RisaleHaber-Haber Merkezi
Taraf Gazetesi'nin yeni yazarı Namık Çınar, ilk yazısında, Said Nursi ile ilgili söylediği bir sözün Askeri Mahkameden beraat aldığını ancak benzeri suçların (!) önlenmesi için Yüksek Askeri Şura ile sorunun kökünden çözüldüğünü söyledi.
"Komünizm propagandası" nedeniyle ordudan atılıp tkerar geri geldiğini hatırlatan Çınar, eleştirilerini de ekledi.
İşte Namık Çınar'ın yazısından ilgili bölüm:
"Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesi’nin yargılanıp da beraat ettiğim şu kararına bir bakın: “...Atatürk’ü ve talimnameleri olduğu gibi... bir subayın Marx ve Engels’i de, Lenin’i de, Mao’yu da okuyup öğrenmesi, Kur’an-ı Kerim’i de bilmesi ve hatta Said-i Nursi’yi de tanıması gerekir... sözlerinin müsnet suçun unsurlarını ihtiva etmediği ve hatta daha çok bir gerçeği belirttiği görülmektedir... belirtilen sözler, bir subayın her konudaki eserlerden faydalanması lüzumunu ortaya koymaktadır...”
"Ne ki, ceza mahkemelerinin verdiği böylesi olumsuz (!) aklanmaların doğal bir sonucu olarak Askerî Yüksek İdare Mahkemesi yoluyla, tıpkı benim yaptığım gibi, Silahlı Kuvvetler’e yeniden sızılmasına (!) geçit vermemek için derhal önlem alınacak ve “ordudan atılma”lar bundan böyle, kararlarına yargı denetimi işleyemeyen Yüksek Askerî Şûra üzerinden gerçekleştirilerek, sorun (!) kökünden çözülecektir."
O yüzden, yok “hukukun üstünlüğü”ymüş, yok yüce mahkemenin “Türk Milleti adına verdiği beraat kararı”ymış, yok Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nin “iade ettiği haklar”mış... “Evrensel hukuka dayalı demokratik bir devlet yapısını” bırakın içselleştirmeyi, algılamamış bile olan kimi kafalar ve kurumlar bakımından, bunların hepsinin boş laflar olduğunu görmüş ve yaşamış birisiyim ben.
Pekiyi, şimdilerde altmışımı devirdiğim ömrümün hâlâ da içime sinmeyen ceremesi neydi ki? Hiç denetlenememiş, her yaptıkları yanlarına kâr bırakılarak hiç hesap sorulamamış, herkesin gözü önünde ve bile bile narsist tanrılar gibi dolanan ve her şeyden önce de kötü ve hasta ruhlu, bir avuç ama etkin konumlarıyla önemli olan bu insanlar, korkunç cehaletleri ve fütursuz zorbalıklarıyla, çocukluğumu da gençliğimi de çalarak, hayallerimi, umutlarımı heves ve heyecanlarımı ayaklar altına alıp, ne diye çiğnemeye kalkışmışlardı?
Bunun nedeni şaşılacak denli yalın bir şeydi: Okumak ve bilmek! Bunlar okumaya ve bilmeye düşmandılar. Kim ki okur, bilmeye ve sorgulamaya kalkışır, o, onların düşmanı olup çıkardı. O, onlar için tehlikeli olmaya başlardı. Kendileri okumadıkları ve bu yüzden de bilmedikleri için, başkalarının da okumaya ve bilmeye yeltenmelerini istemezlerdi.
Yetinilmesini istedikleri entelektüel düzey, akademik ölçütler şöyle dursun, ortaokul ve lise kitaplarında yazılı olan bilgiler kadarlıktı. Meselâ teğmenken Cumhuriyet Bayramı töreninde yapmamı istedikleri konuşma metnimin içeriğini beğenmeyerek, biraz da görevi bana vermenin pişmanlığıyla, “İnkılâp Tarihi derslerinin satırları dışına çıkamayacağımı” emretmişler, işi tümen komutanına kadar uzatmışlardı. Hâttâ ben de buna sevinmiş, “koskoca general, herhalde o beni daha iyi anlar”, diye umutlanırken; ironiye bakın ki, hayal kırıklığım bir yana, üstüne üstlük bir de hapis cezası almıştım.