“Bismillahirrahmanirrahim yukardan nuzul ile (inme) semere-i kainat (kainatın semeresi, meyvesi, neticesi) ve alemin nüsha-ı müsağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar insani arşa çıkmağa bir yol olur.”
Demek Bismillah yeri arş ile bağlayan bir merdiven. İnsan Bismillah deyince bir anda insani arşa çıkaran bir olağanüstü merdiven yani miraç oluyor. Miraç zaten merdiven demek. İnsan büyük bir buluşma için temizliğine dikkat eder, giyim kuşamına itina gösterir. Saygı duyduğumuz her makama çıkarken böyle bir ön hazırlık yaparız. Namazdan önce kişi huzur-u ilahiye yani miracına çıkacağı için temizlenir, camide saf tutmak Allah ile buluşmanın başlangıcıdır. Bir anda Bismillah’ın yükseltici gücü ile Allah’ın arşına dayanır. Bunu tahayyül edebiliriz ama bunu yaşayanlar da vardır. Eazım-ı sufiyandan, nebilerden vb.
Bediüzzaman da namaza başlamadan bir panik yaşar gibidir. Bir kaç defa ellerini kulaklarına tahayyürle kaldırır sonunda bir anda ellerini bağlar. Biz o buluşmanın maverasını bilmiyoruz, kapıyı açmakta tereddüd yaşayan biri gibi birden açar ve huzurdadır artık. Belli bir vakitten sonra kimseye yanına kabul etmeyişi bizim bilmediğimiz sırları barındırır.
Bediüzzaman, Bismillah’ı bir hayta ipe benzetir, bir hatta benzetir. Yukarı birden çeken bir ip, ve yukarı çıkan bir tren hattı gibi. Bir satır-ı nuranidir. “Kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır.” Bu mübarek lafız onu birden bir ilahi iple yukarı çeker, bir hattır yukarı taşır. Yapıyoruz ama şuurumuz ve cismimiz bunun farkında mı?
Allah, Rahman ve Rahim Bismillahın içinde birbirine açılan kapılardır. Başta Allah bütün isimlerinin kubbesi, Rahman ve Rahim de bütün isimleri içine alan iki büyük kuşatıcı isimler. Bismillah Allah’ın bütün isimlerinden Rahman ve Rahime ulaşan bir nurani hat ve hayt. İnsan o mukaddes elfazı kullandığı anda ilahi bir güçle Allah’ın arşına ulaşıyor. Biz namaza giriyoruz ama dünyamızı oraya taşıyor orada dünyamızı konuşuyoruz. Namazda bütün dünyadan ellerimizi yukarı kaldırıp silkinemiyoruz. Bediüzzaman kendi namazını safha safha anlatıyor, bu bahis onun mukaddimesi.
Bismillah bir semavi miracın başlangıcı. Bediüzzaman ayrıca Allah, Rahman ve Rahim isimlerini anlatırken sima kelimesini kullanır, bu kelimenin kullanım alanının çok ötesinde bir istimal. Bütün kainat Allah’ın binbir ismi ile koordine ediliyor yani kainatın hayatı bu bin bir ismin kainat simasına yansıması ile, kainattaki hayatiyen bu büyük kuşatıcı ismin kainata yansıması ile oluyor. Rahman ismi ise küre-i arza, dünyaya yansıyor yani orayı canlı tutuyor. Rahim ismi ise insanı hayatta tutuyor, yani insan bir topyekün merhameti ifade ediyor. Çünkü kendi tasavvuru dışında bir güç onu denetliyor ve hayat veriyor. Sima kelimesini bu kadar iç içe ve birbirine açılan kapılar gibi anlatıyor.
