Kardeşi Molla Abdullah’ın Medresesi
Bediüzzaman ilk mebadi-i ulumu yani ilimlerin başlangıç bilgilerini iki yılda kardeşi Molla Abdullah’ın yanında okumuştur, bu beyan kendisinindir. İcazetini aldıktan sonra Bağdat’a gitmek ve oradaki büyük alimlerle de görüşmek için yola çıktı. Dağlardan, ormanlardan geçerek Bitlis’e geldi. Kardeşi Molla Abdullah’ın yanına döndü. Ağabeyi Molla Abdullah, “Sizden sonra ben Şemsi Şerhi’yi bitirdim. Siz ne okudunuz?”
Molla Said, “ben seksen kitab okudum.”
“Ne demek?”
“Evet seksen kitab okudum. Ders kitaplarının haricinde birçok kitapları da okudum.” Molla Abdullah kardeşinin bu kadar kısa zamanda bu kadar çok kitabı okuyabileceğine kanaat getiremez. Bu sebeple şöyle der, “Öyle ise seni imtihan edeceğim.”
Molla Said, “Hazırım ne isterseniz sorun?”
Molla Abdullah onu imtihan etti . Neticede hakikaten ilmi kudretini takdir ederek sekiz ay önce talebesi olan Molla Said’in üstadlığını kabul etti, ondan ders almaya başladı.
Hareket ve cevvaliyet dolu genç Said bir gün medresede ders çalışırken elinde kitap olduğu halde sırt üstü yatmıştı. Ayaklarını duvara koyarak kitabını da ayaklarıyla tutmaya başlamıştı. Bu esnada içeri giren hocası sordu “Öyle ne yapıyorsun, Molla Said?”
Genç talebe büyük ruhlu küçük Said hocasına şu cevabı vermişti:
“Bugün benim başım çok gururlanmış, ayaklarımı başından yukarı kaldırıyorum ki biraz kafamdaki gurur kırılsın.” Genç Said’in bu cevabı hocasının çok hoşuna gider. Gülerek medresedeki diğer talebelere “Molla Said çok harika bir talebedir, sakın ona dokunmayın” der.
Kardeşi ile geçen bir konuşmayı da nakleder. “Bundan kırk elli sene evvel büyük kardeşim Molla Abdullah ile bir muhaveremi hikaye ediyorum. O merhum kardeşim evliya-yı azimeden olan Hazreti Ziyaettin’in (ks) has müridi idi. O merhum kardeşim dedi ki “Hazreti Ziyaettin bütün ulumu biliyor. Kainatta kutbu azam gibi her şeye ıttılaı var.” Beni onunla rabtetmek için çok harika makamları beyan etti. Ben de o kardeşime dedim ki “Sen mübalağa ediyorsun. Ben on görsem çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakiki sevmiyorsun. Çünkü kainattaki ulumları bilir bir kutb-u azam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaettin‘i seversin, yani o unvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde açılsa ve hakikatı görünse senin muhabbetin ya zail olur veya dörtten birisine iner. Fakat ben o zatı mubareki senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünkü Sünnet-i Seniye dairesinde hakikat mesleğinde ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsi makamı ne olursa olsun bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim.”
Kardeşi gibi birçok kimseler o sırada kendi tarikatlerine onu bağlamak için gayret ederler. “Ben Bitlis’te bulunduğum zamanlarda orada dört tane büyük veli zatlar vardı ki İmamı Rabbani derecesinde idiler. Bu her dört zatta Eski Said’i kendilerine bağlamak için çalışıyorlardı. Fakat Said bu her dört büyük evliyaya karşı müstağni kaldı. Çünkü yalnız birisi ona kafi gelmiyordu. O ahirzaman asrının insanlarını materyalist felsefenin verdiği şüphe vesveselerden kurtaracak bir kısa yolu ve esas-ı azimet temellerini muhafaza ile beraber daha çok ilim ve tefekkür üzerine bina edilen bir umumi caddeyi bir doğru yolu, Kur’an’dan keşfedip bulmuştur. Evet onun Risale-i Nur’u baştan sona kadar bu mesleğin ve meşrebin esasatını göstermektedir.
Bediüzzaman ta o zamandan yeni yollar aramaktadır ve arzu ettiği yolu zaman ile belirleyecek ve eserlerini o minvalde yazacaktır ve yazmıştır.
