Bir gönlü, belkide binlerce gönlü fethetmiş biri var bu şehrin bir yerlerinde... O benim gönlümün kalemiyle satırlara döküldüğünden habersiz dolaşıyor bu şehrin sokaklarında…
Dudağında tebessüm, kalbinde dualarla...
Gönlü bîganeliklerle dolup taşmayan, fani/ geçici sevgilerle gönlünü karatmamış, gün ışıklarını beklerken hep Rabbi’nin kapısına yönelmiş... Dilinde tül tül dualarla ''affına mazhar eyle! '' diye iki büklüm olmuş seccadesine eğilirken o kıtmîr edalı, boynu tasmalı, ama sana sevdalı bir kulun var bu şehirde...
''Yarab! affını ihsan eyle nur sızmamış her halimize... Ağırlığından ezildiğimiz günah defterlerimize gün batımlarının kuşattığı aciz sözlerimize, dile getiremediğimiz tövbe yüklü cümlelerimize...’Ört üzerlerini ‘Settâr’ isminle tüm çirkinliklerimizin’ diye yalvaran biri var bu şehirde...
Hayatının her döneminde zihnini meşgul etmiş, ''necisin? nerden geliyorsun? nereye gidiyorsun?'' sorularının cevabını, Hz. Muhammed'den (sav) öğrenmiş... Onun nûranî halkasının dışından kâinata bakanları, kâinatı büyük bir matemhâne, onun içindeki canlıları da, ağlayan birer yetim gibi görmüş...
O zat, teşrifiyle şu dünyayı, şevk ve cezbe içinde bir zikirhâne haline getirmiş... Hazret-i aleyhis-salâtü vesselamın nuru sayesinde kâinatın aydınlanmış olduğunu asla unutmayan, onun aşkıyla yanan, onun aşkıyla oturup, onun aşkıyla (A.S.M) kalkan her ruh uludur diye düşünen bir nurlu sima var bu şehrin sokaklarında...
Seher vakitlerinde Rabiatü'l Adeviyye gibi: ''Ey bâd-ı sabâ! yolun semt-i Haremeyn'e düşerse benden o Resule selam söyle'' diye inleyen... Yakamozların serinliğinde onun ateşi yüreğine kor gibi düşen, deniz kıyılarında sabırla onu beklerken, ruhunun heyecanını ve coşkusunu ''Ruhum sana, varlık sana hayrandır Efendim, bir ben değil, âlem sana hayrandır efendim'' deyip hep o hicranla Veysel Karanî misâli inleyen, onunla kalbî ve ruhî bir bağ kuran, gönlü yaralı, gözleri hep yaşlı biri var bu şehrin sokaklarında...
''İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir'' düşüncesini hayatının en önemli düsturu saymış ve bu aşk ve şevkle çevresindeki insanlara ''ey muhabbet fedaisi kardeşlerim: Siz de benim gibi hüzünlere ağıt yakmak istemiyorsanız elinizi çabuk tutun. Geç kalışların hikâyesiyle acı acı hayaller kurmayın iç dünyanızda... El uzatılacak canlara geç kalmayın. Yanımıza yananlar gibi, kurtarılmayı bekleyen kelebekleri kurtarıverelim ateşten... Kalp kapılarında açtıralım tomurcukları... Vebal ödemeyelim ahirette... Çek küreklerini sevgi okyanusuna doğru... “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetll, onurlu ve vakarlı” düsturundan taviz vermeden. Allah’ın dostlarına dostluğu bırakmadan… Göğüsleyin tüm fırtınaları Allah aşkına... Zaten sahil-i selamet görünmedi mi? Beklemeye sebep ne?
Takılıp kalmak niye? İşe dört elle sarılmak vaktidir şimdi...Hizmet vaktidir! '' diye haykıran bir sevdalı var bu şehrin bir yerlerinde...
Her defasında kendisine yeni kılınçlar kuşanmış yeni şevklere yeni fetihler gerçekleştirmiş gibi hisseder kendini...
Faniliği dünyevi nazarla ruhuna eziyet ettiğinde ''Ya Bâkî! Entel Bâkî!'' demekle bekadan gelen ferahlı bir nefes içten kuşatır tüm benliğini... Sürekli okumak, sürekli içten donanımına devam etmek, ''yeniliğe ayak uydurmak'' değil belki ama ''tecdîde/yeniliğe güçlü ve hazırlıklı olmak'' adına önemli ve şifalı bir uygulama olduğunu bilir...
Zira o ve kalbi, kâinat ve hadiseler, her an yenilenir, her an yenilenmek ve hazırlanmak gerek kalp ve ruha diye düşünür...
Hakikatli bir yolcunun yürüyüşündeki engel ve engebeler ancak o vakit '' ayağına takılmış küçük ve önemsiz bir taş ''olarak görünür ona... Ve kafasına düşen böylece '' kaya ''olmaktan çıkar diye düşünen bir insan var bu şehirde...
''Edep yâ Hû!'' yazan duvarın altından kalkıp, üstünde ''hiç'' yazan kapıdan çıkıp giden bir insan tanıyorum bu şehirde...
Evet, fani cazibe ve yıldızlara aldırmadan çıkıp gider... Söyleyin dostlar, sizler de kendi yaşadığınız şehirde böyle bir insanı tanıyor musunuz?
Zira böylesine ''hiçliğe '' gidiş bizi de sürüklemeli değil mi peşinden?... Çünkü bu fani alemde sonsuzluk kervanının peşinden koşabilmek kadar büyük bir bahtiyarlık yoktur...
Söyleyin, siz de kendi şehrinizde böyle bir insanı tanıyor musunuz?