Namazın kalbi Fatiha suresini, bu mukaddes açılış suresini günde kırk kere okuyoruz. Demek insan Rabbinin huzuruna Bismillah asansörü ile çıkınca karşısına bir kapı çıkıyor, o kapı Fatiha kapısı. Bütün Kur’an ve evrenin kapısı o kapının önünde, o açılışın yedi basamaklı ayetleri ile mülakat ettiği Rabbi ile konuşuyor. Namazın ikinci odası Rab kelimesi Fatihada açılış Rabbül alemin, secdede Rabbiyelala, sonra Rabbiyel azim, her tarafında her rüknünde Rab ismini anmak gerekiyor. Bu tasarruf ismi bütün alemi ve insanı terbiye eden isim. Kul namazda iken O’nun terbiye edici faaliyetini tefekkür ve tezekkür etmeli. “Büyük sensin bizi yükselt Rabbi ala, yine terbiye eden Sensin terbiyen bizi denetleyen ve yaşatan ismin Rabb azim.”
Düşünülse namaz insanı bir kapıdan büyük bir aleme Fatihanın açtığı aleme götürüyor, o alemlere gaşy ediyor. Namaz Kur’an’ın kainatı Fatiha kapısı okuduğu surenin azametine göre maverada dolaşıyor, o ülkenin renkleriyle değişiyor.
Namaz müminin miracıdır buyurulmuş. Ezan da Mirac’a çağrı demek. Günde Rabbi ile konuşmaya çağrılan, O’na sığınması emredilen insanın elbetteki yükselme merdiveni namazdır. Dördüncü Söz de bu anlamın kapsamındadır. “Acaba yirmi üç saatini şu kısacık (kısa değil daha küçük kısacık, o uzatıp ham hayaller kurduğumuz dünya hayatı bir kısa değil kısacık Allah’ım bu kelimeleri anlamadan sana gelmeyi bize nasib etme) hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarfetmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder!”
Seni hergün benimle sohbet için otuz kere bağırdı müezzin minareden, sen gelmedin, bana namaz merdiveniyle gelmek istemedin bunu aklın alıyor mu?
Dinin direği namaz hem dünya hayatını hem ahiret hayatını ayakta tutuyor, o direkle Mirac’a çıkıyoruz.
Dokuzuncu Söz namazı semaya çıkmak, arşa dayanmanın ötesinde bütün zamanları işgal eden, kürenin ömründen devirlerinden, insan ömrünün devirlerinden, mevsimlerin birbiri ardı sıra gelen devamlılığından da hisse alıyor. İnsan namaz kılarken yedi kat göğe tırmanıyor, Allah ile sohbet ediyor. O’nun gönderdiği sure ile O‘na halini arzediyor. Bütün zamanları dolaşıyor. Namaz bir ilahi seyahat, namazla baharın şetaretini, yazın semeratını, sonbaharın hüznünü, kışın ölümü derhatır ettirmesini bize hatırlatıyor. Namazın her yaş gurubuna ilka ettiği başka şeyler.
“Evet her bir namazın vakti mühim bir inkılap başı olduğu gibi azim bir tasarruf-ı ilahiyenin ayinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i ilahiyenin bir makesi…” Ne kadar çok manalar yüklemiş davası namaz olan o büyük mürşid. Namazı anlayan, onun çizdiği namaz portresini anlayan davanın namaz olduğunu anlar.
Bediüzzaman namazının boyutları ne kadar müteal, azim ve geniş. Hiç bir İslam alimi onun çizdiği ve uyguladığı namaz boyutunu anlatmamıştır. Celal Bayar, Hacı Bayram camiine gelir onu Mustafa Kemal’in çağırdığını söyler. Bediüzzaman medrese mezunu olan Celal Bayar’a kendisi abdest alırken bir soru sorar “sen de namaz kılıyor musun?” O da “kılarız Efendim” diyor. Celal Bayar namı diğer Galip Hoca. Üstadın davasını anlatamadık namazını da anlatamadık, mücadelesini de anlatamadık.
Bir kurmaca sanatı alan bu bahisleri inanılmaz bir romana çevirir. Nazım’ın Kuvayı Milliye ruhunu bir tiyatro yapmış, helal olsun adamlar durmamışlar. Davalarının hakikati değil gösterdiği gayret helal olsun.
Onucu Sözün de namaz ile alakası var ama o hakikat uzun gider. İstiari anlamı çok büyük. Namaz dünyayı da imar eder ahireti de. Hazret-i İbrahim Miraç’ta Cenab-ı Nebi’ye ümmetine söyle ekin eksinler der, ekin yapılan dualar ve okunan salavatlar vb.
