Bitlis denince; ilk olarak camiler, medreseler, minareler, kümbetler ve tarih akla gelir. Ecdadın bize miras bıraktığı tarihi eserleri ve coğrafyayı ziyaret ederken o eserlerin ne maksatla yapıldığını ve insanlığa neler kazandırdıklarını doğru anlamak ve mütalaa etmek gerekir. Yerinde yapılan gezi ve ziyaretlerin temel esprisi de bu olmalı.
Bitlisin tarihi eserlerine mana katan, orada yetişen âlimler, manevi şahsiyetler ve manevi değerlerdir. Norşin’le ve Norşin’deki yetişen değerlerle, her tarafı tarih olan Ahlâtla, Hizanda yetişmiş Sıbğatullah Hazretleriyle, Hizana bağlı Tağ köyündeki Şeyh Abdurrahman-i Taği Hazretlerinin yetiştirdiği şahsiyetlerle, maneviyata ve ilme verdiği önemle, Nurs’la, Nurs’ta doğan ve yazdığı eserleriyle dünyanın yüzlerce ülkesine Nurlar saçan Bediüzzaman’la değerlendirmek ve öyle okumak gerekir. O zaman bu geziler bir anlam kazanır.
Nur Yolu gezisine katılan grup, bu anlayışla yola çıktı. Tarihi ve mübarek mekânları adım adım dolaştı. Her mekânda yapılanları ve yaşananları doğru kişilerden doğru okumaya ve öğrenmeye çalıştı.
Bitlis’ten sonraki durağımız Norşin oldu. Norşin’e girince insan manevi bir atmosferle karşılandığını açık bir şekilde hissediyor ve yaşıyor. Norşin’de Şeyh Abdurrahman-i Taği’nin torunu Şeyh Nureddin-i Taği bizleri çok nezih bir şekilde karşıladı ve ağırladı. Burada halen medrese usulü talebe okutmaya devam edilmekte ve Risale-i Nurlardan da istifade edilmekte ve okunmaktadır. Bedüzzaman’ın ilk hocaları ve şeyhleri oldukları için ayrıca ona karşı farklı bir muhabbetleri var. Yemek esnasında dedesinden Bediüzzaman’la ilgi hatıralar anlattıktan sonra Sadreddin Yüksel hocadan da manidar bir hatırasını anlattı: “Molla Sadreddin benim hocamdı. Bir gün köyün aşağısında bulunan dere kenarında yürüyorduk. Molla Sadreddin’in elinde Risale-i Nur’dan bir kitap vardı. O zamanlar yaşım küçük olduğu için pek bir şey anlamıyordum. Bana dedi ki: “Nureddin, Risale-i Nurları tanımasaydım Zemahşeri gibi ben de karanlık derelerde yürüyor olacaktım.”
(Gezi fotoğrafları için TIKLAYINIZ)
Gruptaki arkadaşlardan biri; Bediüzzaman'ın Molla Sadreddin’e, talebesi Mustafa Sungur’un aracılığıyla gönderdiği ve Norşin'i öven manidar mektubunu okudu.
Mektup, tamamen Norşin ve Şeyh Abdurrahman-i Taği hazretleriyle ilgiliydi. Mektubun Mesnevî-yi Nûriye'nin "Hubâb" Risâlesindeki Norşîn'le alakalı bir bölümünde, Kur'ân şehri ile asrî, modern şehir arasındaki farkları izah eden “Eğer dilersen hayalinle Norşin karyesinde Seydâ’nın (K.S) meclisine git. Orada İslâm şehrinde, onun kudsî sohbetinde açıkça, fukarâ kıyâfetinde melikleri, insan kıyâfetinde melekleri göreceksin. Sonra (yine hayalinde) Paris'e git. Ve orada soylular toplantısına dâhil ol. Orada insan elbiselerine bürünmüş akrepleri, insanlar suretinde tasvir olunmuş ifritleri göreceksin” ifadeleri dikkate değerdi.
