Akif, Kur’ân’ı anlatır:
Ey nüsha-i canı ehl-i dinin
Ey nasih-i şanı münkirinin
Ey meşal-i hikmet-i İlâhi
Ey mecmai feyz-i bîtenahi
Takdir-i meziyyetinde efkâr
Heyhat eder mi kudret izhar.
Akif’in Safahat’ındaki şiirlerin birçoğu ayetlerin doğrultusundaki gözlemler veya tesbitlerdir.
Tevhid Şiir’i Rububiyet ve Ulûhiyet örnekleriyle doludur, felsefidir.
Safahat’da Ayet metinlerini vererek onların tefsirini yapar Akif, ikinci olarak da Ayet metni vermeden eserlerinin çok yerinde Kur’ân ayet yorumları ile hayatımıza, sorunlarımıza, çıkmazlarımıza çareler üretir.
Bu şekilde bakınca bütün bir Safahat Kur’ân Eczanesinden alınan deva, ilaç nitelikli yazılardan oluşur. Safahat demek Kur’ân tefsiri demektir.
Onun şiir kitabı Safahât; Osmanlı Devletinin çöküşünün “safha”, “safha” anlatımı, duyurusu, bu çöküş ve yıkıntıların şairde bıraktığı acı izlerin derlenişi ve tesbit edilişidir. (Ağlar Safahâtımdaki hüsran bile sessiz, Safahat, s: 437). Bir bakıma Türk tarihinin en acıklı günlerinin yaşanmış bir destanı, yas yaprakları (Karakoç, S. Mehmed Akif, s: 21)
Mithat Cemal’in dediği gibi o “Kur’an’lı bir evde” doğup büyüdü, Kur’an’ın ölçüleriyle eğitildi. (Özçelik, M. Nun ve Kalem, s: 35) Çocukluğundan itibaren iyi bir dini terbiye aldı. Gerek babasından, gerek gördüğü derslerden aldığı şuurla iyi bir Müslüman, aklı başında bir âlim oldu. (Vakkasoğlu, V. Mehmed Âkif, s: 26-26) Bu da ona ömrünün sonuna kadar silinmeyecek bazı kişilik özellikleri kazandırmıştır. Kur’an’ın okunduğu ve yaşandığı bir evde yetişen M. Âkif’in fikir dünyasının, dünya görüşünün, şiir ve sanatının kaynağı da Kur’an olmuştur. (Erdem, H. İ. Kur’an ve Âkif, s: 22-23)
Nitekim edebiyat alanına Kur’an’a hitaben yazdığı bir şiirle çıkması da dikkat çekicidir. Bu onun Kur’an’la ilişkisinin boyutları hakkında bir fikir verir. Bu şiire onun hem sanat, hem de hayat anlayışının beyannâmesi diyebiliriz. O bundan sonra yazdığı şiirlerde hep Kur’an’dan ilham alacak, pek çok Ayet anlamı veya içeriği ile okuyucunun karşısına çıkacaktır. Pek çok şiiri ya bir Ayetle başlar, ya da hangi konudan bahsederse bahsetsin Kur’anî bir bakış açısıyla yazıldı. (Özçelik, M. Nun ve Kalem, s: 37)
“M. Âkif’in şiirlerinde Kur’ân’ın birinci sırada bir kaynak oluşu, şairin hayatında Kur’ân ile olan yakın ilişkisi ve bu ilişkinin tabiî sonucu olan inançları, düşünceleri ve dünya görüşü ile yakından alâkalıdır. M. Âkif, kelimenin hakikî manasıyla Müslüman, mümin ve mütedeyyin bir insandır. Onu değerli kılan, yücelten de şüphesiz onun katıksız ve tavizsiz bir Müslüman oluşu (Vakkasoğlu, V. Mehmed Âkif, s: 26), ayrıca yazdıklarıyla hayatı arasında tam bir uyum olmasıdır. Üstelik o iman ve inançlarını, pek çok Müslüman insan gibi, sadece kendi iç dünyası veya bireysel hayatı ile sınırlamamış; çok somut ve işlenmiş bir dünya görüşü, hayat tarzı; hatta toplumsal projeye dönüştürmeye çalışmıştır.” (Çetişli, İ. )
Akif bir Kur’an tefsiri yazmıştır, ama hassas insan olduğu için tefsirinin yanlış yerlerde kullanılacağını düşünür eserini yakar. Bu eserinden bazı parçalar kalmıştır. Ama eseri olan Safahat’ın büyük bir kısmı Kur’ân Ayetlerinin yorumlanmasından, tefsirinden meydana gelmiştir. Aslında istiklal Marşı da bir Kur’ânî metindir, çünkü İslâm Dininin bütün büyük umdelerini bu marşa Akif yüklemiştir,
Korkusuzluk Kur’an’ın da en önemli umdelerindendir, bütün Peygamberler korkmaz ve yollarına devam ederler. “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin” temeli sözü Kur’an da çok tekrar edilen Namaz emrine bağlantılı izah edilmiştir, ezan–cami–namaz ve ibadet Dinin temelidir, ama temel insanları çağırmaktır ezan ile.
“Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal” sözü yine Peygamberler tarihinin ön önemli bir kuralıdır. Allah’a tapmaktan vazgeçen ümmetler, Âfatlarla helak olurlar, bütün ümmetler Allah’ı tanımamanın belası yüzünden yeryüzünden silinirler. Kur’an da “biz sizden önce nice kavimleri helak ettik” ihtarı vardır. Babasına inanmayan Hz. Nuh’un oğlunu bile babası kurtaramaz. Diğer Peygamberlerin hayatında da gerilim anları ve çareler vardır. Ümmeti Hz. Nuh ile alay eder “Ne yapıyorsun Nuh” derler, o da “Allah beni sizin zulmünüzden kurtaracak” der, alay eder gülerler. “Görürüz” derler, o da ben de göreceğim der, gemi kalkınca inanmayanlar suya gark olur.
Bütün Peygamberlere zaman zaman Allah, korkmamalarını söyler. Hz. Musa sihirbazlarla imtihan olacakken korkar, Allah onu ikaz eder korkmamasını söyler. Ümmeti arkalarından gelen Firavun ordusu önlerinde denizi görünce korkarlar. Hz. Musa “Rabbim beni hiç mahcup etmedi” der, Âsasını denize vurur ve deniz yol olur, geçerler.
Diriliş ve Akif
Safahat’ta şair Haşir suresini anlatır.
“Fenzur İlâ asari rahmetullahi keyfe yühyil arde bade mevtiha inne zalike lemühyil mevta ve hüve ala külli şey’in kadir” Rum Suresi, 50 Ayet)
Mehmet Akif bu ayetin önce mealini verir. “Allah’ın asar-ı rahmetine bir baksana: Toprağı öldükten sonra, tekrar nasıl diriltiyor? İşte o Allah bütün âlemleri muhakkak diriltecek, hem o her şeye kadirdir.” (Safahat s, 205)
Akif seyretmekten hoşlanır, Akif de yürümeyi ve âlemi seyretmeyi, seyrettiklerinden İlâhi, Sanatsal sonuçlar çıkarmayı sever, hayatın her devresinde bir İlâhi sanat galerisi olan arzı dolaşır, o sanatın önde gelen öğelerine bakar ve onlardan çok farklı yorumlar çıkarır.
Akif bir müfessirdir, yani Kur’ân yorumcusu, Safahat isimli eserin de bazı metinlerin başına Ayet ve Hadisler alır onları şiirle izah eder. O şiirle, sanatla Kur’ân ve Hadisleri yorumlar. Yukardaki Ayeti bir gözlemci tabiata bakarak bazı sonuçlara varır.
Onun tefsir anlayışında dramatik düşünce esastır, kâinatın farklı görüntülerini sinema levhaları gibi kaydeder ve onlardan, İlâhi tasarrufa gider.
Çık da seyret baharın cuş-i rengarengini;
Nefh-i Sur’un dinle mevca-mevc olan ahengini !
Bir yeşil kan, bir yeşil kan yağdırıp, kudret yere :
Yemyeşil olmuş feza; gömgök kesilmiş dağ dere
En kısır toprak doğurmuş, emzirir birçok nebat
Fışkırır bir damlacık ottan, tutup sıksan hayat
Dün kemikten külçe halindeydi her çıplak fidan
Bak: Ne sağlam kan, bugün dolgun yüzünden damlayan!
Dün kudurmaktaydı ormandan cahîmi bir zefir
Aşiyan tutmuş, bugün her dalda Perran bir safir!
Dün nigâh-bâniydi milyarlarca zîruhun sübat;
Silkinip çıkmış o mahbesten bugün bir kâinat
Dün ne matemdeydi âlem! Yer hazin gökler hazin
Sur-i fıtrattır bugün: Fıtrat bugün sahra Güzin!
