlerime...
"Mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır... Bir Ma'bûd-u Lemyezel'in, bir Mahbûb-u Lâyezal'in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet'e çağrılıyorsunuz. Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz... Ehl-i gaflet ağlasın, ehl-i dalâlet ağlasın..." tarzında devam etti.
Son demlerindeki vasiyetini hatırlattım: Bütün ehl-i imana haklarımı helal ediyorum, onlar da bana haklarını helal etsinler... Sanki kabir ahalisi suskun ve heyecanla misafir kardeşlerini ağırlamaya hazırlanıyorlardı.
Kabristanda yükselen gür sesli bir koro içten haykırıyordu: "helal olsun, helal olsun, helal olsun..."
Merhume annemin biricik kardeşi dayımın oğlu! Benden yana da, bizden yana da helal olsun. Mekânın Cennet olsun...Nur içinde yat... Mahşerde görüşmek üzere Rahîm ve Ğaffâr olan Rabbime emanet ol..!