Zaten bu mektubun orijinali kendilerinde bolca bulunmaktadır. Fotokopilerinden bize birer tane verdi. Üstadı kendilerinden biri olarak bildikleri için bu mektubuyla iftihar ediyorlar. Sonra Norşin’de medfun olan Abdurrahman-i Taği Hazretlerinin kabrini ziyaret ettik. Ondan sonra da tarih şehri olan Ahlât’a hareket ettik.
Ahlât’a gitmeden Bitlis’te Bitlis valisi Veysel Yurdakul Bey Bitlis’in tarihi hanlarından “Papşen Hanı’ında” bizi karşıladı, birlikte dinlendirici bir musiki eşliğinde akşam yemeği yedik. Bitlis’in kalkınması için yapılan çalışmalar hakkında bizi bilgilendirdikten sonra “Türkiye şanslı, özellikle Bitlis çok şanslı. Çünkü Bitlis’in Bediüzzaman’ı var. Bitlis’te bulunmakla biz de şanslıyız. Çünkü Bitlis’ten Bediüzzaman gibi bir şahsiyet çıkmış ve bütün dünyaya mesaj vermiştir. Ayrıca Bedüzzaman herkes için ortak bir değerdir. İl Daimi Encümen üyeleriyle yaptığımız toplantılarda bir çok konuda farklı düşünüp ayrı düşebiliyoruz. Fakat söz Bediüzzaman Hazretlerine gelince hepimiz orda duruyor ve Onda ittifak ediyoruz. Bu da bizi rahatlatıyor. Bediüzzaman’ı gençlerle buluşturmak lazım” cümleleri mana yüklüydü.
Sonra El-Aman Hanı’nı ziyaret ettik. Han, yaklaşık 6300 metrekare büyüklüğünde olup, 16. yüzyılda Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmış, Anadolu'nun en büyük kervansaraylarından biri. Han; cami, hamam ve dükkânlarıyla bir külliye teşkil etmekte. Gerçekten mimari açıdan incelemeye ve görmeye değer. Restore edilerek Bitlis Eren Üniversitesine tahsis edilen han, halen ilmi ve kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapıyor. Bunlar arasında en son 8-12 Mayıs 2013 tarihleri arasında Risale Akademi, Bitlis Valiliği, Bitlis Belediyesi, Bitlis Eren Üniversitesi ve AKAV ile birlikte gerçekleştirilen Bediüzzaman Said Nursi Günleri'ne ev sahipliği yapmıştı.
El-Aman Hanı, Tatvan Bitlis arasında geniş bir ovaya kurulmuş, Rivayete göre; Osmanlılar döneminde Hüsrev Paşa zamanında kervanların geçiş güzergâhı olduğu için kervancılar, kışın karlı ve tipili havalarda çok zorluklarla karşılaşıyorlarmış. Zaman zaman kervanların telef olduğu da olmuş. Öyle ki, kervancılar bu hanın yapıldığı yere geldiklerinde korkularından el aman çekerlermiş. Bunu duyan Hüsrev Paşa, burada kervancıların bütün ihtiyaçlarını karşılayacak çok kapsamlı bir han yaptırır. Bu hana “El Aman Hanı” adı verilir.
Ahlât; Hicri 641’de Hazreti Ömer tarafından İslam coğrafyasına kazandırılmış, tarihi derin olan bir yerdir. Akkoyunlar ve Karakoyunlar zamanında 300 bin nüfusu barındıran, bir ilim, din ve medeniyet şehriydi. Alparslan iki yıl süren Malazgirt Meydan Savaşının hazırlıklarını burada yapmış. Kısaca Ahlât; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait arkeolojik tarihi eserleriyle tam bir açık hava müzesidir.
Bir sonraki yazıda Nurs’ta doğan nurla intibalara devam edilecek.
(Gezi fotoğrafları için TIKLAYINIZ)