İşlemiş kırlarda yer yer kudretin feyyaz eli
Öyle yapraklar ki sun’undan: Gidip bir görmeli !(Safahat .s .206)
Bülbül, Çanakkale Şehitleri ve İstiklal Marşı büyük şiirlerdir, ama Mehmet Akif’in hamasi ve hamiyet yönünü gösteren şiirlerdir. Akif denince çok zaman onlar akla gelir, ama koca Akif bu şiirler değildir. Bunlar Safahat isimli o muhteşem eserin birkaç sahifesidir. Mehmet Akif bizim tefsir geleneğimiz içinde bir Kur’ân yorumcusu ve Müfessirdir. Birçok Ayeti yaşadığı dönemin olayları ile bağlantı kurarak biraz da ciğeri yanmış bir Mü’min olarak yorumlar, çâreler düşünür, bir doktor gibi hasta cemiyete sunar ilaçlarını. İkisi de milli mücadelenin içinde büyük görevler yapmışlardır. Akif elinde Sırat-ı Müstakim klişesiyle Anadolu’yu dolaşmış halkı, milleti gafil avlamaya çalışan insanları ikaz etmiş ve başarmışlardır. Eğer Akif yanlarında olmasaydı, koşturmasaydı Milli Mücadele olayı büyük sıkıntılar çekerdi.
Akif geleneksel tefsir tarzından farklı düşünür, çünkü Akif bir fen bilimcidir, batıdaki ilmî gelişmelerin laboratuvarın, kozmik rasathanelerin ilime getirdiği yeni bilgileri bilir, bu yüzden geleneksel tefsir yorumlardan ayrılır, bir ilim adamı gibi bakar.
Akif, baharın çok renkli coşkunluğunu seyretmeye okuyucusunu davet eder. Tıpkı Ayetteki gibi o da “fenzur” bak der, seyret der. Eğer bakmak, görmek, seyretmek ve insan gözü olmasaydı bu Kâinat Sineması boş sıralara oynardı. Hayretsiz, temaşasız kâinat olmaz, mânâsı olmaz, o sinema bir gün yaşamaz. Akif “ Göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder” estetik kuralı ile dünyanın büyük estetikçileri gibi düşünür. O eserden müessire gider Kur’ân da, bunu anlatır.
Bunu düşünürken Nebiyy-i Zîşân’ın Gözü geldi aklıma, ne göz Allah’ım. Cebrail’i Hira’da gören göz. Allah ile mülakat eyleyen göz, o an neler hissetti, bize hissettirdi mi yoksa, sizin haddiniz mi o büyük mülakat anında hissettiklerimi hissetmek dedi, kuru ekmekle yetinen, ne bilsin başkasını, biz nasıl bilelim bunu. Miracın bin türlü harika olaylarını gören göz, Hz. Ebubekir, Hz. İsa’yı gören göz onu tasvir eder. Hazreti İbrahim’i tasvir eder, Hz. Musa’yı tasvir eder. Ondan önce gördüklerini anlatır, görmenin de Sultanı, büyük seyirci.
“Beytül Makdis’de işimi bitirince Mirac’a götürüldüm. Ben ondan daha güzel bir şey asla görmedim. Ölünüzün ölme zamanı gelince gözlerini ona doğru uzatır. Arkadaşım Cebrail beni oraya yükseltip göğün kapılarından bir kapıya ulaştırdı. O kapıya Hafaza kapısı denir. Onun kapısında Meleklerden bir Melek vardır ki adı İsmail’dir. Emrinde on iki bin Melek vardır, Onlardan her bir Meleğin emrinde de on iki bin Melek vardı.” (Siret-i Hişam, 130)
İbrahim, Musa ve İsa’yı anlatır. “İbrahim gelince arkadaşınıza (yâni Ebubekir’e) ondan daha çok benzeyen bir adam, arkadaşınızın da ondan daha çok benzediği başka bir adam asla görmedim. Musa gelince esmer, uzun boylu, hafif sakallı, kıvırcık saçlı yumru burunlu bir adamdı. Sanki Şenve kabilesinin adamlarına benziyordu. Meryem’in oğlu İsa, ise kısa ile uzun boy arası, kırmızımsı renkte, düz saçlı, yüzünün siyah benleri çokca bir adamdı. Sanki o hamamdan çıkmış gibiydi. Başında su olmadığı halde sanki başından su damlıyormuş gibi görünüyordu.” (Siret-i Hişam 131)
Cennette Peygamberimizin (A.S.V.) Gözü sergilenmeli, insanlar, bu Onun dünyadaki Gözü diye onun ihtişamını görmeli, hatta arkasına geçip O Göz ile bakabilmeli, ne yapalım zihin öyle istiyor.
