Bütün dünyayı kasıp kavuran ‘global ekonomik kriz’in 100 milyon yeni kişi’yi aç bıraktığı ifade ediliyor ki, bu durum krizin ulaştığı noktayı göstermesi bakımından da dikkat çekici.
İslâm Konferansı Teşkilâtı Ekonomik ve Ticarî İşbirliği Komitesi’nin (İSEDAK) İstanbul’da düzenlediği toplantıda yapılan açıklamalar, İslâm dünyasının yapması gereken çok iş olduğunu da gösterdi. Meselâ, dünyadaki “en az gelişmiş 49 ülke”den 22’sinin İslâm ülkesi olması bunun ap açık bir delili. Neredeyse fakir ülkelerin yarısı Müslümanların çoğunluk olarak yaşadığı ülkeler.
Peki bu durum kabullenilecek bir durum mudur? Daha doğrusu imkânlar ve fırsatlar karşısında elden gelenler yapıldığı halde mi bu netice ile karşı karşıyayız? Bu soruya ‘evet’ cevabını vermek mümkün değil. Çünkü iyice bakıldığında görülecektir ki; Müslüman ülkeler bazen varlık içinde yokluk çekerken, bazen de ‘zengin toprakların fakir bekçileri’ durumunda kalıyorlar. Meselâ Sudan fakir bir ülke, ama aynı zamanda ham petrole sahip olması bakımından ‘zengin.’ Elbette bu zenginlik ‘sanal’ bir zenginlik, ama İslâm ülkeleri el birliği yapıp Sudan’a yardımcı olsa, petrolü değerlendirme imkânı bulunsa Sudan’da fakirlik kalır mı?
Aynı toplantıda ortaya çıkan tabloya göre İslâm ülkeleri, 7 trilyon dolarlık bir ‘ekonomik güç’ oluşturmuş durumda. Elbette bu ülkelerin bir kısmı fakir, bir kısmı da zengin ülkeler listesinde yer alıyor. Fakat komşusu açken tok yatamayanlar, herhangi bir İslâm ülkesinin fakir kalmasına nasıl göz yumabilir?
Tabiî ki İslâm ülkelerinin fakir kalmasının pek çok sosyal ve siyasî sebepleri var. Bu sebeplerden birini, Üstad Bediüzzaman şöyle tesbit etmiş: “Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 136)
Avrupa zalimlerinin yaptıklarını ‘anlamak’ bir derece mümkün, çünkü neticede zalim... Peki, “Asya münafıkları”nın yaptığına ne demeli? Her halde “Münafık, kâfirden daha tehlikelidir” anlamındaki Nebevî ikâz imdadımıza yetişir!
İslâm dünyasının problemler yaşadığı herkesin malûmu. O halde ne yapılmalı? Bu noktada ittihad ve ittifak imdadımıza koşabilir. Tek başına problemlerle başa çıkamayan ülkeler, ‘komşu’ ülkelerle işbirliği yaparak sıkıntılarını geride bırakabilir. İslâm ülkelerinin işbirliği yapması başka ülkeleri de endişeye sevk etmemeli. Çünkü nihayetinde bu işbirliğinden hem zenginlik hem de huzur doğacak. Meselâ, Birleşmiş Milletler’in hedefi ‘dünya barışı’nı temin etmek değil mi? İşte size fırsat: İslâm ülkelerinin birbirini tanıması ve işbirliği yapmasını engellemeyin, aksine teşvik edin. Onlar kendi aralarında kopmaz bağlarla birbirine bağlandıkça; fakirlik ve cehaleti yenip mağlûp ettikçe bundan siz de, dünya da kazançlı çıkacak.
Dünyada huzur ve barış isteyen ‘güç odakları’ bu gerçeği görmeli ve İslâm dünyasının ittihad etmesinden ürkmemeli. Tabiî ‘dünya barışı’ iddiasında samimî iseler!
Yeni Asya