Şeyh Emin Efendi Medresesi
Şeyh Emin Efendi Bitlis’in Kızlımescid Mahallesinde medresesi olan meşhur bir alimdir. Birçok tanımmış zatın hocasıdır. Devrin Sıvas Valisi Reşit Akif Paşa da onun talebelerindendir. 1890 yılında İstanbul’a gitmiş orada merasimle karşılanmış ve padişahın hususi sohbetinde bulunmuştur. Kendisine padişah tarafından şeyhülislamlık teklif edilmiş, fakat kabul etmemiştir. 1903’te tekrar Bitlis’e dönmüş 1908’de yetmiş yaşlarında iken vefat etmiştir, kabri Bitlis’te Küfrevi türbesindedir.
Bediüzzaman anne ve babasının yanında kalırken gece rüyasında kıyametin koptuğunu görür, peygamberimizi (asm) ziyaret etmeyi düşünürken gidip sırat köprüsünün başında beklemek hatırına gelir. Beklerken bütün peygamberlerle görüşür, onların ellerini öper, Hz. Peygamber’in (ASM) ellerine kapanır ondan ilim taleb eder. Efendimiz de “Ümmetimden sual sormamak şartı ile sana ilmi Kur’an verilecektir” diye müjde verir. Rüya üzerine anne ve babasının elini öpüp Bitlis’te Şeyh Emin Efendi’nin medresesine gider. Emin Efendi yaşının küçük olmasından dolayı ona ders vermek istemez, talebelerinden birisine okutmasını söyler. Bu ağırına gider, Şeyh Emin Efendi talebelerine ders verdiği sırada Bediüzzaman kalkarak itiraz eder. “Efendim öyle değildir, yanlışınız var” der. Şeyh Emin Efendi ve talebeleri hayretle Said’e bakarlar. Said kendisini okutmaya tenezzül etmediğini hatırlatır.
Erzurum’a bağlı Bayazıt Medresinde tahsili ikmal edip icazetnamesini aldıktan sonra Bitlis’e gelir. Burada iki gün yine Şeyh Mehmet Emin Efendi’nin derslerine iştirak eder. Siirt’e gittikten bir müddet sonra Bitlis’e gelir, talebeler arasında geçimsizlik olduğunu görür, onları ikaz eder. Şeyh Emin Efendi’ye şikayet edilir. Şeyh Emin de “O henüz çocuktur, kabili hitap değildir” der. Bu söz üzerine Şeyh Emin Efendi’nin medresesine gider, elini öper. “Efendim beni imtihan ediniz. Rüştümü ve kabiliyetimi size isbat edeceğim” der. Emin Efendi ona sorular sorar, bilmeceler tevcih eder, hepsine mükemmel cevap alır. O Said’in Nadirei Zaman olduğuna hükmeder.
Bu sıralarda bir Camiide vaaz verir Bediüzzaman. Çok etkileyici vaazlardan dolayı, bir şeyh talebelerine onu öldürmelerini söyler. Bediüzzaman onlara “Kabahat sizin değil, size hakkımı helal ediyorum” der. Bu hadiseden sonra Bediüzzaman lakabını herkes benimser.
Şeyh Emin Efendi’yi vali çağırır. Şehirde dolaşan vehhabi ülemasını ilzam etmesini söyler. Emin Efendi üstadı tavsiye eder. Üstad vali konağına çağrılır, yaşça küçük olan Bediüzzaman’a büyüklerin yer vermesine Vali bey kızar Üstad ise ona çıkışır, “Onlar benim ilmime hürmet ettiler” der. Bediüzzaman Vehhabiliğin tarihi gelişim seyrini ve fikirlerinin neyin üzerine bina edildiğini anlatır, alimler bir bahane ile dışarı çıkarlar. Vali “Ben Vehhabiliği doğru bir mezheb telakki etmiştim, yayılmasına izin vermiştim, ama şimdi beni tam tatmin ettiniz“ der. Bediüzzaman’ı takdir eder. Bediüzzaman Bitlis’i valinin işaretiyle terk eder.