Ey nur-ı Ulûhiyyyetin zılli avalimin,
Zıllin bile esrar-ı zuhurun gibi muzlim.
Kürsi-yi Celalin ki semalarla zeminler,
Bir nokta kadar sahn-ı muhitinde tutar yer.
İdrakin eder gaye-i ümmidin-i haybet,
Ya Rab o ne dehşettir ilahi o ne heybet!
(S 14)
Ayetler ve Hadisler ve büyük zatların sözleri eserin öznesi durumundadır.
İstiklal Marşı’nda Ezanları dinin temeli olarak ifade eden Akif, Ezanlar diye uzun bir şiir kaleme almıştır. Ezanı kalplerden semaya fışkıran bir vecd-i sekran, çoşkun dalgalanma olarak ifade eder.
Zaman geçmez ki yüz binlerce vecd-i sekranı
Zeminden yükselip göklerde vahdetzâr-ı yezdanı
Ararken dehşet akın etmesin bikr sayha-i vicdani
Ne lahuti sadâ, Allahuekber sarsıyor canı
Bir Gülbank-ı Hak ‘dır çok mudur inletse ekvanı
S 90
Kur’ân ile olan ilgilerimizi eleştirir, halimizi ortaya koyar:
“Görenek hem yalnız Çin’de mi salgın nerde
Hep musab Âlem-i İslâm o devasız derde
Getirin Mağrib-i Aksadaki bir Müslümanı
Bir de Çin sur’unun altında uzanmış yatanı
Dinleyin her birinin ruhunu, Mutlak gelecek
Böyle gördük dedemizden, sesi titrek titrek
Böyle gördük dedemizden, sözü dinen merdud
Acaba saha-i tatbiki ne den nâ’mahdud?
Çünkü biz bilmiyoruz Dini. Evet, bilseydik
Çare yok gösteremezdik bu kadar sersemlik
Böyle gördük dedemizden diye izmihlali
Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali
İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu Ayetlerde?
Lafzı muhkem yalınız anlaşılan Kur’ân‘ın
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mânânın
Ya açar Nazm-ı Celil’in bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’ân bunu hakkiyle bilin
Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için
Bu havalilerdekiler pek yaya kalmış dince
Öyle Kur’ân okuyorlar ki Sanırsın Çin’ce
Bütün âdetleri ayin-i mecusiye karib
Bir şehadet getirirler o da oldukça garip
Yalınız hepsi de anar hürmetle namımızı
Hiç unutmam sarılıp hırkama bir Çin’li kızı
Ne diyor anlamadım söyledi bir çok şeyler
Sonra meyus olarak ağladı... Biçare meğer
Bana Sultan’ı soruyormuş “ nasıldır “ dermiş
Yol yakın olsa imiş, gelmeyi isterlermiş.
S159
Osmanlı ne kadar sevilmiş, ne kadar aziz telakki edilmiş. Osmanlıyı yıkan aklı evveller, yerine koydukları bir şey yok, iki milletin adı, temcid pilavı gibi tekrarlanır durur, onlar da bekle karın doyurur.
Üçüncü safahat Ali İmran suresi 26 Ayetin tefsiridir. Kulillahümme malikel mülki tûtil mülke men teşau ve tenziül mülke mimmen teşau ve tüizzü men teşau ve tüzullü menteşau biyedikel hayr inneke ala küllişey’in Kadir. “Ya Muhammed de ki: Ey mülkün sahibi olan Allah’ım Sen mülkü dilediğine verirsin, Sen mülkü dilediğinin elinden alırsın, Sen dilediğini aziz edersin, Sen dilediğini zelil edersin, hayır yalnız Senin elindedir, Sen hiç şüphe yok ki her şeye Kadirsin.”
O Ayeti bir heyecan ve vahye gark olmuş bir mantık ile anlatır, şiir olarak.
İlahi emrinin avare bir mahkûmudur âlem
Meşiyyet Sende, her şey Sende. Hiçbir şey değil adem!
