Bitkilerden aldığım ders

Afife ARTIK

Kainata bakarak öğrenmeye çalışıyorum; acaba nasıl ibadet etmem gerekiyor? Acaba diğer mahlukat nasıl ibadet ediyorlar? Bazen de mahzun oluyorum; neden ben mahlukatın ibadetlerini göremiyorum diye… Çünkü Üstadım diyor; kendi ibadet eden adam mahlukatın ibadetlerini de görür. Mefhum-u muhalifi ile düşünüyorum; madem ki ben mahlukatın ibadetlerini görmüyorum, öyle ise ibadet eden değilim! Ağır ve taşınması zor bir çıkarım elbette. Yok yok bu doğru değil, ibadetin de çok dereceleri var. Zahirî şeriata uygun olarak ibadetlerimi yapabiliyor olmak bir ihsandır ve şükür ister. Ama kainatın tüm mevcudatı ile beraber ve onların da ibadetlerini müşahede ederek ibadet etmek elbette her mü’minin arzusu. Allah cümlemize nasib etsin inşallah. Fatiha Suresinde nabudu ve nestaiin okurken bunu talim ediyoruz.

Daha evvel zerrenin ubudiyetinden aldığım bir kısa dersi paylaşmıştım. Bu gün de Risale-i Nur dersinde bitkilerden aldığım bir dersimi sizlere sunmak isterim.

Bitkilerin ayakları olmadığı ve bir yerden yere yürüyerek gitme imkanları olmadığı halde “ne yapalım, biz de bulunduğumuz yerde durarak ibadet ederiz, yapacak bir şey yok” demiyorlar. Allah’a dua edip yalvarıyorlar ki; “Ey bizi San’atla  hikmetle yaratan yaratıcımız, bize kuvvet ver, yeryüzünün her tarafında senin Esma’ül Hüsna’nı ilan edelim, senin Rububiyetini ilan edelim.” Allah da onların dualarını kabul edip kimine kanatçıklar veriyor, kimine dikenli kancalar veriyor, kimine kemik gibi sert bir çekirdek üstünde hayvanlar onu yiyecek bir et veriyor, kimine de insanların faydalanacağı bir et veriyor ki her tarafta onu eksinler. İnsanı ve hayvanı onların gayelerinin hizmetine veriyor.

Harika bir ubudiyyet ve ders almaya çalışıyorum. Acaba Allah’a ibadet etmek, ayinedarlık ederek O’nun sanatını teşhir etmek noktasında bu bitkilere yetişebiliyor muyum? Mesela ayaklarım olmasa idi eğer onlar gibi halis dua edip beni her yere gönder tâ ki Senin Esma-ül Hüsna’nı her yerde göstereyim diyebilir miydim acaba? Ve dahî hâl-i hazırda ayakları olan ben acaba nerelere gidip de Rabbimi tanıtıp sevdirmekteyim? (ya da muhatap olduğum insanların Allah’a yaklaşmasına mı yoksa O’ndan uzaklaşmasına mı sebep oluyorum?!) Ayaksız bitkilerin ihlasının ne kadarı bende var acaba? Cevaplarımı sizinle paylaşmamama müsaade edin, zira utanıyorum. Ot kadar ubudiyetim yok diyorum kendime.

Evet, bitkilerde nefis olmadığından kendileri namına bir şey beklemeden ve kendi lezzetlerini takip etmeden sadece Allah namına ibadet ediyorlar. Ubudiyetleri halisen livechillah oluyor. Yoksa onları doğrayıp, parçalayıp hatta pişirerek yememize nasıl tahammül ederlerdi? Hayvanlarda nefis olduğu için kendilerini feda etmeleri bitkilerinki gibi sessiz sedasız olmuyor biraz daha meşakkat çekiyoruz onları tutup, parçalayıp pişirip yerken. İşin içine nefis ve cüz’i ihityarî girince kolaycacık sessizce kendini feda edivermek pek mümkün olmuyor. zira hıfz-ı hayat hissi var. İnsanlara gelince, bizim dahi iştihalı bir nefsimiz ve cüz’i ihtiyarîmiz olduğundan ve hayvanlarınkinden daha geniş dairede işleyen bir ihtiyarımız olduğundan nefsimize de acele bir ücret istiyoruz.