Bitlis ve Civarı, Savaş Alanı
Rusların Bitlis şehrini istila etmek üzere yakın mesafelere kadar gelirler.Türk askerleri ile milislerin gösterdikleri fedakarlıklar Rusların şehre girmesine engel oldu. Türk askerlerinin müdafaa hattı Dideban dağından ileri gidemiyordu. Savaş toplarının sesleri her iki tarafta da yükseliyordu. Üç dört metrelik karın üzerine kar yağışı devam ederken halkın çoğu hükümetin emri ile şehri boşaltmak zorunda kalmıştı. Aileler götüremeyecekleri çocukları yol kenarlarına bırakıyorlardı. Bitlis ve Duhan arasında görülen bu manzaraya rastlayan ve vatan müdafaası için buraya koşan Çanakkale Fırkası mensupları gözyaşlarını tutamayarak bir an önce düşmanla savaşa koşuyorlardı. Ruslar Türk askerlerinin karşısında şehre giremediler.
Bediüzzaman da milis kuvvetlerinin ordu arkasından hudutları muhafazasında ısrar gösteriyordu. Savaş sırasında birkolunu kaybeden Nurşin’li Hazret Ziyaettin ile Bediüzzaman sohbet ederler. Hazretin talebelerinden biri söze karışır. Bediüzzaman’a hitaben “Sen hudutları takviye edelim diyorsun. Biz Allah rızası için vatan müdafaasına koşuyoruz.Maalesef bazı zabitler bizim din ve imanımıza sövüyorlar.
Bunun üzerine Bediüzzaman celalli bir ikrahla muhatabına bakarak hemen yüzünü Hazret’e çevirdi ve dedi ki “Hazret Zabitler sana sövüyorlar mı ?” Hazret haşa benim hayatta kalan bir elimi öpüyor, duamı alıyorlar. “ Deyince Bediüzzaman muhatabına dönerek” Bizim milis kuvvetleri arasında şuurlu ve şuursuzlar da vardır. Et kemiksiz olmaz. Lüzumsuz lafları bırakalım. Aileler çıksın, erkekler şehri terk etmesinler” dedi.
İkinci hicret başlamadan evvel Bediüzzaman Van’dan talebeleri ile beraber Bitlis’e dönmüş, halkı takviye ve tergibe, nasihata koyulmuştur. Savaş başlayınca Bediüzzaman şehir içinde göğüs göğüse düşman süvarileriyle çarpışmış, bir ayağı kırılmış üç yerinden yaralanmış esir edilmiş, Sibirya’ya kadar sürülmüştür. Tarih 3 Mart 1916‘dır. Bunu anlatır “Hem Bitlis muhasarasında ve avcı hattında Rus’un üç güllesi öldürecek yerime isabet etti.Biri şalvarımı delip iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül etmemek bir halet-i ruhiye taşıdığımdan arkadan Kel Ali, Vali Memduh Bey işittiler, aman çekilsin veya sipere otursun” dedikleri halde “Bu gavurun gülleleri bizi öldürmeyecek” dedim.
Savaş sırasında Bediüzzaman ve arkadaşları 300 top ve cephaneyi kurtarıp Türk nizamiye alayına teslim ederler. Dört tanesi müstesna bütün arkadaşları şehid olurlar. Bunlar içinde yeğeni, büyük kız kardeşi Düriye’nin oğlu Übeyd de şehid olur. Bediüzzaman buna çok üzülür. Ama kendine isabet eden kurşunlar onu öldürmez. Kel Ali Üstad’a “Sana kurşun tesir etmiyor“ der. “Allah muhafaza ederse top mermisi de insanı öldürmez” der. Sonra otuz saat çamur içinde kırık ayağı ve yaralı halde muhafaza edilir, inayet ile.19 Şubat gecesi esir edilirler.
Abdülbaki Arvasi’nin oğlu Masum Efendi babasından bir hatıra nakleder. Arvasi Bediüzzaman’a “Dünyanın en cesuru sen miydin, hükümet karşı, Bitlis halkı çekildi. Siz elli altmış kişiyle düşmana karşı dayandınız. Bu yüzden başına bu kadar felaketler geldi.” Bediüzzaman tebessüm ederek, ”Masumların hatırı için onların kurtulması için, kendimizi feda ettik” diye cevap verir. “Müslümanların saadeti için kendimizi feda etsek ne olacak“ der. Sibirya’dan nasıl kurtuldunuz diye sorunca “Allah’ın inayetiyle kurtuldum, artık gerisini karıştırma.”