Fakat hâlâ vücut isbat eder kendince her sersem
Bugün üç beş karış toprakta varlıktan vururken dem
Yarın toprak kesilmiş varlığından fışkırır matem
İlahî, Mâlikü’l-Mülk’üm diyorsun. Doğru, âmennâ
Hakîki bir tasarruf var mıdır insan için? Asla!
Eğer almışsa bir Millet edip bir mülkü istila
Eğer vermişse bir millet bütün bir mülkü bîperva
Alan Sensin veren Sensin Senin hükmündedir dünya
İlahî en asîl akvamı alçaltırsın istersen
Dilersen en zelil eşhâsa izzetler verirsin sen
S 18
Aradan 100 yıldan fazla geçmiş, şiir1913’te yazılmış hâlâ Ümmet-i Müslime mutsuz ve boğazlanıyor, yardım et Allah’ım.
Müteakip sayfada Neml suresinden 52’inci Ayetin ilk yarısı nakleder Akif, Bismillâhirrahmanirrahim ve tilke buyutihim haviyetün bimazalemu, “işte sana onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları.”
Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, kadîm Ümmetlerin isyanından ve dalaletinden dolayı maruz oldukları trajik olayları anlatarak sonraki kavimlere “bak siz de bu mukabil olaylar ile karşılaşabilirsiniz” diyor, olaylar prototip. Ama bir Namaz ayetine sıkışmış Namaz, bir Hadis ve Ayete sıkışmış Cuma. Millet eğitiliyor gürül-gürül.
Geçenler varsa İslâm’ın şu çiğnenmiş diyarından
Şu yüzbinlerce yurdun kanlı zâirsiz mezarından
Yürekler parçalar bir nevha dinler reh güzârından
Bu mâtem kim bilir kaç münkesir kalbin gubârından
Hurûş etmekte son ümmidinin son inkısârından
S 255
Maruz kaldığımız zulümlere isyan eder mısralarla:
Tükürün Ehli Salibin o hayâsız yüzüne
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne
Medeniyet denilen maskara mahluku görün
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün
S 188
Akif Arnavuttur, ama millet-i hâkimenin Mü’min müteazzım bir ferdidir, Ümmet-i Muhammed şerefi ile şereflenmiştir, aklına ırkı ile öğünmek gelmez. Bir vehmin peşine gitmeyecek kadar azizdir, necibdir. Arnavutluk’taki olaylara üzülür babasını çağırır.
Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk
Bak nasıl doğranıyor? Kalk Baba kabrinden kalk
Diriler koşmadı imdadına bari sen yetiş
Arnavutluk yanıyor, he bu sefer pek müdhiş
Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu
Ki hemen kol-kol olup sardı bütün bir yurdu
S189
Akif Ayetleri günceller dönemin olaylarına ışık tutar onlarla. Zaten değişen bir şey yok o gün yaşananlar bugün de yaşanıyor. Vakalar benzer tarihler farklı.
Sure-i Yusuf’ta Hazret-i Yakub’un oğullarına hitabını nakleder Akif. Kardeşlerini aramaya giden Hz Yusuf’un kardeşlerine ümit verir Babaları, aynen Devr-i Safahatta da kardeşleri yine ikaz eder. Ümit dağıtır Akif, zaten o ümit adamdır,
Şiirlerin Ayet ile paralellik gösteren yanı toplumsal ve irade olarak gücünü yitirmiş bir toplumu hikaye eder, onu ikaza gayret eder.
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak
Dünyada inanmam hani görsem de gözümle
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle
Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir
Davransana… Eller de senin başta senindir
His yok, hareket yok, acı yok, Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin
Kurtulmaya azmin niye bilmem ki süreksiz
Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?
Atiyi karanlık görüvermekle apıştın
Esbabı elinden atarak ye’se yapıştın?
Karşında ziya yoksa, sağından ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver. Kalma yolundan
S195
İmparatorluğun yıkılması, insanın, irade ve gayretinin yıkılmasından sonra gelmiş, Safahat’ta hasta bir toplumun şerhi vardır, hatta ölmüş bir toplumu şair büyük bir heyecan ve gayret ve şevkle diriltmeye çabalar.
Araf suresi 155 inci ayetin bir kısmını ki o ayet şudur. “E tühliküna bima faales süfehaü minna “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım.”
Yıkım, çöküş o kadar kuvvetlidir Akif eleştirilerinde itidali kaybeder.
Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı
Mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı
..
