1884 doğumlu ilk kuşağın başlattığı esnaf dükkânında ikinci ve üçüncü kuşakla bir aradayız. Bir de geleceğe hazırlanan dördüncü kuşağın ayak sesleri duyuluyor. Kasaba ortamında ilçe şartlarında başlayan ticari meşguliyet, mütevazı babanın rızkı peşinde uzun süre helal kazançla geçim vasıtası olmuş.
Bu günkü ticari işletmenin kurucu babası, nurani resmiyle müessesede en mutena bir yere yerleşmiş durumda. Yüzündeki safiyetin ve Anadolu masumluğunun el emeği göz nuru bakışı kendini okutturuyor.
Biz, bir ikindi sonrası eğitim programımızı tamamladıktan sonra bir çay ziyareti ile müşerref olduğumuz işyerinde ilk edindiğimiz izlenimler bunlar. İkinci kuşaktan beyefendi işin başında… Oldukça mütevazı bir insan... Anlaşılan genetik miras kendisine geçmiş.
Sakin, sessizliğin mana yüklü derinliğinde düşünerek konuşan, takdir hissini öne çıkaran ve ilk saflarda yer aldığı hizmet sevgisini içinde koruyan halini sohbetin sıcaklığı içinde hissettik.
Genç ve yetenekli oğlu İbrahim ise ayakta ve müeddep halin timsali bir nezaketle bizim babasıyla olan sohbetimize küçük odanın hacmine zıt bir zenginlikteki muhteva konuşmalarına tasdikle katılıyor ve oldukça mutlu.
Büyük mağazanın tekstil sektöründe toptan satış yapan büyük bölümünün köşesindeki odada biz çaylarımızı yudumlarken, salona yerleşmiş çalışanları da bu vesileyle tanıma imkânımız oluyor. İkisi işletme sahibinin kayın biraderleri, diğer ikisi de çocukları.
Tam bir aile dayanışması şirkete hâkim. Göz ve söz uyumu bedenlere akseden teslimiyet tutumu ile birleşmiş. Gelen müşterilerle bazen ayakta raflardan seçilen numuneler üzerinden siparişler alınıyor, bazen de gelen misafir tezgâhın yanında ağırlanıyor.
Saygı ve muhabbetin ışıltıları ve yaşanan aile birliği, beni daha fazla etkiledi. Bu birliğin uyumunu ve sürekliliğini öğrenmeye çalışırken, bir bütünlük daha fark ediyoruz. Daha kökleşmiş bir kurumsal aile profili karşımıza çıkıyor.
İşletme sahibi Yusuf Bey, aynı zamanda üç kardeşiyle de bacanak. “Bir ailenin tamamını aldık. Beşkardeşten iki kayın birader yanımızda, beraberiz. Diğer üç kız kardeşi de biz üç kardeş aldık”diyor, gayet mutlu ve nezaketli bir içtenlikle.
İbrahim’in kayın babası da yılların tarihleştirdiği bir dürüstlük ve irfan abidesi yakın arkadaşı. Yani dünürlük hem babaları, hem de çocukları bir birine fazlasıyla bağlamış. İbrahim, bir anlamda berdel yapmış. Onun da kayın biraderleri aynı zamanda yol ve dava arkadaşları. Kayın babası Ramiz Bey ise, bizlerinde minnetle yâd ettiği asil bir Anadolu insanı ağabeydi. Rahmetli oldu, ancak rahmetin tecellileri onun vesile olduğu ve tohumunu attığı hizmet kervanıyla daha da büyüdü.
Bu kervanının hayırla ve uzun ömürle yâd edilecek iki kahramanı daha var: Yılmaz ve Şefik ağabeyler. Karadeniz’in kendine has meziyetiyle yoğrulmuş gönül sofraları kadar Halil İbrahim sofralarındaki bereket ve ikramda eksilmeyen iki kadirşinas insan.
Yılmaz ağabeyin de bir ikilisi var ki, yani çocukları, babalarından aldığı silsile kabilinden Trabzon’un tepelerine inşa ettikleri evleri, tesisleri ve mahalledeki köklü muhtariyetleri ile adeta yoldan geçeni bile sofraya davet edip, halleşiyorlar.
Baba Yılmaz ağabey, 36 yıl öncesinin nurlu buluşmasına bir an için dalıyor. İki buçuk ay yatmış, “Müdafaamı Bekir Berk yapsın, 100 yıl yatmaya razıyım” demiş ve o müdafaa lezzetini hiç unutmuyor. Bir an için bu güne dönüyor ve az ötede yamaçlı arsasını göstererek, çocukları İbrahim ve Cemil beylerin yanında “Ben sağken burayı kültür merkezi yapın” diyor.
Hala duyguları coşkulu ve hizmet arzusunda... Bedeninin bütün yorgunluğuna ve yaşlanmışlığına rağmen…
İsmi gibi müşfik olan Şefik ağabey, tatlı bir tebessümle ve tecrübe imbiğinden geçmiş hayat ve fikir çerçevesi ile hem katılımcı, hem de dinleyici rolünde. Ramiz ağabeyin vakur ve inanç dolu çocukları ile Yılmaz ağabeyin çocukları, bulunduğumuz açık mekâna kaynaşmış bir ruh haliyle birlikte geliyorlar. Bir büyük davanın külçe halinde kaynaşmış ve işleyerek altına dönüştürdükleri yeni nesille beraberliğin atmosferini teneffüs ediyorlar. Farklı tonlarda, fıtratlarda ve beraberliklerde, maksat birliğinin süzgecinden geçerek...
Üç ailenin iç içe, yan yana ve bir birine bağlanmış değer sistemi içindeki sonuçları. Üçüncü kuşaktan Yılmaz Bey’in torununun gece 23’te bize son anda hazırladığı ve yetiştirdiği yemek ise çizgisini devam ettirdiğinin en açık tercümesiydi.