Esaret sırasında Rus Kumandan Bediüzzaman’a “Siz tanınmış ve nüfuzlu bir kumandansınız. Aşiretlere birer mektup yazarak gelip silahlarını teslim etmelerini bildirin. Anlaşma yapalım. Yine buraları onlara bırakıp gideriz” deyince Bediüzzaman “Siz Ermenilerin silahlarını toplayın onlar bizim himayemize girsinler, o zaman sizin ile anlaşırız” dedi. Rus Kumandanı “Bitlis ve Muş civarında otuzbeş bin silahlı Ermeni var, bunların hepsinin silahlarını toplamak imkansızdır” der. Üstad hiddetlenerek “Biz bunlara bu kadar hürriyet verdiğimiz halde, başımıza bu kadar felaket getirdiler. Çoluk çocuk dinlemeden katliam yaptılar. Geri kalan insanları da çeşitli desiseler ile onlara kırdırmak mı istiyorsunuz. Bütün dağ taş senin askerlerin ile dolsa bundan sonra Deliktaş‘ı geçemeyeceksiniz.”
Bediüzzaman ile Bitlis harbine katılanlardan biri Molla Münevver’dir. Gevaş ve Bitliste onunla harpte bulundum, bütün arkadaşları şehid olurlar. Esir olunca onları bir alay kumandanı karşılar, yemek ikram edilir. Kumandanlar Bediüzzaman ile konuşurlar. Ayağını alçıya koyarlar, Bediüzzaman sorgulanır, on beş gün bu sorgu devam eder. Abdülmecit namında Kafkasya’ya geçen orada Müslümanları teşkilatlandıran şahıs üzerinde durulur. Üstad onlara şiddetle cevap verir elini masaya vurur, ama korkmaz. Sevkedilecektir, İran’ın Hoy şehrinden trenle Sibirya’ya nakledilir. Her konuda kahramandır Bediüzzaman.
Nurs Köyü, İsparit nahiyesi
Bediüzzaman Bitlis vilayetinin Hizan kazasına bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur. Isparta’yı doğduğu yerle bütünleştirir. “Cenab-ı Hak kemal-i merhametinden Isparta’yı Medreset üz Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçük ıspartanın mahdud akraba ve ahbabları yerine mübarek Isparta vilayetini verip binler kardeşi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki o küçük ıspartanın aslı bu büyük ıspartadan gitmiş ve benim vatan-ı aslim o Isparta olmak caizdir.”
Bediüzzaman’ın çocukluk yılları anne ve babasının yanında Nurs’ta geçmiştir. Herşeyin nedenini niçinini araştırır, anne ve babasına sürekli sorular sorar, doğuştan sorgulayıcı bir kişiliktir, hayatı da böyle sorgulamak ve çürük bilgileri ayıklamak ve yerine sağlam yenilerini ikame ile geçmiştir. Küçük Said kış gecelerinde büyüklerin meclislerinde bulunur, onların dini ve ilmi sohbetlerini merak ve dikkat ile dinler. O daha annesinin kucağında iken kudretin mucizatını temaşa ettiğini, Sungur Ağabey’e anlatır.
Babası ve annesi son derece muttaki insanlardır, Seyyid Nur Mehmet onun zekasından dolayı anne ve babasını ziyarete gelir. Babanın öküzlerin ağzını bağlaması ve annenin abdestsiz yere basmadığını ve abdestsiz onu emzirmediğini söyler. Hoca” elbette böyle bir anne ve babadan böyle evlat olur” der. Tağ Medresesinin sahibi Abdurrahman-ı Taği Nurslu talebelere çok yakın ilgi gösterir, kış geceleri kalkar üstlerini örter ve talebelere “Bu talebelere iyi bakın bunlardan biri dini mübini islamı ihya edecek, fakat hangisidir ben de bilmiyorum” der. Sadaka ve zekat almaz, zekat toplamaya gitmez.
Rüyasında Peygamberimizin kendisine ilim verileceğini beyan etmesi üzerine Bitlis’e gider, Şeyh Emin Efendi’den ders almaya başlar. Oradan Müküs’e Mir Hasan Veli Medresesine gider, orada da yedi kitabı atlar ve sekizinciden başlar.
Daha sonra Darül Hikmet’e verdiği biyografisinde “Bidayet-i tahsilimde mezkur isparit nahiyesinde biraderim nezdinde mebadi-i ulumu iki sene kadar okudum“ der.
Nurs köyü şimdi bütün dünyayı kendi ile meşgul eden bir külliyatın sahibinin doğduğu yer olarak bütün dünya ulema ve sanatkarlarının uğrak yeridir.