Esmezse ilahi bir nefha yakında
Ya Rab, o cehennemle bu tufan arasında
Toprak kesilip kum kesilip Âlem-i İslâm
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnam
S 197
Aradan yüz yılı aşkın bir süre geçmiş, bu iradesi yerlerde sürünen insan bugün ne kadar ayağı kalkmıştır, bu mukayeseli bir çalışma ile ortaya çıkabilir.
“Hel yestevillezine ya’lemune vellezine lâyalemun.“ Zümer suresinin 9 ayetinin bir kısmıdır yukardaki mukaddes metin. Hiç bilenler le bilmeyenler bir olur mu?”
Olmaz ya… Tabii Biri insan biri hayvan
Öyleyse cehalet denilen yüz karasından
Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet
S 199
Akif’in hayatı geçirdiğimiz feci günlerin ve tarihinin maddi ve fiili bir akışıdır, akıbetidir. Bu büyük bir gayret adamıdır, imparatorluğu kurtarmayı bırak milli mücadele ile Anadolu’yu kurtarmak için çabalamış ve başarmış, elli yıl savaşmış milletin Anadolu’nun ortasında bir devleti doğmuş şükür, ama Akif yine hüsranda olaylar öyle gelişmiş ki kaçmaktan başka kurtuluş yolu bulamamış ve Mısır’a gitmiş, on üç yıl orada yarı ölü yarı diri bir iradeyle yaşamış, sürünmüş, sonra ülkesine dönmüş ve ölmüş, geldiğimiz nokta bu.
Bir İmparatorluk yıkılmış bir irade timsali kurtarıcı portre o da ölmüş veya öldürülmüş.
Akif şiirin izahından Yahya Kemal gibi maziye gider, mazideki halimizi ironik olmayan yakın mesafeden görür.
Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz
Kapkaranlıkken bütün âfakı insaniyetin
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin.
S 211
Yukardaki mısralar Zümer suresinin dokuzuncu ayetinin bir kısmıdır.
Bakara suresinin 11 ve 12’inci ayetleri bozgunculuk ve fesat çıkaranlara hitap eder. “Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman. Biz ıslahtan başka bir şey yapmıyoruz” derler. Gözünü aç iyi bil ki Onlar yok mu işte asıl müfsid onlardır. Lakin farkında değillerdir.“
Burada bu tiplere hitap eder.
Bir yığın kundakçıdan yangın görenler milleti
Şimdi inmiş zanneder mutlak şu müthid ayeti
Ey vatansız derbederler ey denî kundakçılar
Milletin az çok duran bir dini, bir namusu var
Şimdi nevbet onların... yansın da onlar öyle mi?
Tarümar olsun bütün bir Müslümanlık âlemi!
S 203
Akif’ten iyimser olmayı beklemek beyhude, hayatı ördükleri yaşadıkları, toplumun çöküş halinde olması onun bu telakkilerini doğrular. Ama o yine gayret eder, birşeyler yapmak ister.
İyimser bir gözle anlattığı ayet Rum suresinin 50 ayetidir. Haşir ile ilgili çok meşhur bir Ayettir, öldükten sonra dirilmeyi anlatır.
Bismillâhirrahmanirrahim
Fenzur ila asari rahmetullahi keyfe yühyil arda bade mevtiha inne zalike le mühyil mevta ve hüve ala külli şeyin kadir.
Allah’ın asar-ı rahmetine bir baksana, toprağı öldükten sonra tekrar nasıl diriltiyor? İşte Allah bütün ölüleri muhakkak diriltecek, hem O her şeye kadir.”
Çık da seyret baharın cûş-u rengârengini
Nefh-i Sur’un dinle mevcamevc olan ahengini
Bir yeşil kan bir yeşil can yağdırıp kudret yere
Yemyeşil olmuş feza gömgök kesilmiş dağ dere.
Bu iyimser tabloya karşı Akif kötümserdir. Toplum ve tabiat iki tezattır.
Öyle amma gördüğüm elvâh-ı şevkin rağmına
Bende hâlâ zevke benzer bir duygu yok, hâlâ yine
Bir değil yüz bin bahar indirse hatta asuman
Hiç kımıldanmaz benim ruhumda kök salmış hazan
Dem çeker bülbül... Benim beynimde baykuşlar öter
Sonra karşımdan geçer bir-bir yıkılmış lâneler!
S 206
Araf suresinin 185’inci ayetin başını açıklar. ”Evelemyenzürü fi melekutüssemavati vel ard - Onlar Allah’ın göklerdeki yerdeki kudret ve Hâkîmiyetini görmüyorlar mı?”