Yirmi Birinci Söz’de namaz “kalbin gıdası, ruhumun abı hayatı, latife-i Rabbaniyemin havayı nesimi”dir. Namaz “çeşme-i rahmettir.” Camiler çeşmenin yeri boşa akar yüzde doksanı boş olan camilerde. Namaz Rahim-i Kerim’in kapısını çalmaktır, işte Miraç bu. Namaz bir penceredir, insan “ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.”
Namaz ahiret hayatına nasıl uzanır? Bir dramatik sahne gibi anlatmış. “Acaba bu misafirhane-i dünyada aciz ve fakir kalbine kut ve gına, elbette bir menzilin olan kabirde gıda ve ziya, (nasıl orda gıda oluyor düşün yazar bey) her halde bir mahkemen olan Mahşer’de senet ve berat, ister istemez üstünden geçilecek. Sırat Köprüsünde nur ve Burak olacak (işte miraç, namaz, Burak. Habibini Cebrail ile semaya taşıyan burak.)
Şu vakalar sinemanın epizotları değil mi?
Bir adam bütün ömrü büyük bir coğrafyada elma ağacı ekmekle geçmiş hayret ne hayret... Elma ağacı. Namaz direği. Merdiveni, çeşme-i Rahmet, pencere, Burak.
Bediüzzaman namazın bütün bölümlerini Mirac’a uzanan izahlarla tezyin etmiş. Namaz’ın son rüknü Tahiyyat’tır. Tahiyyat, Mirac’a denk olan bir duruştur. Bediüzzaman onu izah eder. “Teşehhüdün mübarek kelimatı Mirac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resulünün bir mükalemeleri (konuşmaları) olduğu halde namazda okunmasının hikmeti nedir?” İzahta en beliğ ve gerekli cümleyi kullanır. “Her müminin namazı bir nevi miracı hükmündedir. Ve o huzura layık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekberi Muhammed aleyhisselatü vesselamda söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsi sohbet tahattur edilir. (Yani büyük Mirac hatırlanır. Namaz aslında bütün heyetiyle tahattur hatırlamaktır. Kıyam Allah’ın huzurunda durmaktır, büyük kişilerle görüşülürken ayakta durulur onlar izin verirse oturulur. Ben Hocam Orhan Okay’ın odasına girdiğimde ayakta beklerdim, o da farkedince ‘otursana Himmet’ derdi. Ayakta durmak Allah’ın huzurunda durmayı hatırlatır. Peygamberimiz (asm) de onun mukabilinde durmuştur, karşı kelimesi adaba uymaz herhalde. Rüku da eğilmektir, büyüklerin karşısında eğilirim. İnsan, eğilmek bizim hakkımız, küçükler eğilir, orada Rabbiyel azim yani sen büyüksün azimsin demektir, biz eğiliyoruz demektir.
Üçüncü boyut secdedir, o da yine saygının en yoğun kısmı ve Allah’a en yakın olmaktır. Peygamberimiz (asm) uzun süre secdeden kalkmazmış. Bir keresinde Hz. Aişe endişe etmiş “yoksa öldü mü” diye. Resulullah ise “en çok benim secde etmem gerekmez mi, bana verilenlere bir bak ya Aişe” demiş. Tahiyyat ise tazim bölümlerinden sonra Miraçtaki konuşmanın vurgulanmasıdır.
Tahiyyattaki kelimeler Peygamberimizin (asm) Miraç’da telaffuz ettiği kelimelerdir. Ne kadar yerli yerindelik ve estetik uyumdur, o makamda konuşulanlar.
“O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüziyetten külliyete çıkar ve o kudsi ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru ali edip genişlenir.”
İki kelime kullanmış, hatırlamak diğeri hatırlanılan şeyi zihinde şekillendirmektir yani tasavvur. Ne kadar kulu ile olan buluşmasını zenginleştirmiştir. Alemde herşey yerli yerinde dinde de ibadette de herşey yerli yerinde. Uyum ve estetik uyum her şeyi kuşatmış. Tahiyyatta tahattur ve tasavvur kelimeleri hazırlanarak oturmalı, mana nasıl genişlik kazanır.