Önce 19.09.2008 tarihli Sabah gazetesinden Perihan Korkmaz'ın haberini özetleyelim: Merkezi ABD'de bulunan araştırma kuruluşu Pew tarafından yapılan araştırmadan ilginç sonuçlar çıktı Ankete katılanların yüzde 94'ü kendi dinlerini hayatlarında önemli, yüzde 84'ü ise çok önemli gördüğünü dile getirdi.
Türkiye'nin güçlü bir laik geleneğe sahip olduğu belirtilen raporda, dini hayatlarında önemli görenlerin oranı yüzde 94, çok önemli görenlerin ise yüzde 84 olduğu saptanmış.
Bu araştırmaya göre Türkiye nüfusunun yalnızca yüzde 20'si hiç namaz kılmıyor. Nüfusun yüzde 34'ü beş vakit olmak üzere yüzde 73'ünün alnı secdeye gidiyor.
Türkiye nüfusunun yüzde 20'si Ramazan'larda sürekli oruç tutuyor. Yüzde 60'ı Ramazan'ın çoğunda oruçlu, yüzde 9'u ise bazı günler tutabiliyor.
Ramazan'da az ya da çok oruç tutanların toplum oranı yüzde 89'u buluyor. Buna karşılık Hiç oruç tutmam diyenlerin yüzdesi sadece 9.
Bu çok önemli bir gösterge
Bunun bir anlamı da şudur: Toplumumuzun yüzde seksendokuzu yaradılış hikmetine uygun olarak, yüreklerini Allah yoluna bütünlemiş, gönül gönüle Allah'a yürüyorlar.
Bence bu birlik-beraberlik özlemimize çok önemli bir vurgudur... Ayrıca birlik-beraberlik özleminin hangi adreste gerçekleşeceğini gösteren çok belirgin bir işarettir.
Çünkü hiçbir millet hiçbir konuda böyle bir ekseriyetle ittifak etmez.
Şimdiye kadar her kesimden pek çok kişi (devletlüler dahil) birlik-beraberlik vurgusu yapar, ancak herkes kendini (ideolojisini, siyasetini, tarikatını, cemaatını, v.s.) adres gösterdiği için, birlik-beraberlik bir türlü gerçekleşmezdi. Artık bir adres var: Oruç!
Yürek ritmimiz oruçta bütünlendiğine göre bu olguyu sağlayan inanç unsurunu daha fazla görmezden gelmemiz mümkün değil.
İnanç manzumesinin dışında birlik arayanların hüsranına zaten tarih de şahittir. Bunun en taze örneği Sovyetler Birliği'dir. İdeolojik yapılanma çerçevesinde gerçekleştirilen birlikin ömrü (silahlı tehdide ve menfaat ilişkilerine rağmen) sadece bir insan ömrü kadar olabilmiştir.
Silahlı tehdit ortadan kalkar kalkmaz toplumlar ya camiye, ya kiliseye ya da havraya (kendilerini nereye ait hissediyorlardı ise oraya) koşmuşlardır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, daha kurulduğu yıllarda komünizmin devlet projesinin çökeceğini söylerken, sanırım, beşeri hedeflerde sağlanacak birlik-beraberliklerin uzun ömürlü olmayacağı görüşünden hareket ediyordu. Bunun için de birlik-beraberlik özleminin ipuçlarını veriyordu:
Allah'ımız bir, Peygamberimiz bir, Dinimiz bir, Kitabımız bir, Kıblemiz bir... Bir bir bir... Yüzlerce bir...
Sayılan birler, özlenen birliğin özüdür... Düşünün: Allah'a inanan herkes Allah'a iman esasında birleşmiş, bir anlamda birlik olmuşlar, Peygamber Efendimiz'e inananlar Mü'minler ancak kardeştir hükmüne tabi olup kardeşleşmişler...
Oruçta bütünleşmiş, teravihte omuz omuza vermişler... Bunun bir de milli birlik boyutu var ki, onun da ekseni, bana göre Çanakkale Savaşları'dır. Çanakkale sırtlarında ninelerimizle dedelerimizin uğruna şehit oldukları kutsalların yeniden inşasıyla ihyası, birlik-beraberlik özleminin itici gücü olabilir.
Çekirdeği iman, itici gücü Çanakkale olan birlik beraberliki ne Amerika aşabilir, ne Avrupa sarsabilir... Kendi dinamiklerimizin üzerinde gelişir gideriz.
***
Farklı görüşler tabii ki olacak. Belki insan adedince farklı düşünce bulunabilir. Farklılıklar toplumsal renklerdir. Bu renk cümbüşü içinde kimsenin kimseye kendini dayatmaması esastır.
Zaten, bilebildiğim kadarıyla, ashab arasında da böyle bazı görüş ayrılıkları olurdu. Ama bu ayrılıklar temel konularda birlikte hareket etmelerine engel teşkil etmezdi. Gerektiğinde şahsî düşüncelerini aşıp amaçta bütünleşebilirlerdi.
Bizde de böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal statümüz, eğitim düzeyimiz, bölgemiz, kılığımız, hatta kimliğimiz nasıl belli noktalarda müşterek hareket etmemizi engellemiyorsa, mezhebimiz, partimiz, cemaatimiz, cemiyetimiz, tarikatımız ve hizmet anlayışımız da engellememeli. Yerine göre ayrıntıdaki farkları aşıp bütünleşebilmeliyiz.
Maksat ashabı örnek almak olduğuna göre, tıpkı onlar gibi, ittifak noktalarımızı esas alıp ayrıntı kabilinden olan ihtilaf unsurlarını arka plâna çekmeyi bilmemiz lâzım.
Her ibadet bir öğreticidir. Bu Ramazan'ın şimdiye kadarki bölümünden öğrendiğim şey ise, orucun birlik-beraberlik unsuru olarak da düşünülmesi gerektiği..
Baksanıza Çiftetelli (İkitelli bölgesine yerleştiklerinden kinaye) Medyası bile, Ramazan hürmetine dindarlaşıp onbir ay müddetle dinci diye saldırdığı gazetelere benzedi.
Vakit