Fatih Kürsüsünde isimli bu uzun eser elli sahifeyi aşkındır. Çektiğimiz bütün sıkıntıları dindirecek bir yorumdur, çalışmayı örgütler.
Çalışmayı müteaddid gözlemlere dayanarak gerekli, zaruri ve içtimai ve ferdî bir mecburiyet olarak anlatır. Şu mısraları birçok defa tekrar eder.
Bekayı Hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir
Çalış çalış ki beka sa’y olursa hakkedilir,
Dünyevî ve uhrevî süreklilik ancak çalışmakla elde edilir, devamlılık ve beka ancak çalışmayla hak edilir, yoksa imkânsız.
Çalışmayanı kâinat da acımaz
Hayata hakkı olan kimdir anlıyor görüyor
Çalışmayanları bir-bir eliyle öldürüyor
Bekayı gâye sayanlar koşup ilerlemede
Yolunda zahmeti rahmet edip müzahamede
Terakkiyatını milletlerin gören heyhat
Zaman içinde zaman etse, haklıdır isbat
Batıyı anlatır
Bakın mücahit alan Garba şimdi bir kerre,
Havaya hükmediyor kani’ olmuyorlar yere.
Dönün de âtıl olan Şarkı seyredin, Ne geri,
Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri.
Nedir şu bir sürü fenler, nedir bu sanatlar,
Nedir bu ilme tecelli eden hakikatler,
Sefineler ki yarar kıt’a, kıt’a deryayı.
S 238
Ya biz
Zaman zaman görülen ahiret kılıklı diyar
Cenazeden o kadar farklı olmayan canlar
Damara seyri belirsiz irinleşen kanlar
Sürünmeler, geberip gitmeler rezaletler,
Nasibi girye-i hüsran olan nedametler
Harab olan azamet târümar olan nedametler
S 238
Safahat tek başına bir milleti diriltecek bir kitap ama nerde, bir iki şiire sıkışıp kalmış koca Akif.
Şiir bir psikanalitik tahlildir, bir büyük tedavi reçetesidir.
Sonunda dua eder yüreği yok olmuş Akif:
Kur’ân, ayak altında sürünsün mü İlâhi?
Ayatının üstünde yürünsün mü İlâhi
Haç Kâbe’nin alnında görünsün mü İlâhi
Çöksün mü nihayet yıkılıp koskoca bir Din
Çektirme İlâhi bu kadar zilleti… s 276
Safahatın beşinci kitabı Bakara suresinden bir ayetle başlar:
Vela tahmilna ma’lâ takatelana bih
Takat getiremeyeceğimiz yükü bize yükleme Allah’ım
Allah ile hesaplaşma bir şiirdir, ama Akif’i bu duruma iten zaruretler nedir, o ayrı bir şerh konusudur.
Bütün bu karanlık tablolara rağmen o büyük bir irade ile coşar:
Korkma !
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki Hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz
Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun
Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa
Denizler ordu bulutlar donanma yağdırsa
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa afakı bir kızıl sarsar
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir
Sevinme bir acı bir gaye aynı vicdan bir
Değil mi cenge koşan Çerkes’in Laz’ın Kürd’ün
Arap’la Kürd ile bâkidir ittihadı bugün
Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz
….
Demek ki yıkılmayacak kıblegâh-ı âmalim
Demek ki ölmüyoruz
Haydi arkadaşlar gidelim
18 Mart 1915
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar –ki; şehadetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-u mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
1 Korkma, azim ve irade
2 Hilâlle konuşma
3 Ezeli hürriyet kavramı
4 Batının tesiri yok
5 İnsana gence portreye hitap
Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın,
Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın,
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.
6 Bastığın yerler/sorumluluk
7 Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
8 Ruhumun senden İlâhi şudur ancak emeli
9 O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım
10 Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
Şiir bir iç diyalog hilâl ile. Kendi ile, kurtarıcı nesil ile, Allah’tan isteği. Sonra hilal ile barışmak:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl,
Olsun artık dökülen kanlarımız hepsi helal,
Ebediyyen sana yok ırkıma yok izmihlal,
Hakkıdır hür yaşamış Bayrağımın Hürriyet,
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklâl.