Ama Üstadıma bakıyorum mesela, kendini feda ederken gık bile dememiş. Bana da “sen imanını benim mazhar olduğum eserlerle kuvvetlendiriyorsun ama bak ben neler çektim bunun için” demiyor. “sen rahat koltuklarda oturup okuduğun eserleri ben nerelerde yazdım haberin var mı kıymet bil haa” da demiyor. (bizim kıymet bilmemiz önemli elbet ama burada Üstadın üslubuna bakmaya çalışıyoruz) Cüz’i ihtiyarisini terk edip tamamen Allah’ın külli iradesine teslim olmanın ferahlığı ile vazifesini yapıyor. Fıtratının vazifesini ifa ediyor. Dişini sıkmadan, ne kadar da zor demeden, Allah’ın inayetini ve Rahmetin iltifatını hissederek kemal-i rahat-ı kalp ile hayatının neticesine çalışıyor. Risale-i Nur O’nun saadet sebebi olduğunu vurguluyor. Yani sadece Risale-i Nur’un devam ve bekası onun mesud olmasına kâfi geliyor.

Bediüzzaman’ın bu harika ubudiyetinin neticesine bakıyoruz, dünyanın her tarafında muhtaç mü’minlere îman dersi veriyor. Kendisi hep sürgünlerde, hücrelerde kalmış olmakla beraber küre-i arzın her tarafında iş görüyor. Demek bitkilerinkine benzer bir duası olmuş Üstadımın. Nispeten hür olduğu Eski Said döneminde Şam’da, Kosturma’da, İstanbul’da ve Şark vilayetlerinde ve çok yerlerde pek çok hutbeler vermiş. Zindanlarda mazhar olduğu eserler vasıtasıyla ise şimdi dünyanın dört bir köşesinde dersler veriyor. Demek “herkese seni anlatma fırsatı ver bana ya Rabbi” demiş ve duası kabul olunmuş. Değil yalnız mü’minlere hatta zındıklara ve dahî şeytanlara bile ders vermiş. Nasıl olsa şeytan îman etmez dememiş, onu ilzam etmiş ki mü’minler Risale-i Nur hakikatlerinin şeytanı ve hatta onların başı olan İblis’i dahî ilzam ettiğini görsünler ve kuvvetleri artsın. Nurdan aldıkları hakikatler ile kendi şeytanlarını recm etsinler. Allah O’ndan ebediyyen razı olsun. Gösterdiği yolu takip etmeyi nasib etsin. Ve o yolda yine sadakatle ilerlemek ile rızıklandırsın.

Bir işi Allah emrettiği için yapmak ihlas olduğu gibi Allah’ın emrettiği tarzda yapmak da sadakat anlamına geliyor. Usul ve tarz çok önemli. Elinizde çok kıymetli bir mal olsa ama alım-satım kurallarına riayet etmeseniz o malın kıymetini düşürebilirsiniz.
Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar gibi eserlerdeki ulvî hakikatleri nasıl ve ne surette yaşayabileceğimiz lahika mektupları ile açıklığa kavuşturulmuş, eğer bu tarzda olmazda bu hakikatlerin hakiki kıymetlerini muhafaza etmek de mümkün olmuyor. Kur’anın emrettiği gibi yapmak, Kur’anın emrini yapmak kadar önem arz ediyor. Bu da güncelin bir yansıması olarak buraya girdi galiba.

Öyle anlıyorum ki kainatı okumak, bir kitap gibi okumak öğrenilebilecek bir şey ve Risale-i Nur bunu bize talim ediyor. Hal lisanı ile mevcudatın söylediklerini bize tercüme ediyor. Mesela Birinci Söz’de bütün mevcudatın nasıl Bismillah dediklerini izah ediyor. Allah lafza-i celali tüm isimleri tazammun ettiğinden anlıyoruz ki tüm mevcudatın Bismillah demesini her insan kendi ism-i azamı cihetinden görebilir. Her bir zihayat kainatın bir küçük numunesi olduğuna göre kainatta tecelli eden bütün isimler onlarda dahi tecelli ediyor. Herkes kendi ruh ayinesinde hangi isme ism-i azam olarak muhatap olur ise o ismin penceresinden onları görür ve değerlendirir. Yani bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Bu cihetle bakınca tüm külliyat Birinci Sözün tefsiri olarak görünebilir.

Madem Risale-i Nur Kur’ana ayinedir öyle ise Besmele Sözü olan Birinci Sözün de Fatiha Suresi gibi ve Besmele gibi tüm külliyatı içinde cem etmiş olması hiç de akıldan uzak değil. Manasını tetkik eden müdakik âlimlerin buna şahit olduklarını zannederim. Risale-i Nur Kur’anın sadece manalarına değil, üslubuna da bir parlak ayinedir.

İnşallah Risale-i Nur ile kainatla tanışmaya devam edebilmek temennisi ile…ve dahî kendimizle…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.