Akif şiirinde âlemdeki canlanmayı anlatır, ölü olan kainatın semadan inen yeşil bir kan ile nasıl canlandığını, ölümden hayata nasıl geçtiğini anlatır. Haşir sabahı, Sur düdüğü nasıl bütün ölmüşleri diriltecekse baharda da canlılar o şekilde diriltilmektedir. Toprak Ana, doğurduğu yavrularını emzirmektedir. Kışta kemik gibi duran varlık birden canlanmıştır. Yokluğun hüznündeyken varlıklar birden varlığın neşesine bürünmüştür. Yapraklar bir sanat eserine dönüşmüştür, Şair, insanları onlara gidip görmeye teşvik eder. Şair Ayetin emrettiği gibi ölümden hayata geçişi gözlemleri ile bize yansıtır.
Yukarıdaki Ayet Haşir akidesinin kudsî kaynağıdır.
Dem çeker bülbül, benim beynimde baykuşlar öter,
Sonra karşımdan geçer, bir-bir yıkılmış lâneler.
Aşinalık yok hayalin konsa en bildik yere,
Yâd ayaklar çiğniyor. Düşmüş vatan yâdellere.
Başka ses bilmem muhitimden enin eyler huruş,
Beklerim dinsin bu matem, beklerim olmaz hâmuş.
Ah Tek bir âşiyandan bin yetimin nalesi,
Yükselirken dinleyen insan mıdır bülbül sesi?
Kendi dirilmeyi unutmuş ruhunun yanında milletin de hissizliğini ölüm gibi anlatır.
Duygusuz olmak kadar dünyada lâkin dert yok;
Öyle salgınmış ki mel’un: Kurtulan bir fert yok!
Kendi sağlam. Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin,
İşte en korkuncu hüsranın, helakin, heybetin!
Sonra Akif toplumsal körlük ve ölülüğü diriltmesi için Allah’a döner sitemle karışık ondan canlanma ister. Tıpkı topraklar gibi.
Ey ölüm renginde topraktan hayat ila eden,
Bir yığın toprak da olsak sade çiğnenmek neden?
Başka tıynetler mi hep şayan olan ihsanına?
Bir nesîm ister kımıldanmak için canlar bugün;
Bir nesîm olsun İlâhi… Canlanır kanlar bütün,
Nevbaharın ruhu etsin bir de bizlerden zuhur…
Yoksa artık Sur-u İsrafil’e kalmıştır nuşur.” (Safahat .206)
İşte Sanatçılar ve aralarında fark, işte ölüm ve diriliş farklılıkları.
Asr Suresi en kısa surelerinden biri olmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün Dinî ve ahlâkî yükümlülüklerin, öğütlerin özü sayılmaya değer bir anlam zenginliğine sahiptir. Bu sebeple İmam Şâfiî’nin sure hakkında, “Şayet Kur’ân’da başka bir şey nâzil olmasaydı, şu pek kısa sure bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur’ân’ın bütün ilimlerini kucaklıyor” dediği nakledilmiştir (bk. İbn-i Kesîr, VIII, 499; Muhammed Eroğlu, “Asr Suresi”, DİA, III, 502).
Mehmet Âkif Ersoy’un deyişiyle:
Hâlık’ın nâ-mütenâhî adı var en başı Hak,
Ne büyük şey kul için Hakkı tutup kaldırmak.
Hani Ashâb-ı Kirâm ayrılalım derlerken,
Mutlaka Sure-i Ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh,
Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh,
Sonra Hak sonra sebât: İşte kuzum insanlık,
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık
(Safahât, İstanbul 1944, s. 419).
Akif, Kur’ân‘ın statik tefsirlerine göre bakmaz muhâtaralar ve felaketler devrinin olaylarına yeni yorumlar getirir, bu yönü ile büyük bir müfessir ve yorumcudur. Ama bir iki şiirinin dışında Safahat yeni nesillerimize tanıtılmaz. Bütün kültür ve kimlik bozulması bu yüzdendir.
Akif’in şiirinin en önemli özelliklerinden biri, O ele aldığı ve anlattığı konuya bir şevk ve heyecan getirmektedir. Onun heyecanı sirayet eden bir heyecandır, Çanakkale Şehitleri, Bülbül, istiklal Marşı, şiir vadisinde koşan bir akıncı neferi gibidir.
Kitap Ordunun Duası ile biter:
Yılmam ölümden Yaradan askerim,
Orduma Gazi dedi Peygamberim.
Bir dileğim var ölürüm isterim,
Yurduma tek düşman ayak basmasın.
Âmin desin hep birden yiğitler,
Allahuekber, gökten şehitler,
Âmin, âmin, Allahuekber.
S 567